Tarih tekerrürden ibarettir. Önemli olan gerçeğin halk kesimleri tarafından doğru algılanmasıdır
Bir önceki yazıdan devam…
13 Eylül 2011 Tarihinde, MİT yetkililerinin, PKK üyeleri ile Oslo’da yaptığı bir görüşmeye ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı saat 09.37 itibariyle, PKK terör örgütüne olan ilgisi ve görüşlerine yakınlığı ile bilinen Dicle Haber Ajansı’nın sitesinden internette yayınlanmıştır. Söz konusu ses kaydında Hakan Fidan, hem Öcalan’la hem PKK’lılarla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla ve “özel temsilcisi“ sıfatıyla görüştüğünü ifade etmektedir. Ayrıca yapılan haber kaydı içeriğinde “Görüşmelerin iç yüzü Erdoğan’ı yakacak“ başlığı ile verilmesi ise, daha ilgi çekici bir durumu işaret etmektedir. İnternete sızan ses kaydının MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MİT Müsteşar yardımcısı Afet Güneş, KCK üyesi Mustafa Karasu, PKK üyesi Sabri Ok, Kongra-Gel Başkan Yardımcısı Zübeyir Aydar ve koordinatör ülke temsilcileri arasında geçtiği PKK tarafından iddia edilmiştir. Tüm bu olayların gizli olarak gerçekleşmesine rağmen 28 Aralık 2012 tarihinde RECEP TAYYİP ERDOĞAN İmralı’da cezaevinde olan Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapıldığını kamuoyuna açıklayabilmiştir.
21 Mart 2013 tarihinde hükümet ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmelerden sonra, Abdullah Öcalan nevruz kutlamalarında, avukatları aracılığıyla bir mektup göndermiş olup, bu mektup Türkçe ve Kürtçe olarak geniş bir kitleye okunmuştur. 24 Nisan 2013 tarihinde ise, PKK bütün silahlı güçlerini kafileler halinde Türkiye topraklarından Kuzey Irak’a çekeceğini resmen kamuoyuna duyurmuştur. Gelişen bu durumun AKP tarafından kendi lehine kullanıldığı belli bir zaman sonra ortaya çıkmıştır. AKP 30 Mart 2014 tarihinde yerel seçimlerin yapılacağını hesaba katarak, yine her seçim öncesinde olduğu gibi Kürt kartını oynamayı ihmal etmemiştir. Bu nedenle bazı eylemlerini 2013 yılının sonlarına doğru gerçekleştirmeyi planladığı anlaşılmaktadır.
16 Kasım 2013 tarihinde, Kuzey Irak bağımsız bölge yöneticisi Barzani ve yanındaki heyetle beraber Diyarbakır İlinde, Sayın Erdoğan ile buluşması Cumhurbaşkanlığı iletişim başkanlığı propagandasında hazırlanmıştır. Barzani ve yanındakiler 50 araçlık bir konvoyla Habur kapısından Türkiye’ye girmişlerdir. Bu karşılama planlamasında bayraklar, flamalar her tarafa asılmış ve valilik önünde yazan “Ne mutlu türküm diyene“ yazısı da bilhassa sökülmüştür. Bu şatafatlı karşılama içinde, Diyarbakır Belediye Başkanı Barzani’yi “Kuzey Kürdistan’a hoş geldiniz“ cümlesi ile karşılayabilmiştir. Hükümet tarafından bütün bu müsamahalı, toleranslı davranışların tamamen yerel seçimlerle ilgili olduğu görülmektedir. Nihayet 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde AKP % 43.14 oy alarak 2009 seçimlerinde % 38.40 olan oyunu bu gelişmeler çerçevesinde % 12 oranında arttırabilmiştir. Buna paralel olarak CHP ise, % 23.10 oranındaki payını, yaklaşık % 15 düzeyinde yükselterek seçimlerde %26.44 seviyesine ulaşmıştır.
16 Temmuz 2014 tarihinde ise, “Terörün Sona Erdirilmesi Ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun“ Resmi Gazetede yayınlanmıştır.
Ülkemize muhtemel İsrail tehdidi sorunu var mı?
İktidardaki bu siyasi klik, seçim sathı mahalline girildiği bu dönemde, hemen ikinci parametre olarak yine kendisine hayali bir düşman yaratarak oy devşirme ve kendi ideolojik tabanını konsolide etme çabası içine girdiği görülmektedir. İsrail tehdidini ortaya atan Sayın Erdoğan, kamuoyuna; “Açık açık, Lübnan’dan sonra Şam’ı işgal edeceklerini söylüyorlar. Şam’ı işgal etmeleri, İsrail askerlerinin Türkiye sınırına gelmesi demektir. Biz buna karşı ne yapabileceğimizi düşünüyoruz. İsrail’in bir takım hesapları olabilir, ama en büyük hesap sahibi Allah’tır. Rabbimizin hesapları bu hesapların üzerindedir. Ayet-i kerimede rabbim ne buyuruyor; en büyük hesap edici odur, onlar hesaplarını yaparlar kimse onun hesabını tutturamaz, bu da tecelli edecektir“ diyebilmiştir.
Bu ifadenin ne kadar ciddi ve realiteyle örtüştüğünü, sizlerin değerlendirmesine bırakıyorum. Ancak dikkat edilirse, yine Sayın Erdoğan, işin içinden sıyrılarak, konuyu Allah’a havale etmiştir. Tamamen planlanmış stratejiye bağlı bu söylevlerin, öncelikle yaklaşan “erken seçim“ arifesinde kendi ideolojisine bağlı, biat etmiş seçmenini bir arada toplamak, aynı zamanda diğer Müslüman ülkelerde bulunan saf kişiler üzerinde, geleneksel bir düşman olarak İsrail’i tekraren ortaya atarak, taraftar kazanım amacını taşımaktadır. Suriye konusunun da yine İsrail tehdidi içinde yer aldığını tanımlayan Sayın Erdoğan bu hususta: “Biz Suriye’nin barışa ve huzura kavuşması için çalışmaya devam edeceğiz. Suriye’deki iç savaşın başından beri, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduğumuzu dile getirdim. Suriye’nin egemenliğini korumak için diplomatik yolların tümünü kullandık. Türkiye’nin attığı her adım, böyle gerilimi azaltmaya, çözüm aramaya zemin oluşturmuştur“ demiştir.
Bu söylev içindeki samimiyeti anlamak ise, benim açımdan pek mümkün değildir. Çünkü daha önceleri beraber tatil yapıp, kardeşim dediği BEŞAR ESAD için, kısa bir müddet sonra, “Katil ESED ülkenin başında durmamalıdır” diyen acaba kimdir? EMEVİ camiinde namaz kılmak için üç gün içinde Şam’a gireriz diyenler daha hafızalardaki yerini korumaktadır? Özgür Suriye ordusu ( ÖSO ) diye komuta kademesi bile belli olmayan ne oldukları ve liyakatleri, askeri eğitimleri tartışılır, hiyerarşisi Allah’a emanet topluluğu, kurup onlara dolar üzerinden maaş veren acaba hangi devletin yöneticisidir? Türk ordusunu ÖSO denilen bu başıbozuklar alayı ile beraber savaşa sokan hangi siyasi otoritedir? Ben hala öğrenemedim merak ediyorum? Bu topluluğa, silah verip eğitmeye çalışan fakat netice alınmayacağını bilerek IŞİD gibi radikal dinci bir grubun, ortaya çıkmasına sebep olan acaba hangi dış güçlerdir diye kendi kendime sormadan edemiyorum? Ya siz? Tüm bunların yanı sıra, Türkiye 12 yıldır Suriye’deki iç savaşın içindedir. İdlib bölgesinde bir Suudi Arabistan kurulduğu izlenmektedir ki, bunların nedenlerini analiz etmek gerekmez mi?
İktidar partisi AKP ve onun bebe ortağı MHP son birkaç gündür emzik gibi ağızlarına muhtemel tehlike olarak “İsrail’in ülkemiz üzerinde planları olduğunu“ ima edecek şekilde açıklamaların yanı sıra, onun, FİLİSTİN ve LÜBNAN’a işgal amaçlı saldırılarını da gündemlerine almışlardır. Bu hususta aynı muhtemel tehlikeyi savunan ve “bölgede büyük bir çatışmanın çıkabileceği“ sözleri ile Dışişleri Bakanı HAKAN FİDAN da bu tehdit algılatmaları kervanına, liderinin talimatı doğrultusunda, katılmış bulunmaktadır. İktidar partisi AKP, 22 yıldır hep aynı stratejiye dayalı taktikler içinde hareket edip, kamuoyunda tartışılmasını istedikleri konuyu, önce bebe ortağı DEVLET BAHÇELİ vasıtasıyla ortaya atıp, kamu reaksiyonunu test ettikten sonra, eyleme algı operasyonu yaparak geçmektedir.
İktidar partisinin lideri Sayın Erdoğan, TBMM açılış konuşmasında, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren devam eden İSRAİL devletinin, işgal ve soykırım katliamlarını, Türkiye Cumhuriyeti için muhtemel birinci derecede tehdit olarak değerlendirerek, bunu kamuoyuna açıklamıştır. Yapmış olduğu konuşma kapsamında, İsrail devletinin Lübnan saldırısından sonraki hedefinin Türkiye sınırlarının olacağı ve bu durumun da ülkenin “BEKA“ sorunu ile ilgili olduğunu devlet otoritesi kavramı içinde açıklamayı uygun görmüştür. Ancak, ciddi devlet adamlığı davranışının, çok daha başka olduğunu bilen ve bunun örneklerini ise, Atlantik ötesinde ve Avrupa’da görmüş birisi olarak, açıklamaların arka planını düşünmeye başladığımı ifade etmek isterim. Böyle muhtemel bir ciddi tehdit algılanıp merkezi istihbarat ve askeri istihbarat kaynaklarından, teyit edildikten sonra aleni ve kamuoyuna bu içerikli söylevler yapılmaz. Merkezi ve askeri istihbarat sorumlularından ayrı ayrı durum tespit ve öneri raporları talep edilerek bir analizi yaptırılır.
Tüm belgeler ve analizler dokümante edilerek, konu öncelikle millî güvenlik kurulunda ele alınır. Bu kuruldan çıkan kararlar, tamamen gizli olarak dikkate alınarak, eyleme geçilir, askeri hazırlıklar, istihbarat eylem planları ve diğer unsurlar, sessiz ve gizlilik içinde gerçekleştirilir. Bu hazırlıklar içinde en önemli unsurun ise, ÖZEL HARP DAİRESİ yani günümüzdeki adıyla, “Özel Kuvvetler Komutanlığına Bağlı Seferberlik Bölge Komutanlıkları“ olduğu unutulmamalıdır. Çünkü bu komutanlığın en önemli görevi, ülkenin yabancı güçler tarafından işgal edilmesi halinde, cephe gerisi direnişin ve gayri nizami harp planlaması çerçevesinde düşman unsurlara yıpratıcı, moral bozucu saldırıların düzenlenmesidir. Ancak gelişen olaylar kapsamında, güncel duruma bakıldığında, bu dairenin kolu ve kanadı iktidardaki AKP hükümetlerinin, Fetö silahlı terör örgütüne verdiği destek ve onun hazırladığı sahte deliller üzerine inşa edilmiş kumpasları nedeniyle kırılmıştır.
Seferberlik Ankara bölge komutanlığının KOZMİK odasının tüm verileri, CD ve flaş bellekler, haritalar, sivil elemanların isimleri, harekât planları, Savcı Mustafa Bilgili eliyle yabancı servislerin, özellikle son gelişmeleri merak eden C.I.A. merkezi istihbarat örgütünün eline geçmiştir. Ülke için bu kadar önemli olan, çok gizli bilgilerin milli savunma ile ilgili olduğu bilinmesine rağmen, geçerliliği tamamen iptal edilmiş olması neticesinde yeni planlama, strateji belirleme, taktik unsurların güncellenmesi ile personel saptanmasının ise zaman alacağı gerçeği vardır.
Sayın Erdoğan bütün bu gelişmeler içeriğinde, hiçbir sorumluluğu ne siyasi ne de adli olarak üstlenmeyerek “Aldatıldık Allah bizi affetsin“ diyerek, konuyu bir bilinmeyen, başka bir dış güce dayandırabilmiştir. Unutmamak gerekir ki, Cumhurbaşkanı makamını işgal eden birisinin aldanma, aldatılma, yanıltılma gibi bir lüksü olamaz. Olayın, en ironi boyutu ise, bu durumu kendi tabanına bu şekliyle izah edip, kabul ettirmiş olmasıdır. Bu durumun ise, kitlelerin eğitimiyle ilgili olduğu hususu entelektüel birikimli kesim tarafından değerlendirilmektedir.
Muhtemel İsrail tehdidi karşısında İsrail ile ticaretin devam etmesi
Sayın Cumhurbaşkanının birçok aşamayı kat ettikten sonra, birinci derecede olduğu öne sürülen, İsrail muhtemel tehdidini belirlediğini düşünmüyorum. Oysa iktidar partisinin birçok sözcüsünün söylevlerinde kamuoyu karşısında İsrail hedef gösterilmekte ve Filistin için mitingler düzenlenip, ağıtlar yakılmaktadır. Bu arada birçok Arap ülkesinde Filistin destek mitinglerinin yapılması ise, kesinlikle yasaklanmış bulunmaktadır. AKP ve onun bebe ortağı MHP acaba bu davranışında samimi midir? İşte kamuoyu tarafından sorgulanması gerekli olan bu noktadır. İktidar partisi lideri Sayın Erdoğan’ın halka karşı samimi olduğunu karşılaştığım rakamlar bana söylememektedir. Çünkü gelinen durumda “yöneticiler saklıyor oysa rakamlar ise haykırıyor .“
Sayın Erdoğan muhtemel İsrail tehdidini ortaya attıktan çok kısa bir süre sonra, borçtan vergi almak gibi anlamsız bir olayı “Savunma Sanayi Vergisi“ adı altında gündeme getirerek halktan toplam 80 milyar almayı öngörmüştür. Ancak kamuoyundan gelen çok ciddi refleksler kapsamındaki, karşı koyma sonucunda geri adın atarak, saraydan edilen bir telefon ile bu konu tasarıdan önce geri çekildiği ileride değerlendirileceği açıklanmış, ancak daha sonra ise, tamamen iptal edildiği bilgisi verilmiştir.
Devamı bir sonraki yazıda…