Tarih tekerrürden ibarettir. Önemli olan gerçeğin halk kesimleri tarafından doğru algılanmasıdır
Bir önceki yazıdan devam…
Sayın Erdoğan muhtemel tehdit diye, son günlerde birden bire İsrail’i işaret etmesine rağmen, rakamların mühendis kökenli, olarak beni çok şaşırttığını ifade etmek isterim. Şimdi mevcut Türkiye İstatistik Kurumu ( TUİK ) rakamlarından hareket edersek, 2023 yılında, İsrail’e 90 milyon dolar değerinde demir çelik, çimento, et ve gıda maddeleri gibi birçok ürün satışının yanı sıra, milyonlarca dolar değerinde kimyasal maddeler ile patlayıcı yapımında kullanılan üre de ihraç kalemleri arasında yer almaktadır. Aynı yıl içinde ise Filistin’e yapılan ihracatın çok kısıtlı olarak az miktarlarda gerçekleştirildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır. Yapılan ihracatın çok küçük değerlerle ifade edildiği görülmektedir. Bunun yanı sıra, 89 kod ile 2024 yılında zırhlı araçlar, yani savaş taşıtları, İsrail’e ihraç edilmiştir. Bir diğer taraftan demir – çelik ve diğer ürünler de ihracat kapsamında vardır. Gelişen bu durum karşısında, duyarlı bazı muhalefet milletvekilleri tarafından konu açıkça parlamentoda ortaya atılıp, rakamlarla iddia edildikten sonra yöneticiler, İsrail ile ihracat yapıyorduk şimdi durdurduk demişlerdir. Bu defa yapılan ihracat kalemlerindeki tanımlamaların değiştirildiğini görmek ise, devlet yöneticiliğine yakışmayan, çok daha gayriciddi bir olayı gündeme getirmektedir. Zırhlı araçlar tanımlaması değiştirilip rakamlar aynı olmak kaydıyla, bu defa tanımlamada, “çeşitli mamuller“ denmiştir.
Daha sonra ise, bu defa İsrail’e yapılan satışlar yerine, Filistin’e yapılan ihracatın boyutlarının 100 milyon dolarları aştığını görmek ise, olayın ikiyüzlülük çerçevesinde nasıl şekillendiğinin kanıtı olmaktadır. Daha önce çok az olan Filistin’e yapılan ihracatın iktidar partisinin İsrail’e yapılan ihracatı durdurduk dedikten sonra Filistin’e gerçekleştirilen ihracatın, birdenbire artmasını açıklamak ise, hayatın doğal akışı çerçevesinde açıklamak mümkün değildir. Bunun tek bir izahı vardır ki, o da Filistin firmalarının aracılığı ile İsrail’e ihracatın devam ettiğidir. Benim özel girişimlerim sonucu, elde ettiğim bilgiler çerçevesinde, Filistin’de bulunan bazı aracı firmalar, %3 ile %5 arasında komisyon alarak güncel İsrail bağlantısını sağlamaktadırlar. Bir başka iddia ise, bu firmaların bazılarının İsrail tarafından kurdurulmuş olmalarıdır. İktidar partisi AKP ve onun ortağı MHP beraberce karar vererek, muhtemel tehdit olarak kamuoyuna algılatmaya çalıştıkları İsrail ile ticarete devam etmelerini acaba nasıl yorumlamalıdır sizlere soruyorum. Bu nasıl bir tehdittir ki siz yine de onunla ticarete devam edebiliyorsunuz. Ben bunu yapan kişilere herhangi bir sıfat veremiyorum. Acaba siz verebilir misiniz?
Muhtemel tehdit diye anılan İsrail’in rakamlarla durumu
Sayın Erdoğan’ın, dışarıdan gelen tehdit olarak, İsrail kartını kamuoyunu önüne sürmesi, Türk ve enternasyonal entelektüel kamuoyunun aklıyla alay etmekten başka bir şey değildir. Burada ana amaç, artık söyleyecek hiçbir sözü, planı kalmayan AKP ve MHP ittifakının, koltuklarını, daha doğrusu iktidarı kaybetmemek için yapılacak bir “erken seçimde“, vatandaşa dış tehdit algılatması çerçevesinde, kendi eksenleri etrafında oy potansiyelinin birleşmesini sağlayabilmekten öteye değildir. Başka bir anlatımla, artık tüm süreleri, hatta uzatmaları bile kullanmış olan bu iktidar ve özellikle Sayın Erdoğan, yeniden seçilemeyeceğini, çok iyi anladıktan sonra bu tip söylevlerin arkasına sığınmakla çare aramaktadırlar.
İsrail’in başında bulunan Bünyamin Netanyahu ise, aynı şekilde iktidarda kalabilmek için son kozlarını oynamaktadır. Bu hususta, hayali ve dinsel kaynaklı olan “vaat edilmiş topraklar“ konusuna sarılmakta ve Filistinlileri, Lübnanlıları katletmekten, İran’ı da bombalamaktan geri kalmamaktadır. Dünya tarihinde, “Naziler“ tarafından, ikinci dünya savaşında kendilerine uygulanan soykırımı şimdi onlar 1948 yılından itibaren Filistin halkına yapmaktadırlar. 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren ise, bu soykırımı çok daha şiddetlendirerek devam ettirmişlerdir. Günümüzde gayet açık olarak, İsrail zorla toprak işgal etmektedir. Bu hususta Birleşmiş Milletler tamamen konu mankeni olarak ortada kalmış ve yaptırım gücünü tümüyle 5 tane veto hakkı olan ülke nedeniyle kaybetmiştir. Bu komediye bir son verilerek Birleşmiş Milletlerin ( BM ) kendisini yeniden revize ederek, itibarını geri kazanması için rasyonel adımların atılması gereklidir. Biz burada biraz da kısa notlar halinde İsraillin konumuna bakarsak, büyük fotoğrafı daha iyi görebiliriz diye düşünüyorum.
İsrail’in nüfusunun gelişimine bakıldığı zaman; 2015 yılında 7.973.820 kişi olduğu ve beş yıl içinde % 9.49 oranında artış kaydederek 2020 yılında 8.730.394 kişiye ulaştığı rakamlardan izlenmektedir. Aynı dönem içinde Türkiye’nin nüfusunun 2015 yılında, 78.741.053 kişi olduğu ve 2020 yılına gelindiğinde ise, 83.614.362 kişi olarak % 6.19 seviyesindeki artış oranı ortaya koyduğu görülmektedir. Geçen 5 yıllık süreçte, İsrail’de, 2025 yılı içinde, nüfusun bu defa % 8.27 oranında artış ile 9.452.225 kişi düzeyine çıkacağı hesaplanmaktadır. Bir diğer taraftan Türkiye’nin 2024 yılındaki adrese dayalı nüfus sayımı ile 85.372.377 kişi olduğu anlaşılmaktadır ki, bu durum 4 yıl içinde % 2.10 oranındaki artışı işaret etmektedir.
Nüfusunun, ülkemizle mukayese edildiğinde bu kadar küçük olan bir ülkenin yaratacağı tehdidin derecesinin de bu kapsamda değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu mukayeseyi bir de iki ülkenin büyüme oranları kapsamında ele alırsak; İsrail’in 2015 yılındaki büyüme oranı % 1.9, bunun yanı sıra Türkiye’nin aynı yıl içindeki büyümesinin % 4 olduğu unutulmamalıdır. 2020 yılına gelindiğinde ise, İsrail’in büyüme oranının % 1.59 seviyesinde olduğu, Türkiye’nin ise, bu büyümeden daha yüksek olarak % 1.80 düzeyinde gerçekleştiği izlenmektedir. 2025 yılının muhtemel verileri hesaplandığında İsrail’in % 1.36 olacak büyümesine karşılık Türkiye’nin % 2.50 oranını sağlayacağı belirlenmektedir.
Yapılan bu karşılaştırmaların, bir de savunma alanında yapılmasında, kamuoyunu bilgilendirme açısından, önemi olduğuna inanıyorum. Muhtemel savaşlarda en önemli birinci konunun lojistik destek olduğunu dikkate almak gereklidir. Bu nedenle, Türkiye’nin bir savaş durumunda kullanabileceği, 98 havalimanı 1.237 ticari limanı, 10 deniz terminali ile hemen liman haline getirilebilecek bazı gizli yerleşim bölgeleri de bulunmaktadır. Türkiye’nin kara gücü için toplamda 67.000 kilometrelik bir yol hattına sahip olduğu unutulmamalıdır. İsrail’deki lojistik konuma bakılacak olursa, 42 havalimanına sahip olup, 45 ticari limanı, 5 terminali ve 20.000 kilometrelik bir yol güzergâhının, bulunması söz konusudur. Bu veriler kapsamında Türkiye ile İsrail’in mukayesesinin oldukça farklı olduğu görülmektedir. Kara kuvvetleri açısından ele alındığında, Türk ordusu, dünya genelinde 10. İsrail ise 18. sıralarda yer almaktadır. Bu kapsamda, Türk Kara Kuvvetlerinde 2.231 tank olmasına karşın İsrail kuvvetlerinde sadece 370 tank mevcuttur. Zırhlı araç sayılarında ise, Türk Kara Kuvvetlerinde 55.000 adet olup bu rakam İsrail de 43.000 seviyesine düşmektedir.
Kara kuvvetlerine bağlı füze fırlatıcı platformların 10.000 âdetin üzerinde olmasına rağmen İsrail’de bu rakam sadece birkaç yüz ile sınırlıdır. Hava kuvvetlerinin yapısı ve silah gücü açısından Türk Hava Kuvvetleri dünyada 9. sırada yer alırken İsrail’in ise, 19. sırada bulunduğu bilinmektedir. Türk Hava Kuvvetlerinde, 205 savaş uçağı, 83 nakliye uçağı, 502 helikopter ile 111 savaş helikopteri bulunmaktadır. İrsalin hava gücü ise, 612 uçak ve helikopterden meydana gelmiş olup bunun 241 tanesinin savaş uçağı 146 adedinin de helikopter olduğu açıklanmaktadır. Dünya sıralamasında İsrail’e 28 sıra fark atan Türk Donanması’nda toplamda 186 gemi yer almaktadır. Türk ordusunda ayrıca 12 denizaltı, 16 firkateyn, 9 korvet tipi savaş gemisi, 34 devriye gemisi ve 11 mayın gemisi envanterinde bulunmaktadır. İsrail ordusu ise, toplamda 67 gemiye sahip olup, envanterinde 5 denizaltı, 7 korvet gemisi 45 devriye gemisi bulunmaktadır. Bir diğer taraftan önemli olan mayın gemisi ise, bulunmamaktadır.
Konu askeri personel açısından ve ülkelerin muhtemel savaşa girdiğindeki durumu, dikkate alındığında ise; 84 milyona yakın nüfus gücüyle Türkiye’nin bir savaş durumunda silahaltına alabileceği 42 milyon insan bulunuyor. Her yıl askere gitme çağına gelen 1.4 milyon gencin hazır olduğu bilinmektedir. Türkiye’de aktif olarak 355.000 asker 378.700 de yedek asker olduğu verilerden anlaşılmaktadır. İsrail’in ise 170.000 askeri, 465.000 yedek personeli olduğu açıklanmaktadır. Bir savaş durumunda İsrail’in maksimum asker kapasitesi ise 3 milyon ile sınırlı bulunmaktadır.
İç cephenin güçlendirilmesi
Sayın Erdoğan, erken seçimin işareti olan son söylevlerinde hem kendi biat etmiş tabanını konsolide etmek, hem de yeni seçimde oy verecek yeni kişileri, gençleri etkilemek amacıyla gösterdiği dış tehdit, İsrail’in yanı sıra, “iç cepheyi güçlendirelim “ sloganı ile kendisinin etrafında bir oy potansiyelini toplamak istemektedir. İç cepheyi güçlendirmenin temelinde, ülkede yaşayan insanların, bireylerin, devleti yöneten kadrolara karşı güven duyması yatmaktadır. Bu güven duygusu kendiliğinden oluşmaz. O duyguyu yaratacak ve besleyecek olan ise, devleti yönetenlerin halkına karşı yapmış olduğu eylemler silsilesidir. Halk kitleleri kendilerinin devlet tarafından gözetilip korunduğunu gördükçe, yönetenlere karşı güven duymaya başlar. Devlet yöneticileri, kontrol mekanizmalarını işleterek halkın sosyal ilişkilerinin düzenli ve evrensel hukuk kurallarına göre oluşmasına öncülük eder, bunları düzenlemek için sosyal sorumluluk projeleri uygulamaya koyar. Bu husus ”iç cephenin oluşturulmasıyla “ yakından ilgilidir.
Türkiye’nin panoramasına şöyle bir bakmak gerekirse; ülkemizde, son veriler çerçevesinde 760.000 çocuk işçi bulunmaktadır. Bu çocuk işçilerden, 2024 yılının ilk 6 ayında 33 çocuk iş kazalarında can vermiştir. İstatistik veriler ışığında 5 yaş altı çocuk ölümleri, 2022 yılında binde 11.2 iken bir yıl sonra 2023 yılında binde 14.3 seviyesine çıkmıştır ki bu bir yıl içindeki % 30 oranındaki artışı ortaya koymaktadır. Yeni doğan bebeklerde ise durum dünya ülkeleri dikkate alındığında çok daha belirgin verileri gündem getirmektedir. 2022 yılında yeni doğan bebeklerde ölüm oranı binde 9.2 iken bir yıl sonra 2023 yılında binde 10.0 seviyesine % 10 oranındaki artışla yükselmiştir. Bu oranlar, komşumuz olan Yunanistan’da binde 2, Bulgaristan’da ise binde 3 seviyesinde olmasının devlet yöneticilerinin halkın sağlığına göstermiş olduğu ilginin oranıyla doğru olduğunu göstermektedir. İşte bu parametreler de “iç cephenin güçlenmesi“ bağlamında halkın devlete olan güvenini ortaya koymak için öngörülen veriler bütünüdür.
Devamı bir sonraki yazıda…