Emperyalizme karşı tedbir almayıp, tarikatlardan kurtulmayan toplumlar, içten yozlaşarak parçalanmaya mahkûmdurlar
Sevgili okurlarım,
Türkiye genelinde, özellikle toplum yaşantısına, ülkenin demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları ile bunların tümünü yönlendirmesi gereken siyasi hayata, bir takım şahsi çıkar, menfaat ve rant amaçlı olarak, sömürü düzeninde örgütlenip kendilerini “tarikat veya cemaat” olarak tanımlayan grupların, AKP iktidarı döneminde, aldıkları siyasi ve idari destekler kapsamında, hemen her kesime hissedilir şekilde, girdiği görülmektedir. Bu oluşumların, siyaset platformunda kendilerine, oy ticareti açısından yer bularak, organik yapılarını genişleterek, müritlerini arttırdıkları, detaylı ve çeşitli örneklemeler ile entelektüel birikimli toplum kesimlerinde son 20 yıldır kaygıyla izlenmekte ve bilimsel platformlar ile değişik ortamlarda tartışılmaktadır.
Bu tip illegal oluşumların, zaman içinde, hukuku hiçe sayan ve anayasaları bile çiğnemekten çekinmeyen, 1950 yılından itibaren seçimle yönetime gelmiş olan “sağ iktidarların” en büyük dayanaklarından birini oluşturduğu, hem teoride değerlendirilmiş, hem de pratikte örneklerinin güncel olduğu izlenmektedir. Unutmamak gerekir ki, emperyalist güçlerin, kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda bu tip örgütlenmeleri desteklediği her zaman gündemdeki önemini muhafaza etmektedir. Bir makalemde “kesnizani tarikatı“ gibi yapıların, CIA destekli büyük bir operasyon çerçevesinde, Irak devletini ve hükümet merkezi olan Bağdat’ı ABD silahlı kuvvetlerine hiçbir mermi atmadan teslim ettiğinin öyküsünü kaleme almıştım. Bu kapsamda değerlendirildiğinde, tarikatların gerek emperyalist devletler, gerekse onların bünyesindeki gizli servisler için, çok önemli aparatlar olduğunu dikkate almak gereklidir.
Bu durum, günümüzde aktüel olarak güncelliğini korumakta ve eylemleri ile eğilimleri doğrultusunda, bütün dünyayı ateş çemberine sokabilecek alt yapılar içinde yer alması ise, gözden uzak tutulmamalıdır. Emperyalist ülkelere karşı gelişmekte olan ülkelerin olayları ve üstü örtülü operasyonları, önceden haber almak ve iyi analiz yapabilmek için gizli servislerinin, sızma operasyonları kapsamında, derinlemesine penetrasyon yapabilmelerine ihtiyaçları olduğu ülke yönetimleri tarafından muhakkak dikkate alınmalıdır. Günümüzde dünya kamuoyunun gündemini işgal eden Ukrayna savaşı, İsrail hegemonyası ile insanlık dışı soykırımı ve nihayet Suriye savaşı örnek teşkil etmektedir. Bütün bunların büyük bir bölgesel savaşın ateşini yakabileceği unutulmamalıdır. Ancak Türkiye’nin bu gelişmeler karşısında ekonomisinin tamamen çökmüş ve ülkenin %85 oranındaki halk kitlelerinin yoksulluk ile açlık sınırının altında yaşamasına rağmen AKP yöneticilerinin tek sorununun 23 yıldır iktidarda olan liderleri sayın Erdoğan’ı yeniden Cumhurbaşkanı seçtirme çabalarını ise, entelektüel birikimli insanlara açıklamak oldukça zordur diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
AKP kuruluşundaki karanlık ve iktidarının gelişimi
AKP kuruluşundan söz ederken, emperyalist ülkeler içinde yer alan, ABD güdümlü, bu karanlığın en önemli üç dayanağının “emperyalizm, sermaye sınıfı ve tarikatlar“ olduğunu belirtmek isterim. Bu nedenle, tarikatların gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Birleşik Krallık (UK) gibi emperyalist ülkeler gerekse, iktidardaki AKP, MHP benzeri siyasi partiler için, ne kadar önemli birer aparat olduğunu gözler önüne sermek gereklidir. AKP kuruluşu ve 2002 yılında iktidar olmasından sonraki aşamalara, tarihsel, kronolojik bir çerçevedeki gelişimine bakıldığında, emperyalist ülke ABD’nin AKP yönetimi üzerinde ne kadar ciddi etkileri ile baskıları olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak kamuoyunun önündedir. Burada toplum tarafından dikkat edilmesi önemli olan, bu etki ve baskılar karşısında AKP iktidarının göstermiş olduğu davranış ve reaksiyonlardır.
İşte bu etki ile baskılar kapsamında, AKP yönetiminin nasıl bir politika ürettiği hususuna, milli menfaat ile çıkarlar açısından bakılarak, kamuoyu tarafından değerlendirilmesi, ülkenin geleceği, en önemlisi ise bekası açısından önemlidir. Bu emperyalist baskılar altında, en belirleyici husus, tamamen milli menfaat ve çıkarlar açısından aktif politikalar üretilmesidir. İktidarın yönlendirdiği süreçteki bu gelişmelerde “devlet aklı“ tamamen AKP lideri “Erdoğan’ın aklı“ ile maalesef yer değiştirmiş olarak hayata geçmektedir.
Emperyalist ülkelerin davranışlarını daha iyi anlayabilmek için, dünya genelinde ve Ortadoğu’daki gelişmelere yakından inceleyerek bakmakta yarar vardır. Bu ülkelerin başını çeken ABD, İngiltere’nin ( UK ) beraberce oluşturduğu müttefik güçler ile 20 Mart 2003 tarihinde, kitle imha silahları bulundurduğu ileri sürülerek, halkına demokrasi getirmek iddiası ile bağımsız bir devlet olan, Irak’a saldırarak ülkeyi işgal etmiştir. Bu işgalin tamamen istihbarat kuruluşlarının ortak operasyonu çerçevesinde, planlanmış bir şekilde “ Kesnizani tarikatı “ vasıtasıyla, gerçekleştirildiği bilinmektedir. Kitle imha silahlarının Irak’ta bulunduğu, gizlendiği yalanının ise, ABD istihbaratına (CIA) ulaştıran ise, Iraklı siyasetçi “Ahmet Çelebi “ tarafından hazırlandığını daha önceki makalemde geniş bir anlatımla açıklamıştım. Kendisine Irakta başbakanlık görevi bile taltif amaçlı olarak verildikten sonra, hazırlamış olduğu yalan ifadelerle ilgili olarak, “Bunları kasten yapmıştım“ diye övünerek beyanat verdiği kamuoyunda izlenmiştir. ABD’nin Irak askeri harekâtı başladıktan sonra, AKP İktidarı, resmi ağızlardan, bir açıklama yaparak, “ABD’nin Irakta başarılı olmasını samimiyetle arzu etmekte olduğunu ve Türkiye’nin çok yönlü olarak ABD’ye destek olacağını“ beyan etmiştir. Türkiye’de o dönemden, bir müddet önce, AKP iktidarı tarafından hazırlanan, 1 Mart tezkeresinin TBMM oylamasından geçmemesine rağmen, iktidar partisinin bu mesajı vermesinin hiçbir anlamı yoktur.
Bu yapılmış olan açıklama, dış politika açısından değerlendirildiğinde, iktidar tarafından, politika üretilemediğin açık itirafı olduğu anlaşılmaktadır. Bu bir nevi olayı ciddiye almamakla eşittir diye düşünüyorum. Gelişen olaylar sürecinde, 7 Ağustos 2003 tarihinde, ABD, dünya kamuoyuna, resmi sözcüleri vasıtasıyla, bir deklarasyon yaparak, bu kapsamda Türkiye dahil olmak üzere “23 ülkenin, sınırlarının değişeceğini“ açık ve net ifadelerle belirtmiştir. Resmi ağızlardan yapılan bu söylevden bir müddet sonra, iktidar partisi AKP ise, ABD ile işbirliği yaptığını açıklama durumunda kalmıştır.
İşte herkes tarafından tam detayları, amacı ve argümanları bilinmeden ele alınıp neredeyse sorgusuz kabul edilen, kamuoyunda meşhur olmuş, büyük orta doğu projesi (BOP) başlangıcı bu tarih olarak kabul edilmelidir. Söz konusu olup, entelektüel camiada irdelenmesine başlayan, BOP, genelde, bölgedeki devletlerin “küçük kantonlara“ bölünmesi sonucu, İsrail’in ise, bu yörede büyük ve etkin bir güç olarak hareket etmesini temin etmek olarak özetlenebilir. Bu kapsamda Türkiye’den de toprak parçası koparılarak bir Kürt devletinin, Suriye ve Irak topraklarından alınacak parçalar ile birleştirilerek kurulmasını öngörmektedir.
İlk aşamada, Irak’taki savaşın seyrine göre, ilerleyen süreçte, ABD liderliğindeki müttefik güçler tarafından, kuzey Irak’ta otonom bir yapı tesis edilmiştir. Gelişen bu duruma göre, “güneyde Sünniler, ortada Şiiler ve kuzeyde Kürtler“ olarak bir suni yerleşim sağlanarak, Türkmenlerin, zaman içinde tasfiye edildiği net olarak görülmektedir. Türkmenlerin demografik yapısının planlı bir şekilde değiştirilmesi yine ABD tarafından gerçekleştirilmiştir. İşte aynı tarihlere denk gelen süreçte AKP lideri, Sayın Erdoğan “Biz de büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlarından biriyiz“ diyerek, tamamen bu proje içinde görev aldığını ve zımnen projeyi onayladığını da kabul etmiştir. İktidardaki AKP yöneticileri ile milletvekillerinin ülkenin bölünüp parçalanması projesine “kabul oyu“ vermelerini düşünmek bile istemiyorum. Ancak gelinen noktada bu projenin adım adım gerçekleştirildiği ise bir gerçek olarak toplumun izlemesindedir.
Irak parçalandıktan sonra AKP içinde görev yapmış olan milletvekillerinden bazıları bu parçalanmadan Sayın Erdoğan’ın faydalandığını iddia ederek, “Erdoğan Irak’tan petrol getirdi ve onları İsrail’e sattı. Bunu daha ziyade himaye ettiği şirketler vasıtasıyla gerçekleştirdi. Ancak şimdi gelinen noktada Fransa’daki tahkim süreci tamamlandı ve 1.4 milyar USD tazminatı merkezi Irak hükümetine Türkiye ödeyecektir“ demiştir ki, bu durumun değerlendirmesini sizlere bırakıyorum!!
Bu konuyla ilgili olarak gerek ana akım, gerekse muhalif medya organlarında, hiçbir haberin kamuoyunun bilgisine, dikkatine getirilmemiş olması düşündürücüdür. Bu durum iktidar partisi AKP ve onun liderinin medya organlarının büyük bir kısmını kontrol altında tuttuğunun bir göstergesidir diye değerlendirmek gereklidir. Ülkenin parçalanma projesinin ( BOP) böylece Türkiye’nin Cumhurbaşkanının ağzından desteklenmesi, kamuoyunda şaşırtıcı bir biçimde, maalesef hiçbir reaksiyona neden olmamıştır. Oysa bu projenin detaylarını ve gizli ajandasını, MİT ve diğer istihbarat birimlerinin çok önceden saptayıp analiz ederek, devlet yöneticilerini uyarması gerekmez miydi? Diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
2003 yılından sonraki gelişmelere bakıldığında, 2006 yılında ABD büyük Ortadoğu projesi ( BOP ) ile ilgili bir harita yayınlamıştır ki, bu harita üzerinde Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda “bir başka devletin kurulacağı“ gösterilmişti. Bu haritanın yapılışına Türk kamuoyundan ve muhalefet partilerinden çok kuvvetli reaksiyonlar, dünya kamuoyu nezdinde ses getirecek şekilde maalesef gösterilmemiştir. Bu gelişen duruma, Alman istihbaratından (BND) emekli olan bazı kişilerin bile hayret ederek, bana bunun nedenini sorduklarına şahit oldum. Bu kişiler bana “Tayyip beyi bütün halk mı destekliyor hiç muhalefeti yok mu“ demişlerdir. Bu dönemde, PKK terör örgütü ülkede çökme aşamasına gelmiş ve tükenmişti, ancak ABD tarafından, “eğit donat“ politikası kapsamında, güçlendirilerek “Kürt bölgesel yönetimi“ bir devlet gibi kuzey Irakta büyük Ortadoğu projesinin güncel olarak yaşayan bir paydaşı olarak, ortaya çıkarılmıştır. Bu gelişmeler kapsamında BOP projesinin işleyerek devam ettiği açıkça anlaşılmaktadır.
Devamı bir sonraki yazıda…