Cuma, Kasım 22, 2024

AKP artık erken seçim sürecinde -I

Tarih tekerrürden ibarettir. Önemli olan gerçeğin halk kesimleri tarafından doğru algılanmasıdır


Sevgili okurlarım,

Ülkemizdeki iktidar partisinin, bu güne kadar bütün stratejisini, yaratmış olduğu siyasi hikâyeler, hayali düşmanlar ve tarihsel değiştirilmiş olgular üzerine kurmuş olduğu, geçen süreçteki eylemleri çerçevesinde anlaşılmaktadır. Kendi bünyelerinde tesis etmiş oldukları “iletişim başkanlığı“ adını verdikleri propaganda mekanizması eliyle, kamuoyu üzerinde algı operasyonları düzenledikleri yadsınamaz bir gerçektir. İletişim Başkanlığı denilen ve ikinci dünya savaşı dönemindeki “Nazi propaganda bakanlığı“ gibi çalışan birimin, elinde çok geniş mali imkânlar olduğu için medya organları kanalıyla, algı operasyonlarında ve hayali konular ile düşmanlar yaratmada başarılı olduklarını kabul etmek gereklidir. Netice itibariyle, AKP silahla değil oy ile gelip 22 yıldan fazla iktidarını sürdürmektedir ki bu durum tüm yaşananları, sonuçları itibariyle teyit etmektedir.

Bu siyasal İslam ideolojisindeki, siyasi klik, genelde devamlı olacak şekilde, gerçek olmayan olayları, tamamen gerçekmiş gibi halk kitlelerine iletebilmiş ve maalesef belli bir cahil biat etmiş kesime kabul ettirebilmiştir. Benim gezmediğim İslam coğrafyası dünya genelinde kalmamıştır ki, hepsindeki ortak noktanın, yönetimlerin tamamen otoriter davranması, kaynağının kur’an olduğunu iddia ettikleri, ancak gerçekte öyle olmayan yasaların uygulanması, yöneticilerin çok zenginleşmiş olmalarına karşın halkın fakirlik boyutunda yer alması ile tamamen şekilsel olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğim dinsel uygulamaların bulunduğunu gördüm. Ülkemizdeki AKP siyasal kliğinin bunlardan ayrı olmadığı, iktidara geldikleri 2002 yılında imam hatip öğrencilerinin sayısı 64.000 seviyesindeydi ancak 2024 yılına gelindiğinde ise, bu sayının 1.415.000 öğrenciye çıktığı istatistik rakamlardan ve Sayın Erdoğan’ın son imam hatip toplantısındaki açıklamalarına göre 22 yıldaki artışın % 2.111 olduğunu hesaplamak mümkündür. Bu gelişmenin ise, iktidar partisinin demokrasi yerine siyasal İslam yönündeki tercihini ortaya koymaktadır. Tüm iktidar yıllarında, Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan bütçelerin her zaman sosyal sorumluluk taşıyan 7 bakanlıktan daha fazla olduğunu dikkate almak yeterlidir. Bir diğer rakam verilmek söz konusu olursa, 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde sadece 6 şehit vardı. Oysa 2013 yılında ise, şehit sayısının 700 olduğu verilerden izlenmektedir.

Erken seçim işaretleri
Sayın Erdoğan, son dönemde birçok söylevinde ”Önümüzde dolu dolu seçim olmadan geçecek olan üç buçuk yıl vardır“ demesine rağmen, ülkenin seçim sathı mahalline girdiğinin birçok işareti vardır. Gerek meclisteki grup toplantılarındaki, gerekse kamuoyu önündeki söylevlerine rağmen, ilk sinyal, cumhur ittifakının bebe ortağı DEVLET BAHÇELİ tarafından 28 Mayıs 2023 tarihinde, “Önümüzdeki süreçte her şey değişecek inşallah Türkiye değişmez“ cümlesi ile verilmiştir. Bu gelişmeler çerçevesinde, benim kulislerden elde ettiğim gizli duyumlar neticesinde, iktidarda olan AKP ve onun bebe ortağı MHP azami bir yıl içinde “erken seçim“ yapacağı yönündedir. Bu erken seçimin ise, benim gözlemlerime göre, 2025 yılının Haziran veya Kasım aylarında yapılması kaçınılmaz bir şekilde gündeme gelecektir.

Söz konusu duyumlara dayalı olan, değerlendirmeme en önemli iki nedenden birisi ise, iktidara geldikleri 2002 yılından itibaren, AKP’NİN terör örgütü PKK ile muhtelif zamanlarda kurmuş olduğu doldur – boşalt şeklinde olan ilişkisidir. Son dönemde, TBMM açılışında, yine MHP lideri Sayın DEVLET BAHÇELİ’nin, tamamen, düşünülmüş, çalışılmış ve planlı olduğunu düşündüğüm bir şekilde giderek, PKK ile bağlantılı olduğunu, muhtelif vesilelerle, kapatılmasını önerdiği, DEM parti eş başkanlarının ellerini sıkması ise işaretlerin en yoğun ikincisi olarak “erken seçim“ algılanmasına yöneliktir.

İktidar partisi, terör örgütü PKK ile ilişkilerini, her seçim sathı mahalline girildiği zaman, kendi lehine kullanmayı tercih etmiş ve bu münasebeti, kamuoyunu manipüle etmek için bir aparat olarak kullanmıştır. Seçimlerden, güçlü olarak çıktığını gördükten sonra ise, AKP yöneticileri, PKK ilişkilerini hemen rafa kaldırarak, hemen eski konumlarına dönmüşlerdir. AKP ve onun lideri Sayın ERDOĞAN, kendi siyasal İslam kökenli ideolojileri kapsamında, “tek adam“ rejimine dayanarak, bazen parlamentoyu aşıp, bazen de milletvekili oy potansiyeli nedeniyle direterek, kendi çıkarlarını daima ön planda tutan eylemler yapmışlardır. Bu durum kamuoyunun entelektüel birikimli kesimi tarafından da an be an izlenmiş olup, birçok defalar çeşitli vasıtalarla uyarılar da gündeme gelmiştir.

AKP iktidarı “çözüm süreci“ kavramıyla kamuoyunda, istedikleri yönde toplum mühendisliği yaparak, neticelerin kendilerini iktidarda tutacak şekilde olmasını günümüze kadar sağlamışlardır. İşte bu nedenle, AKP ile terör örgütü PKK ilişkilerine ana hatları ile değinerek, hemen herkesin hatırlamakta zorlandığı bazı özel olayları, tarihsel çizgide, gündeme getirmek istiyorum. Böylece sizlerin de AKP iktidarının “neden erken seçime gideceğini“ düşüneceğinizi ümit ediyorum.

1999 yılında Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra PKK terör örgütünün bir dağılma sürecine girdiği bütün istihbarat birimleri tarafından kabul edilmektedir. Ancak AKP iktidarı bu süreci iyi değerlendirememiştir. Bu aşamada sağlanan ateşkes ortamı 2004 yılına kadar devam etmiş daha sonra çatışmalar yeniden başlamıştır. İşte çözüm süreci denilen dönem 2005 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’daki konuşmasıyla başlamıştır.

AKP, iktidara geldiği 2002 yılından başlayarak, terör örgütü PKK ile hangi ilişkileri, hangi çerçevede ve hangi amaçları planlayarak güncelleştirdiklerini ortaya koymak istiyorum.

Çözüm sürecine giden yol
AKP iktidarında, terör örgütü PKK ile başlatılan bir süreç, onlar tarafından “çözüm süreci, demokratik açılım, Kürt açılımı“ gibi isimlerin verilmesi, çeşitli platformlardaki konuşmalarında görülmüştür. AKP hükümetinin muhtelif tarihlerde sözcülerinin ve liderlerinin seslendirmesiyle, kamuoyu tarafından, izlenmiştir. Ancak bu tanımlamaların sadece “kamuoyunda algı yaratmak“ için yapıldığı söz konusudur. Dikkat etmek gerekirse, her zaman AKP tarafından, ileri demokrasi ile idare edildiği iddia edilen ülkemizde, “yeniden demokratik açılım“ diye bir kavramın getirilmesinin, herhangi bir doktriner karşılığı yoktur. Bunun yanı sıra, kavram kargaşasına düşmeden, “demokratik açılım“ diye bir tanımlama getirirseniz, Türkiye Cumhuriyetinde demokratik yönetim olmadığı ve hükümetin ise, iddia edildiği gibi ileri demokrasinin bir paydaşı değil, oligarşinin bir uygulayıcısı olduğu izlenimini verirsiniz.

Bir diğer taraftan, “Kürt açılımı“ ifadesi ise, Türkiye Cumhuriyeti hüviyeti taşıyan, üniter ulus devlet içinde Kürt asıllı Türk vatandaşlarımızı ırkçılık bazında etnik olarak ayrıştırmış olursunuz. Bu Kürt asıllı vatandaşlarımız daha ziyade ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşamaktadırlar. Kendilerinin, Cumhuriyet kurulduğundan itibaren, her zaman TBMM içinde yerleri olmuş ve seçimlerde, batı bölgelerindeki illerden, nüfuslarına oranla, daha çok milletvekili çıkarma imkânları vardır. Bir istatistik belirleme yapmak gerekirse, 1923 yılından itibaren TBMM seçilen milletvekillerinin % 62 oranında doğu ve güneydoğu kökenli kişiler olduğunu not etmek herhalde yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Bu durum Kürt kökenli nüfusun, kendisini TBMM içinde ifade etmesine yeterli olacağını işaret etmektedir.

Ülkemizi kardeş kanına bulayan PKK terör örgütünün nasıl şekillendiğine, hatırlamak açısından, bakılacak olursa, 1973 yılında Abdullah Öcalan liderliğindeki bir grup, Kürt kimliği üzerine bir deklarasyon yayınlamıştır. Kamuoyuna bu açıklamayı yapanların; Ali haydar Kaytan, Cemil Bayık, Haki Karer, Kemal Pir isimli bir avuç kişilerden meydana geldiği ve kendileri, öncelikle öğrenci grupları oluşturma fikri etrafında birleşerek bir eylem planı üzerinde çalışma başlatmışlardır. Gelişen siyasi konjonktür ve olaylara paralel olarak, 1977 ile 1978 yılları içinde, birçok Doğu ve Güney doğu illerine farklı zamanlarda seyahatler düzenleyip, burada önceliği Kürt kökenli öğrencilere vererek, onlar arasında örgütlenmeyi başlatmışlardır. Bu çalışmalarında, onlara bazı yabancı gizli servis mensuplarının yardımcı olduğu bilinmektedir.

Benim gözlemlerime göre, dünyanın kamuoyunda ne kadar ismi bilinen veya bilinmeyen terör örgütü var ise, onların bağlantılarının muhakkak Londra’da olduğunu, yakından izlemiştim. İngiliz dış istihbarat servisi MI 6 bu örgütleri kendi politikaları doğrultusunda, içindeki sızdırılmış elemanları vasıtasıyla yönlendirebilmektedir. MI 6 servisi tamamen askeri bir istihbarattır ve sadece Kraliçeye bağlıdır ve ona detaylı bilgi verir. Parlamenterlerin, siyasi partilerin veya parlamentonun bu servisten herhangi bir konuda bilgi istemesi mümkün değildir. Askeri gizli servis MI 6 sorumlusunun bazen giderek çok kısa olmak kaydıyla lordlar veya avam kamaralarına bilgi vermesi söz konusudur. Bu uygulama belli bir gelenek içeriğinde kısıtlı olarak yapılmaktadır. Oysa son günlerde medyada yapılan açıklamalarda MİT başkanının iktidar partisi genel merkezinde FETÖ silahlı terör örgütü hakkında açıklamalar içeriğinde bilgi vermesi gündeme gelmiştir. Milli ve çok özel istihbarat kurumunun siyasallaşmadan, bu tip açıklamaları, parlamento içinde tüm milletvekillerine yapması yasal ve geleneksel bir yaklaşım olarak ileri ülkelerde uygulanmaktadır. Bizde ise neredeyse parti devleti yapılanması olduğu, birçok kaynaktan iddia edilmektedir.

Terör örgütü PKK 27 Kasım 1978 tarihinde Lice’nin “Fis“ köyünde kurulduktan sonra, Abdullah Öcalan 1979 yılında Lübnan ve Suriye’ye gitmiştir. Bu seyahatlerini kendilerine barınma, eğitim ve gizlenme için yer temini ile ilgili olduğu değerlendirilmektedir. Yapmış olduğu tüm seyahatlerin, istihbarat birimleri tarafından an be an izlendiği daha sonraki mahkeme safahatından anlaşılmaktadır. Nihayet 1982 yılının Ağustos ayında Suriye’nin “Dera“ kentinde “bağımsız kürt devleti kurmak için gerilla savaşını başlatma“ açıklaması yapılmıştır. Bu gerilla savaşının ilk eyleminin, 1983 yılında Erzincan Kemaliye’de bir öğretmenin öldürülmesiyle başladığı, ancak kayıtlarda farklı tanımlamalar ile yer almaktadır. 15 Temmuz 1984 yılında ise, PKK “Kürt ayaklanmasını “ kamuoyuna ilan ederek çatışmalara başlamıştır.


Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar