Çarşamba, Eylül 18, 2024

Filistin Direnişi ve Hamas -V

İşgale karşı direnecek insanınız yoksa açlıktan ve susuzluktan ölmüşlerse, zaten savaşacak silahınız olsa da savaşamazsınız


Hamas’ın önemli eylemleri

Tamamen İslami direniş hareketi olan HAMAS’IN yapmış olduğu silahlı eylemlerden de biraz bahsetmek istiyorum.
     1989 yılının 6 Temmuz günü KİRYAT YEARİM’DE bir intihar saldırısı düzenlenmiş ve burada 22 kişi ölmüştür.
     1994 yılının 6 Nisan günü AFULA’DA yine otobüse yönelik yapılan intihar saldırısında 8 kişi ölmüştür.
     1994 yılının 13 Nisan günü, HADERA’DA yine bir intihar saldırısı otobüs durağına yapılmış ve 5 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştır.
     1994 yılının 19 Ekim günü başka bir intihar saldırısı TEL AVİV meydanına yapılmış ve burada da 22 kişi hayatını kaybetmiştir.
     1994 yılı intihar saldırılarının devamlı yapıldığı bir dönem olmuş ve 11 Kasım günü NETZARİM’DEKİ saldırıda sadece 3 kişi ölmüştür.
     1997 yılında da intihar saldırılarının devam ettiği tespit edilmektedir ve 4 Eylül günü BAN YEHUDA caddesinde yapılan saldırıda 8 kişi ölmüştür.
     2001 yılına gelindiğinde, 1 Haziran günü TEL AVİV DOLPHINARIUM kapısındaki intihar saldırısında yaşları 14 ile 21 arasında olan 21 kişi ölmüş ve 150 kişi de yaralanmıştır.
     2001 yılında intihar saldırıları yanı sıra patlamaların da gündemde olduğu yıl olarak not edilmelidir. 9 ağustos günü SBARRO isimli restoran da yapılan patlamada 7 çocuk 15 kişi ölmüş ve yine 160 kişi yaralı olarak kurtulmuştur.
     2 Aralık 2001 tarihinde ise, KUDÜS ve HAYFA kentlerinde patlamalar yapılmış ve 26 kişi ölerek 250 kişi de yaralanarak sonuçlanmıştır.
     2002 yılının 9 Mart günü ise, KUDÜS’teki bir kafeteryaya intihar saldırısı düzenlenmiş olup, neticede 11 kişi ölmüş ve 60 kişi de yaralanmıştır.
     2002 yılının 31 Temmuz günü İBRANİ üniversitesine yapılan intihar saldırısında Amerikan vatandaşı olan 9 kişi ölmüş ve 100 civarında yaralı olmuştur.
     İntihar saldırılarının sonu gelmemiş ve 5 Mart 2003 tarihindeki saldırıda 7 İsraillinin öldüğü tespit edilmiştir.
     Aynı yılın 11 Haziranında düzenlenen intihar saldırısında KUDÜS’te 17 kişi ölmüştür.
     19 ağustosa gelindiğinde ise, yine KUDÜS’te 23 kişinin ölmesi söz konusudur.
     2003 yılı saldırıların yoğunlaştığı bir yıl olmuş ve 9 Eylül günü, KUDÜS HİLEL kafede, 7 kişi ölmüş ve 80 kişi de yaralanmıştır.
     2003 yılının 4 Ekim günü, HAYFA’daki restorana yapılan intihar saldırısında 21 kişinin öldüğü tespit edilmiştir.
     4 Mart 2004 tarihinde, AŞDOD limanındaki intihar saldırısında 10 kişi ölmüş ve 10 kişi de yaralanmıştır.
     31 ağustos 2004 tarihinde BEERŞEBA’daki intihar saldırılarında, 16 kişi ölmüştür.
     2008 yılının 27 Aralık günü, roket saldırısı ile 4 kişi öldürülmüştür.
     2023 yılının 7 Ekim günü yapılan roket saldırıları sonucunda 425 kişinin öldüğü bildirilmiştir.

Hamas’ın yapmış olduğu bu eylemler içeriğinde toplam olarak 680 kişinin hayatını kaybettiği ve bunun yanında 800 kişinin de yaralandığı ortaya çıkmaktadır. Eylemlerin yapılış tarzı etüt edildiğinde, daha ziyade uyuşturucu verilmiş ve dinsel olarak baskı altına alınarak hipnoz uygulamaları sonucu intihar bombacısı haline getirilmiş kişilerle yapılması söz konusudur. Radikal İslamcı örgütlerin genel karakterinde intihar bombacılarının yetiştirilmesi ön plana çıkmaktadır. Fanatik dinci gençlerin çabucak cennete gitme inançları sağlandığından intihar bombacısı haline gelmeleri çok basittir.

● Arap ülkelerinin davranışları
Filistin sorununun uluslararası bir boyut kazanmasında, İsrail’in, Arap ülkelerinin ve Filistin halkının farklı zamanlarda ve farklı şekillerde olmak üzere yadsınamaz suçu vardır ki, bu sorumluluktan hiçbiri kaçamaz, kaçmamalıdır. İsrail’in işgalci ve kendisine ana yurt edinme ideoloji ile ütopyaları kapsamında, APARTHEID uygulamaları, dünya kamuoyu tarafından kabul edilemez olmasına rağmen, kendilerini demokrasinin havarileri olarak empoze eden ABD ve İNGİLTERE’nin, İsrail’in tüm davranışlarının, yasa tanımazlıklarını benimseyerek, ona hem maddi, manevi hem de askeri destek vermesi ise, emperyalizmin açık bir tanımlamasıdır.

Bölgede şu an mevcut olan düşük yoğunluklu ateş aşamasından geniş katılımlı bir savaş konusuna geçilmesi an meselesidir. ABD’NİN başı çektiği emperyalist blok, elini Ortadoğu’dan çekmediği sürece bu topraklarda barışın yerleşmesi mümkün değildir. Enerji havzasına, yalnız başına oturmak isteyen ABD karşısına, ciddi ve donanımlı silahlı bir güç çıkmadan her şeyin, verilen vaatlerin, diplomatik sonuçsuz temasların, sadece söylevlerde kalacağı unutulmamalıdır.

Arap ülkeleri, ellerindeki büyük doğal kaynakları ve birikmiş finansman olanaklarını, akıllıca kullanarak günümüzde, en borçlu ülkelerin başında yer alan ABD’yi mali yönden, endirekt olarak kontrol edebilecek iken, onun dümen suyuna girip neredeyse emri altında hareket etmek durumunda kalmaktadırlar. Bu çok enteresan bir durumdur ki, tamamen bir kırılma noktasını teşkil etmektedir. İşte bu kırılma noktasının en büyük argümanı ise “DİN, DİNİN FARKLI YORUMLARI, MEZHEP TARTIŞMALARI“ olarak karşımıza çıkmaktadır.

Arap ülkeleri, bağnaz, tamamen gerici din ve mezhep tartışmalarından çıkarak “SEKÜLER“ davranış içine girip totaliter ve tutucu rejimlerini yıkıp katılımcı demokrasi kavramını içselleştirdikleri zaman ABD karşısında çok ciddi bir ekonomik güç olacaklardır. Ancak Arapların rejimlerinin, yönetimleri öncelikle kendi ceplerini ve menfaatlerini aşırı düşündükleri için halklarına modern imkânları tanımak istememektedirler. Dikkat edilirse bütün Arap coğrafyasında, muhakkak surette bir ailenin, milli gelirin önemli bir kısmını cebine indirdiği, saltanat sürdüğü, ancak halkın oldukça sıkıntılı ekonomik yapı içinde olduğu görülmektedir. Avrupa’daki, DANİMARKA, İSVEÇ, BİRLEŞİK KRALLIK gibi ülkelerde MONARŞİ uygulanmasına rağmen, Arap rejimlerindeki, uygulamaların kalmadığını hala anlamış değillerdir. Arap rejimleri, kendi aralarında mezhep, dini görüş, dini yorum farklılıklarını bir kenara bırakıp, SEKÜLER bazda ortak bir görüş etrafında birleşirlerse, günümüzde kurulmuş olan AVRUPA BİRLİĞİ ülkelerinden daha büyük bir ekonomiyi kısa zamanda hayata geçirebilirler, ancak bu olgu hiçbir zaman İSLAM DİNİNİ ön plana çıkararak olmaz.

Günümüzde bazı Arap ülkeleri Filistin’e yardım etmektedirler ve bunu önemli oranda devamlı yapanlar vardır. Bu yardımlar ile Filistin’in kalkınması ve bir yere gelmesi kesinlikle mümkün değildir. İsrail’in durdurulması, ancak silahlı karşı koymak ile mümkündür. Bu karşı koymak hiçbir zaman GAYRİ NİZAMİ HARP metotlarıyla olmaz. İsrail’in karşısına, düzenli, emir komuta bütünlüğü, hiyerarşik yapısı olan, özel eğitimli bir ordu koymak gereklidir. Arap ülkeleri birleşip kendi aralarında, LEJYON BİRLİKLERİ kurabilirler. Böyle tesis edilecek lejyon birliklerinin üç yılda eğitimlerinin tamamlanması mümkündür. 1948 yılından beri geçen 76 yılda herhalde bu uygulama çok rahat netice alırdı. Kurulabilecek bu LEJYON BİRLİKLERİ için FRANSIZLARIN uygulamaları örnek olarak alınabilecektir. Ancak burada en önemli husus ise, bu birliklere din konusu hiçbir zaman sokulmayacak her dinden olan insanlar, ateistler dahil yer alabilecektir. Askerlerin isimleri değiştirilerek onlara yeni kimlikler verilecektir. İşte, İsrail o zaman durdurulabilecektir.

● Yardımlar yapılması ve suiistimaller
Filistinlilere dünyanın birçok yerinden insani yardımlar ve nakit paralar gelmektedir. Bu yardımlar, daha ziyade İslam ülkelerinden gönderilmektedir. Yardım konvoyları, daima İsrail kontrol noktalarından geçtikten sonra mülteci kamplarına girebilmektedirler. Uygulamaya bakıldığında, birçok aksaklık ve suiistimalin yapıldığını belirlemek her zaman kolaydır. Benim şahit olduğum basit bir olayı burada sizlerin bilgisine not etmek istiyorum. Mülteci kampına gitmekte olan, Alman plakalı bir TIR kontrol noktasında durdurulur ve 2 asker kapısını açıp içine girerler. Ancak çıkarken ellerinde birçok büyük boyda koliler olması ise, dikkatimi çekmiştir. Bu kolileri kendi araçlarına koyarak oradan uzaklaşırlar. Bunun sorumlusu tartışılmasız İsrail devletidir.

Yapılan yardımların tam miktarları ile Filistinlilere ulaştığını söylemek ise, tamamen abesle iştigaldir. Ne kadar Filistinli üst düzey yetkili tanıdıysam bunların hemen tamamına yakınının TUNUS’TA, CEZAYİR’DE, FRANSA’DA lüks içinde yaşadıklarını gördüm. FKÖ lideri YASER ARAFAT da bunlardan birisidir. İnşaat mühendisi olan ARAFAT Kuveyt’te Bayındırlık Bakanıydı ve bütün geliri aldığı maaştan ibaretti. Yıllar sonra kendisini TUNUS’TA, FRANSA’DA gördüğümde, tanımak mümkün değildi. Başında kefiyesi olmadan İtalyan takım elbiseler içinde çok farklı bir portre çiziyordu. Etrafındaki birçok güzel hanımlar ile sanki direnişçi değil de Avrupalı bir PLAYBOY idi. Kendisi hakkında birçok dedikodu olduğunu da belirtmek isterim. Bu konuları ayrıca FKÖ ve EBU İYAT başlıklı makalelerimde detaylarıyla anlatacağım.

Birçok Filistinli yöneticinin hemen kısa süreçte zengin ve varlıklı insanlar sınıfına geçmeleri acaba sizce tesadüf müdür? Ben bu yöneticiler içinde sadece Dr. Abdülaziz Rantisi’yi tenzih etmek isterim ki kendisi zaten zengin bir aileden gelmişti. Birçok iddianın kamuoyunda dolaştığını da bu vesile ile gündeme getirmek istedim. Örneğin YASER ARAFAT’IN 9 milyar dolar miras bıraktığı ve eşine FKÖ tarafından ayda 250.000 dolar maaş ödenmesi birçok kaynakta konuşulur olmuştu. Fransa’da yaşayan eşinin de bir Türk ile evlenmiş olması bu konular içinde gündeme gelmekteydi.

Son dönemde, gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da konuşulan konular içinde MAHMUT ABBAS’IN ve İSMAİL HANİYE’NİN Türkiye’de çok büyük gayrimenkulleri ile 3 milyar dolar nakit parası olduğu bazı kaynaklarda iddia edilmektedir. Bu durum benim açımdan hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Çünkü benzer olayları birçok yöneticide gördüğümü de bu vesile ile belirtmek isterim.

Filistin coğrafyasında HAMAS örgütünün Sünni İslami kavramları ön plana çıkararak katı radikal İslamcı görüşler ile başarılı olacağını değerlendirmiyorum. Dünya kamuoyuna bakıldığında İslam, Müslüman, kelimesinin yanında hemen terörizm kelimesi yakıştırılmaktadır. Öncelikle bu yaftadan kurtularak SEKÜLER bir hareket alanı açarak etkin bir mücadele zemininin oluşturulması gereklidir. Filistin içinde partizan hareketlerin bir araya gelerek gerçekten ülke bütünlüğüne yararlı olabilecek unsurların gündeme getirilmesi sağlanmalıdır.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar