Cuma, Kasım 22, 2024

101. YIL

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu; giderek pek çok taraflı idari, siyasi ve iktisadi zaafiyeti bariz ancak altı asırdır varolmuş kadim ve son asrina tekabül eden meşruti idarenin işgale uğramış son bölümü olan Anadolu topraklarında kurtuluş mücadelesi ile filizlenen gelişmelerin neticesidir.

29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı, bir yanı ile yeni bir yapılanmanın, rejime has hürriyetini güvenlik açısından hali hazırda eski dönemin kültürü ile yetişmiş neslin ve sonraki kuşağının yeni rejimde etkili ve yetkili olduğu gerçeğidir. Paralelinde iktisadi ve mali yükümlülüklerin(Lozan 1924) ise kesintisiz devam ettiğinin de bir nevi tescilidir.

Osmanlı Döneminden devralınan borçların ödemesi 1954 yılına kadar devam etmiş, ancak Osmanlı Dönemi aktifleri olarak addedilebilecek başta kültürel, idari ve pek çok unsur, siyasi mülahazalar ile resmî olarak red ve inkar mahiyetinde Cumhuriyet İnkılaplarına sirayet, zeminine mevzu teşkil etmiştir.

Oysa çok tarihçinin sebebini Versay Barış Anlaşması(1920) üzerinden bir paylaşıma bağlayan, Cumhuriyetin kuruluşundan 16 sene sonra patlak veren İkinci Dünya Savaşında Osmanlı sınırlarına dahil Balkanlar, Kuzey Afrika, Kafkasya topraklarında da savaş hükmü sürerken, iktisadi fakrü zaruret saiki ile Türkiye Cumhuriyeti nötr telakki edilerek zaman kazanılmış oysa hemen ertesi ne hikmetse savaş galiplerinden Sovyetler’in tehdit ve tacizlerine maruz bırakılmıştır.

Sefer, gaza, ganimet zincirini dönemsel olarak Yeniçağ başlarında ve Batı’nın Kolonyal erişimine henüz girdiği dönemlerde ateşli toplarda yenilikçi uygulamalara sahip olan Osmanlı’lar, başkaca bir cihanşümul yaratıcılık serdedemediler 18.asır başından (Karlofça ant.1699) itibaren gözle görülür biçimde toprak kayıpları, bidayetten ticari tavizler(kapitülasyonlar) eşliğinde adeta ‘cepten yiyerek’ 20.asrın başlarına kadar dayanabildiler.

Onu yıkan neden ne uzun yıllar savaştığı Rus Çarlığındaki gibi bir (Marksist menşeli Bolşevizm1917) ideolojik ihtilal, ne de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda olan etnik ayrılıklar (Fransız İhtilali 1789)” esintileridir.

İşgale uğrayan İstanbul Hükümeti’nin hali pür mealli uzun yıllardır süregelmiş bir payitaht tavizciliğinin bıçağın kemiğe dayandığını hissettirdiği kopmadır.

İşte Türkiye Cumhuriyetini var eden imge o noktadan başlayarak, işgale uğrayan Anadolu topraklarında zuhur eden bir varolma mücadelesidir. O nokta da İstanbul Hükümetlerinin sonu olmuştur.

Türkiye Cumhuriyetinin safahatına bakıldığında ilk 15 yılı hariç yeni düzenlemelerde devletin, eğitim, yargı, kamu idaresi vb alanlarda halkın ananevi olarak benimsenmiş standartlarının, demokratik siyasi süreçte ya da muhtelif müdahaleler ile esnetilmesi sürecidir.

Cumhuriyetin 101. yılının idrak edildiği şu günlerde geriye dönüp bakıldığında, katedilen yolun büyük bir bölümünde özellikle vesayete tabi bir kamusal ağırlığın gölgesinde göz yumulan toplumsal popülizme daima prim verildiğinin izleri vardır.

Kamusal ağırlık ile artan bir nüfus ve göçler eşliğindeki mozaik sosyal yapının “ulusal kimlik” ve bunun yaşamsal tezahürleri açısından yumuşak karnı ve kaşınmaya müsait fay hatlarının kurcalanmasından dolayı yakın bir geçmişe kadar toplumsal değişim her sancılı süreçleri ihtiva eder.

Bu hasarların temelinde; evvelinde ‘muassır medeniyet seviyesine erişmek’ hedefini ulaşılması ütopik ve muğlak yollara sevketmek yatar, bir kaç nesildir nedense ağızlara sakız edilen azgelişmişlik-gelişmekte olan sabit kadrajından, şimdilerde 2053-2071 gibi hedefleri ortaya koyan yeni bir vizyona geçildiği görülür. Vatan ve milletimize Cumhuriyetin 101. yılı kutlu olsun.

Demir Uzun

Diğer Yazarlar