Cuma, Ekim 18, 2024

İktidar Muhalefet Elele Filistin Davası Milli Mesele -II

Vatan yaratmak için bir diğer bağımsız ülkenin topraklarını işgal etmek insanlık suçudur


Sevgili okurlarım,

Arapların Filistinlilere bakışına ve davranışlarına çarpıcı bir örnek daha olması açısından, NACİ EL ASTAT olayını da bu vesile ile dikkatlerinize not etmek isterim.

Bu kişi, kendisine MISIR hükümeti tarafından verilmiş resmi bir yolculuk belge ve iznine sahip bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, kişinin bütün Arap ülkelerinde rahatça seyahat edip dolaşmasına olanak tanıyan bütün gerekli resmi dokümanları mevcuttur. Bu belgeye güvenen EL ASTAT doğruca Kahire’ye hareket eder.

Elinde resmi seyahat belgesi olmasına karşın, KAHİRE havaalanına gelince bir sürprizle karşılaşarak ülkeye sokulmaz ve havaalanı yetkilileri ile polis onu havaalanında uzun süre beklettikten sonra, Şam’a giden bir uçağa bindirirler. Şam’a gelen EL ASTAT burada da ikinci bir sürprizle burun buruna gelerek, Suriye’ye sokulmaz ve yine benzer bir uygulama ile havaalanında uzun süre beklettikten sonra, polis ve havaalanı yetkilileri tarafından, Kuveyt’e giden bir uçağa bindirilir. Artık rahatladım diye düşünen EL ASTAT Kuveyt’e indikten sonra, daha bavullarını ararken, yine havaalanı yetkilileri ile polisi karşısında görünce durumu anlar ve “Şimdi beni nereye göndereceksiniz“ diye sormaktan kendini alamaz.

Kuveyt yetkilileri de diğer havaalanlarında olduğu üzere, uzunca bir süre beklettikten sonra, onu Ürdün’ün başkenti Amman’a giden uçağa bindirirler. Böylece Ürdün’e ulaşan EL ASTAT bu defa burası muhakkak beni ülkelerine kabul edecektir diye düşünürken yine aynı senaryo tekrarı içinde Ürdün’e de kabul edilmez. Böylece EL ASTAT haftalarca uçaklarla dolaşıp hiçbir Arap ülkesine girememiştir. Aradan geçen uzun bir süre sonra, devreye önemli yetkililerin girmesi sonucunda, bir Arap ülkesinde kendisine yer bulabilmiştir.

İşte görüldüğü kadarıyla, Arap ülkeleri ile DİN KARDEŞLİĞİ, etnik köken, akrabalık ile kültürel bağlar gibi birçok ortak unsurları olan Filistinlilerin, yurtlarından silahla kovulmak istenmeleri karşısında geliştirdikleri direniş hareketi kapsamındaki MİLLİ DAVALARINI, çeşitli yapay ve mesnetsiz nedenlerle Arap ülkeleri hiçbir zaman, günümüze kadar, benimsememişlerdir.

Şimdi sizlere, hem iktidar hem de muhalefet partileri olarak soruyorum; bu durumun ülkemizin MİLLİ MESELESİ olması için ne gibi ciddi argümanlar ileri sürebilirsiniz. Bunu kamuoyuna lütfen açıklar mısınız? Bana göre Filistin’i ve Filistinlileri hiç tanımayan sizler gibi, hitap ettiğiniz, halk kitleleri de bu bilgi birikiminden yoksundurlar. Nedeni ise, ülkemizin EBEDİ bireysel hastalığı olan “OKUMAMAK“ olduğu unutulmamalıdır. Okuma alışkanlığını edinmemiş toplumların muhakeme kabiliyetinin gelişmediği bilimsel olarak ispatlanmış bir kavramdır.

Şimdi gelelim iktidar cephesine ve onların nasıl algıladıklarına. Sayın Erdoğan, siz tapu müdürü değilsiniz, ülkeyi parlamenter demokratik rejimi ortadan kaldırarak, tek adam rejimiyle 22 yıldır yöneten birisiniz. Başka bir anlatımla askeri vesayet türküsünü, hitabet beceriniz sayesinde, halka yutturup kendi vesayetinizi ortaya koymuş partizan ve otoriter, egosu çok yüksek yapıda bir kişisiniz.

Filistin ve diğer FEDAİ örgütleri ile ilgili, onların ülkemizde yaptıkları terörist eylemler dahil olmak üzere, çok detaylı bilgiler istihbarat kuruluşlarının arşivlerinde muhakkak surette vardır. Oradan bir bilgi notu isteseydiniz, birçok önemli ve geliştireceğiniz politikalara mesnet teşkil edecek, detaylara vakıf olurdunuz. Netice itibariyle, böyle İsrail hakkında, hamasi nutuklar atıp iç politikada prim yapmak için, her fırsatı kullanmadan önce muhakkak surette olması gerektiği gibi bir değerlendirme yapardınız.

Sayın Erdoğan, hatırlatmak isterim ki, CUMHURBAŞKANLIĞI makamının, ulusal ve uluslararası bir ağırlığı vardır ve hemen her fırsatta CUMHURBAŞKANI ortaya çıkıp konuşmamalıdır. Sizin yandaşlarınızın ve medya organlarınızın, slogan haline getirdiği “DÜNYA LİDERİ“ yakıştırması, davranışlarınız ve söylevleriniz çerçevesinde, maalesef yerine oturmamaktadır. Medyaya hükmediyorsunuz, onlara istediğinizi yazdırıp söyleterek algı operasyonlarını çok etkili yapıyorsunuz, ancak son yerel seçimler bunun da çok kısıtlı olduğunu net verilerle göstermiştir.

İşte bu nedenle, CUMHURBAŞKANLIĞI makamı, onu işgal eden kişinin davranışı, eğitimi, bilgi birikimi, nezdinde GERÇEK İTİBAR kazanır, sözlerinin siyasal platformlarda bir ağırlığı olur. Yoksa itibardan tasarruf edilmez mantığıyla kamuya ait olan, harcanan büyük paralar ise, hiçbir zaman arzu edilen ÜLKE İTİBARININ kaynağı olamaz, sadece kişisel egonun tatmini ile sınırlı kaldığı görülür. Görüldüğü kadarıyla, siz hala 22 yıldır, parti başkanı kimliğinden kurtulamadınız ve mikrofon gördüğünüz yerde, konuşma ihtiyacı duyuyorsunuz.

Uzun zamandır sıklıkla birçok uluslararası toplantılarda, BİRLEŞMİŞ MİLLETLERDE, NATO nezdinde “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR“ diyerek elinizle de beş işaretini göstermektesiniz. Bunun bir karşılığı olduğunu gördünüz mü? Ben görmedim! Konuyu hiçbir siyasi platforma, tartışılabilir düzeyde olmak kaydıyla, taşıyamadınız ve hiçbir liderin bunu müzakere eder hale gelmediğini kamuoyu açıklıkla izlemektedir. Oysa bunu ağırlığı olan bir siyasi liderin söylemesiyle etkisinin çok ciddi boyutlarda olacağına eminim. Lütfen bu hususu öz eleştiri çerçevesinde değerlendiriniz.

Bu durum ülkenin de itibarıyla ilgili olup, ulusal ve uluslararası kamuoyuna güven vermek ise başlı başına farklı bir olgudur. Fakat bu husus sizin politika anlayışınızda yer almamaktadır ki, ben bunun eğitiminiz ve bilgi birikiminiz ile ilgili olduğunu değerlendiriyorum. Gelinen bu durumda, maalesef ülkenin geleceğine cehaletin ipotek koyduğunu görmek ülke nüfusunun, yarısından fazlasını rahatsız ettiği gerçeğini değiştirmemektedir.

Filistin tarihindeki çözümlemeleri ne iktidar ne de muhalefet partilerinin yeteri kadar yapamadıklarını izlemek, entelektüel bir vatandaş olarak, beni son derece rahatsız etmektedir.

İSRAİLLİN ANA VATAN KURMA ARZUSU
Günümüzde, yeni bir üçüncü dünya savaşının fitilini ateşleyecek olan Filistin – İsrail arasında emperyalist ülkeler tarafından, düşük yoğunluklu ateş olarak tanımlanan çatışması, başlı başına, siyaseten ve askeri strateji açısından üzerinde durulması gereken konuların başında gelmektedir. Şimdilerde ise orta yoğunluklu ateş olarak değerlendirilen durum, artık yavaş yavaş savaş ortamına dönmüş bulunmaktadır. İsrail’in Lübnan’a Hizbullah’ı önceleyerek saldırması yeni bir savaşın ışıklarını yakmaktadır.

Filistinliler ve İsrailliler, köken itibariyle birbirleri ile “amca çocukları“ olarak akraba olmalarına rağmen, İsrail’in bitmez tükenmez “ANA VATAN KURMA” istekleri nedeniyle 1948 yılından itibaren 76 yıldır, silahlı mücadelenin paydaşları olarak dünya kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. Bu silahlı çatışmalarda Filistin Kurtuluş Örgütü ( FKÖ ) gayri nizami harp metotları uygulamasına karşın İsrail devletinin ise, düzenli ordu ile orantısız güç kullanarak Filistinlileri farklı tarihlerde yaptığı askeri operasyonlar çerçevesindeki saldırılarla, katletmesi söz konusudur. Bu saldırıların askeri hedefler yerine daha ziyade sivil halk üzerinde olması ise, insanlık suçu işlemenin tanımına uymaktadır. Savaş şartlarında bile CENEVRE SÖZLEŞMESİ esasları uygulanması gerekirken İsrail savaş kabinesinin layüsel hareketlerinin bir açıklaması olamaz.

Gelişen bu süreçlerde, Filistinli yöneticiler, tüm çalışmalarını Filistin’in kurtuluşu için gerçek milliyetçi bir kuruluş olmadığından, Arapların sağ ve sol görüşlü partilerinin insafına bırakmışlardır.

Filistin’de, Araplar arasında çok farklı gruplar olmasının yanı sıra, LAİK düşünceler ile direniş hareketi içinde, mücadele veren, EBU İYAD gibi, siyasi yöneticilerin var olduğunu görmek beni çok şaşırtmış ve aynı zamanda da memnun etmiştir. Çünkü, dünya genelinde İslam coğrafyasına bakıldığında terör odakları ile silahlı çatışmaların önemli bir kısmının, bu yörelerde hayat bulduğu, görülmektedir.

YAHUDİLERİN FİLİSTİNLİLERE SALDIRILARI
EBU İYAD’ın yaşamının başlarına dönersek, onun ailesine yapılanlar nezdinde, İsrail devletinin, Filistinlilere yaptıklarını daha iyi anlamış oluruz. 13 Mayıs 1948 günü, Israil Devleti’nin kurulduğunun dünya kamuoyuna açıklanmasına çok az bir süre kala, TEL AVİV’e üstlenmiş olan Yahudi topçusunun, her yeri bomba ve mermi yağmuruna tutmaya başladığı görülmektedir. EBU İYAD’ın doğduğu Yafa şehri tamamen Yahudiler tarafından kuşatılmış olup, güneye giden tüm yollar kontrol altında tutulduğu için Yafa şehrinden kaçan ailelerin, sadece deniz yoluyla Gazze’ye sığınmaktan başka çareleri kalmamıştır. İşte bu Gazze’ye kaçan aileler arasında EBU İYAD’ın ailesi de vardır.

Aile, anne, baba ve dört kardeşi ile bir teknede ancak yer bulabilmişlerdir. Geniş olan ailenin, diğer üyeleri ise, bir başka tekne ile hareket etmişlerdir. Böylece, Yahudilerden kaçan Filistinliler ve özellikle de EBU İYAD’ın ailesi için, sürgün hayatının başladığı anlaşılmaktadır. Liman ana baba günü gibidir ki bu arada yüzme bilmedikleri halde denize atlayıp intihar eden kişilerin de olduğu bazı basın organlarında kısa notlar halinde duyurulmuştur.

Kadın, yaşlı, çocuk kalabalığının, görünümüyle çok etkileyicidir ve bazılarının çığlıkları, kiminin yakınmaları ile hıçkırıkları, kulakları sağır edici patlamalarla son bulmaktadır. Buradaki manzarayı açıklayabilmek insanlık açısından, pek kolay değildir.

Bu olayın Filistinlilerin yaşamlarında bir dönüm noktası olarak kabul edilen, DEİR YASİN katliamından yaklaşık, bir ay önce gerçekleştiği halde, halk arasında çok büyük bir korku ve dehşet havası estirerek korku iklimi yarattığı görülmektedir.

Filistin’in DEİR YASİN köyünde olduğu gibi aynen Yafa’nın da Yahudi güçler tarafından tamamen kontrol altına alınarak denetlenmesi söz konusudur. Yahudi Ajansı’nın resmi ordusu olarak HAGANAH silahlı saldırılarda, faaliyet göstermektedir. Bu ordu gayrinizami harp metotlarını o dönemlerde MENAHEM BEGİN’in yönetiminde yürütmektedir. Aynı zamanda, ayrılıkçı diğer güçlerle de temaslarının olması olayın bir başka yönünü, Yahudi toplum hareketini göstermektedir.

HAGANAH’ın tek amacı, Yahudi devletinin toprakları içinde kalan Arap yerleşme merkezlerini temizlemeye yönelik tüm silahlı eylemlerin yapılmasıdır.

MENAHEM BEGİN’in kurmuş olduğu, IRGUN ZVEİ LEUMİ örgütüne bağlı militanlar, 9 Nisan 1948 günü, Kudüs’ün batısındaki bu sakin köye saldırısında, 250 kişiden fazla savunmasız erkek, kadın, çocuk vurulmuş, boğazlanmış, ya da canlı canlı toprağa gömülmüştür. Birçok ceset üzerinde yapılan incelemede kasaturayla delik deşik edildiği, bunun yanı sıra 30 hamile kadının karınlarının deşildiği, Uluslararası Kızılhaç tarafından tespit edilmesi ise çok daha vahim olayların ileride gündeme geleceğinin işareti olmasına rağmen, bu konuda, uluslararası toplum kuruluşları nezdinde, yeterli adımların atılmadığının da bir gerçek olduğu unutulmamalıdır.


Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar