Cuma, Ekim 18, 2024

İktidar Muhalefet Elele Filistin Davası Milli Mesele -III

Vatan yaratmak için bir diğer bağımsız ülkenin topraklarını işgal etmek insanlık suçudur


Sevgili okurlarım,

O dönemlerde Birleşmiş Milletler toplanarak, gerekli önlemleri siyaseten alabilmiş olsaydı, günümüz itibariyle katliamlarda ölen 50.000 kişi ile yaralı 110.000 kişinin kayda geçmesini önlemiş olurlardı. Unutmamak gerekir ki, Birleşmiş Milletlerin yaptırım gücünün olmaması bu olaylarda saldırgan tarafları cesaretlendirmektedir.

Filistin direnişinde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
Filistin direnişinde, “ RADİKAL İSLAMCI “ bir grup olan HAMAS ile ilgili olarak, oldukça detaylı bir makaleyi kaleme alarak dikkatlerinize sunmuştum. Birçok ülkenin terör listesinde hemen başlarda yer alan bu örgüt hakkında T.C. CUMHURBAŞKANI’nın onu direniş örgütü olarak kabul etmesinin temelinde sadece Sayın Erdoğan’ın salt dinsel yaklaşımlarının yer aldığı, dikkat çekmektedir.

İslami direniş hareketi olan HAMAS, MÜSLÜMAN KARDEŞLER örgütünün ideolojisinde, tamamen DİN DEVLETİ şeklinde teşkilatlanıp yönetilecek bir Filistin için halka dayatmaktadır. Bu durum, Filistin’de yaşayan, toplumlar arasında, ciddi ve köklü bir ayrışmayı da beraberinde getirmektedir.

Bu aşamada Amerika Birleşik Devletleri Başkanı NIXON’un “Hiçbir Müslüman ülkesinde laiklik olmamalıdır. Onların demokrasi ile idare edilmesi önlenmelidir, yönetimlerindekileri muhakkak elde etmemiz gereklidir“ sözlerini hatırlıyorum.

Çünkü günümüzde de 2017 yılından itibaren ülkemizde uygulanan tek adam otoriter rejiminin dini baskılar ile her şeyi DİN kavramı içeriğinde, açıklamak için dayatmaları artık ülke genelinde, bireyler tarafından, çekilemez bir hale gelmiştir. Erdoğan ve şürekâsı bu davranışları ve Atatürk düşmanlıkları ile bir şekilde açıklama yapmak durumundadırlar. Erdoğan yalnız değildir. Emperyalist ABD ve İNGİLTERE’nin de parmağı olduğu not edilmelidir.

Hamas ile tamamen farklı siyasal görüşler çerçevesinde hareket eden, Filistin Kurtuluş Örgütü ( FKÖ ) ile ilgili, bazı çok önemli bilgileri, atlamadan sadece gerçekler bazında olaylarla hatırlatmak istiyorum. Filistin kurtuluş örgütü ( FKÖ ) denilince EBU İYAD ve EBU ANMAR isimlerini yazmadan geçmek Filistin direnişinin önemli bir başlangıç noktasını teşkil eden, organik yapısını anlamamak olacaktır.

Bu gelişmeler çerçevesini dikkate alarak, Filistin davasında önemli rol üstlenen fedai örgütleri içinde en önemli yeri işgal eden, EL FETİH hakkında ana hatları ile bazı bilgileri vermek istiyorum.

EBU İYAD ( SALAH MESBAH HALEF ) ve EBU ANMAR ( YASER ARAFAT ) döneminden önceki Filistinli yöneticilerinin, Filistin ulusal hareketini Arap rejimlerinin iradesine bağlamak hatasını işlemişlerdir. Bu rejimlerin otokratik, egoist ve bencil duygularıyla, Arap halklarının çıkarcılıktan uzak güdülenmelerini birbirine karıştırdıkları izlenmektedir.

Filistin direniş hareketi bünyesinde, çok önemli bir yeri olan, EBU İYAD’ı tanımak ve onunla farklı zaman dilimlerinde, çeşitli coğrafyalarda karşılaşıp, sohbet etmek, bazen de olayların gelişimi ile o dönemlerde, Türkiye’de yapılan terör eylemlerini tartışmanın ne kadar yapıcı, ufuk açıcı ve perspektif kazandırıcı olgu olduğunu bugün çok daha iyi anlıyorum. Uzun zaman öncesinde, yapmış olduğumuz görüşmelerin notlarına bakarak, bugün ancak kamuoyuna açıklayabildiğim DETAYLAR kapsamında yer verebiliyorum. Bu hususta eğer kafalarınızda soru işaretleri olan kısımlar gündeme geldiğinde bana e-mail ile ulaşıp sorarsanız, muhakkak özel olarak açıklamalarda bulunacağımı unutmamanızı isterim.
Seni tanıdığıma çok memnun oldum “ VATANSIZ FİLİSTİNLİ “

İngiltere Mandasındaki Filistin
Filistin davası veya direnişi denilince, başı çeken konuların öncülüğünün İngiltere’nin mandası olduğu dönemin de not edilmesi gereklidir diye değerlendiriyorum. Bölgedeki Arap hükümetlerinin çoğu o dönemde İngiltere’nin sultası ya da etkisi altındaydı ve zorunlu olarak, ya da isteyerek, özelikle İngiliz emperyalizmine karşı savaşan bir kurtuluş hareketinin içten, samimi müttefikleri olamazlardı.

Filistin İngiliz mandasında iken, siyasetçiler ve devlet yöneticileri egemen bir devlet olması üzerinde ısrarcıydılar, ancak sömürge yetkilileri de bunun üzerine iktidarlarını uzatmak için çeşitli eylemler ile girişimleri devreye sokmuşlardır. Onların menfaat ve şahsi çıkarları için ise, Filistin’deki anlaşmazlıkları, Yahudilerle Araplar arasındaki düşmanlığı körüklemeleri ve gerekirse silahlı çatışmalara yol açmaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Nihayet, zamanın gelişimiyle, 1946 ilkbaharında sömürge yetkilileri, Arap çoğunluğun durumunu ve duruşunu dengelemek amacıyla, açıkça, görünür bir biçimde, Yahudilerden yana bir tutum sergilemişlerdir.

Araplara karşı acımasız bir baskı sürdürürken, İngilizlere karşı canavarca cinayetler işleyen, Yahudi tedhişçilere karşı akıl almaz boyutta tolerans ve hoşgörülü davranış içindedirler. Bu kapsamda, kolluk kuvvetleri, HAGANAH’a ve diğer Yahudi örgütlerine dışardan çok sayıda silah ve mühimmat gönderilmesine göz yumuyor, fakat ateşli silah bulunduran bir Filistinli Arap vatandaşı cezaevine atmaktan çekinmiyorlardı. Bir bıçak bile bulundurulması yasak olup cezası ise, altı ay hapis olarak bilinmektedir. Tüm bu gelişmeler içerisinde, Arap liginin silahlanarak bütün Arapların birleşik halde İsrail’e karşı duracağı açıklanmış ve bu duruş Filistinli gençleri daha da umutlandırmıştır. Ancak tüm bu söylevler, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek sadece açıklamalarda kalacak bir olgu olarak tarihteki yerini muhafaza etmiştir.

Filistin’de her şey İngiliz istihbaratı MI 6 tarafından planlandığı gibi gelişmiştir. İngilizler, manda yönetimini bilhassa İsrail devletinin kurulması için yapmışlardır. Ben bu konuyu, yıllar sonra, birçok defa İngiliz iç istihbaratı MI 5 başkanı PETER WRITE ile Londra’da ve Sydney’de konuşmuş ve onun görüşlerini, bu vesile ile öğrenmiştim. İngiltere 1947 yılı sonunda Filistin üzerindeki mandasından vazgeçtiğini ve askerlerini 15 Mayıs 1948 tarihinden önce çekeceğini açıklayınca, Filistin halkının büyük bir kısmında, İngilizlerin koruması kalkınca, Yahudilerin yine katliam yapacakları düşüncesi hâkimdir. Filistin’deki ekonomik darboğaz bütün yaşayanları çok fazla tedirgin ettiği için yeni yeni katliam ve kıyımların gelebileceği düşüncesinin Yahudilerin yaratmış olduğu korku ikliminde hayat bulduğu izlenmektedir.

O dönemlerde her iki toplumun birbirinin dillerini rahatlıkla konuştuğu ve ayrı ayrı ibadet ettikleri de bilinmektedir. İngilizlerin araya ayrılıkçı fikir ve düşünceleri sokmasından önce, çok kültürlü bir Filistin’in yaşayabileceği düşüncesi birçok yöneticide karşılık bulmaktadır. Bu beraber yaşam koşullarına örnek vermek EBU İYAD’ın ailesi çerçevesinde, mümkündür. Onun ailesi on kuşaktır Gazze’de yaşamış olup hemen herkes günlük lisan ile İbranice konuşabilmektedir. Ailenin SEFARAD Yahudilerinden bu dili öğrendikleri bilinmektedir. Kadastro memuru olan babasının bu görevi nedeniyle Yahudi aileler ile de çok sıkı ilişkilerinin olması, hayatın normal akışı içinde kendiliğinden gelişmektedir.

Amcalarından birisi ise, bir Yahudi hanımla evlidir. 1940 yılında babası, kadastro memurluğundan istifa edip, memuriyetten ayrıldıktan sonra, CARMEL mahallesinde bir bakkal dükkânı açtığında ise, yine müşterilerinin çoğunu Yahudilerin teşkil etmesi, iki toplumun birbirine olan yakınlığını simgelemektedir. Bu dönemlerde, iki toplum birbirlerinin dini bayramları olduğunda beraberce karşılıklı kutlama ve tebrik ziyaretleri yaptıkları bugün bile birçok Arap kentinde, Kuveyt’te, Irak’ta, Dubai’de anlatılmaktadır. Orada eski dönemleri yaşamış olan kişilerden çeşitli seyahatlerimde hikayeler dinlemiştim ve hepsinin de içinde Yahudi düşmanlığı olduğunu pek görememiştim. Komşularını hala hatırlayanların, onları bayram ziyaretleri ile andıklarına bizzat şahit olmuştum.

Arap ve Yahudi kültürünün Filistin’de, harmanlandığı ortamların var olması ise maalesef emperyalist ülkeleri rahatsız etmiştir. Bu karşılıklı bayram kutlamalarının bir gelenek haline gelmesinin de önüne geçmek isteyen İngiltere başta olmak üzere, Ortadoğu’da siyasi emelleri kendi çıkarları üzerine kurulu olan ABD özel bir planı uygulamaktan geri kalmamışlardır. Bu plan 76 yıldır sürdürülmesine karşın, hiçbir uluslararası ÜST AKIL farklı barışçıl alternatif çözüm yollarını maalesef gündeme getirememiştir.

Emperyalist ülkelerin büyük Ortadoğu projesi adını verdikleri (BOP) ve uzun zamandır uygulamaya koydukları bu eylem planının ülkemiz için de çok sıkıntılı olacağını, maalesef iktidar partisi kurucu lideri Sayın Erdoğan da anlamış değildir ki, sıklıkla “Ben de büyük Ortadoğu projesinin EŞ BAŞKANLARINDAN biriyim“ demektedir. Kendisinin bu kadar büyük bir yanılgıya düşebileceğini düşünmek bile istemiyorum. Ancak, son dönemlerde FETÖ terör örgütü gibi bazı örneklerin olduğunu ve kendisinin de kamuoyuna “yanıldık allah affetsin“ diyerek siyasal ve yasal sorumluluğu üstlenmediğini belirtmeden geçemeyeceğim. Bu durum bir başka ironi olarak entelektüel birikimli camiada değerlendirilmektedir.

Ebu İyad’ın gençlik yılları ve ilk militanlığı
Filistin direnişinin başlangıcının değerlendirilmesi söz konusu olduğunda, bu önemli kişinin yaşamından kesitler alınarak izlenme yapılması gerektiğini düşünüyorum. EBU İYAD’ın okul yıllarına bakıldığında, ilk ve orta öğrenimini mülteci kampında kalarak gerçekleştirdiği kayıtlarda yerini bulmaktadır. Ailesinin maddi olanakları mülteci oldukları için tamamen kısıtlanınca, üniversite öğrenimine Mısırdaki EL EZHER medresesinde devam etmesi, öğrencilere yapılan yardımlar ile burslar dikkate alınarak ailesi tarafından önerilmişti. Babasının yakını olan ŞEYH YUSUF’un katkıları ve tavsiyesi nezdinde bu önemli medreseye kabul edilir. Ancak bu kuruluşta eğitimine devam ettiği süreçte, babası tarafından verilmiş olan büyük bir miktar paranın kovuşta ceketiyle beraber çalınması, herkes tarafından YÜKSEK AHLAKLI MEDRESE olarak tanınmış kuruluşa karşı bir soğukluk ve güvensizlik durmasının nedenini oluşturmuştur.

Bir diğer taraftan, dinsel eğitimden nefret eden EBU İYAD hemen kendisine başka bir okul aramaya başlar. O dönemde öğretmen yetiştiren, bir çeşit yüksek öğretmen okulu düzeyinde olan, DARÜL ULUM adlı okulun çok seçici sınavlar yaparak zor şartlarda öğrenci kabul ettiği de bilinmektedir. Bu okul, aynı zamanda kendisinin de devam ettiği, EL EZHER ile yakın işbirliği içindedir. EBU İYAD’ın laik ideallerine pek uygun düşmeyen, ama hiç değilse tanrıbilim dışında, ona çekici gelen Arap dili ve edebiyatı, felsefe, ruh bilim gibi derslere yer veren, öğrenim programı olması da orayı tercih etmesinde önemli bir etmen olmuştur.


Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar