Yeryüzünde bir zamanlar insanların küçük birimler içinde yaşadıkları hayatların, kolay tarifler ve basit nitelikler taşıdığı biliniyor. Birey ve toplulukların aidiyet ve kimlikleri tarihin uzun dönemleri boyunca soy-sop, site, klan, aşiret vb birimler ve özellikleri üzerinden tebarüz etti.
Onların aralarındaki münasebetlerin sonrasına göre kısıtlı ve sınırlı seyrinde, farklı bir kişi ya da birey’in varlığı o zamanki kapalı topluluklarda kendi güvenlikleri başta olmak üzere birincil gündemleri idi ki; kendilerinin dışındaki ‘yabancı’ bir unsur olarak tespit ve teşhis edilmesi durumudur.
Nüfusun az, çevrenin tenha sayılabileceği dönemlerin korkuları kitlesel göç dalgalarının gelip geçici de olsa ortalığı darmadağın edecek olan tehlikelerdi.
Tarih; savaşlar veya ticari münasebetler yoluyla toplulukları kendilerinden farklı olanlar ile biraraya getiren safhaları barındırıyor. Kıtalar arasında geçit yolu teşkil eden coğrafyalar ile okyanusların izole ettiği ada toplumlarının dışarıdan gelen hareketler ile büzüşme veya bütünleşme katsayıları önemli göstergelerdir. 19.yy’dan itibaren ticari burjuvazinin; daha evvelinden gelen koloniyal tecrübelerin yedeğinde değişimi sanayi kapitalizmine doğru yönlendirmesi ayrı bir dönüm noktasıdır.
O ara, efendi-serf ve monarklar’dan işveren-emekçi ve meşruti monarşiler dönemine; idari yapılanmaların, sanayi, tarım, şehirli, köylü, işçi karakterli toplumlar olmalarına göre değişen ideolojik açılımlar ve savaşlar eşliğinde yukarıdan aşağıya doğru emperyal biçimde şekilleniyordu.
1.ve 2.Büyük Savaş’lar öncesi belirli coğrafyalarda üretim ekseninde serpilen kapital, bilahare yaygın coğrafyalarda üretimin yanına tüketimi de katarak, kamusal iktisat ve serbest pazar ekseninde ‘rezerv para’ merkezli konvertibl ‘değişim değerlerine’ kilitleniyordu. Bugün Dolar’ın rezerv para konumunun uluslar arası sahnede tartışılır hale gelmesine kadar ulaştı.
Bu topraklar için üzerinde durulmayan bir husus ise; Resmî tarihin Osmanlı İmparatorluk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin usul-füruğ bağlamında usulün inkarına meyilli devlet-bürokrat tavrı ile bunu kabullenmeyen Anadolu halkı arasında gidip gelen ikircikli iç politik ve etkili dış münasebetler dengesinin varlığıdır. 20.asır boyunca ‘küllerinden doğan’ biçimi ile bir kimlik sorunu olarak devam edegelir.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne etkili dış münasebetlerin en önemli atağı 1950 sonrası yapılarak, 1923-1939 çizgisinin makas değişimi sağlanmış, usul ve füruğun birbirlerine zıt görünse de kültür, eğitim, hukuk düzenlemelerine ilaveten iktisadi açıdan da “borçlanma” parantezinde aynı kadere ortak koşulmaları neticesini doğurmuştur.
İlk dış borçlanması1854’de Abdülmecid zamanında başlayan Osmanlı Devletinin tasfiyesine kadar Düyun-ı Umumiye, 1923’den borçların itfasının tamamlandığı 1954’e kadar Türkiye Cumhuriyeti ve bu tarihten günümüze Türkiye Cumhuriyetinin kendi dış borçlanması süreci fasılasız, kronik, adeta ‘beyaz atlı prens’ beklentisindeki ‘zincirleme borç’ dinamiğidir.