Pazartesi, Aralık 23, 2024

Ülkelerdeki Tarımsal Uygulamalar Neden Farklı

Tarımın önemini Covid döneminde herkes çok iyi kavramış olmalı. Üretemeyenlerin aç kalmaya mahkûm olduğu bir sistem zaten kabul edilemez. O zaman her devlet başta üretici olmak üzere; tohum, ilaç, gübre ve yem gibi bir seri girdileri topluca değerlendirip geleceğe yönelik sürdürülebilir tarım politikalarını oluşturmalıdır. Ne var ki, küresel ısınmadan başlayan kısıtlar, çiftçi sayısındaki düşmeler, savaş koşulları, artan taşımacılık giderleri gibi onlarca neden neredeyse her yıl yeni stratejilerin geliştirmesini gerektirmekte.

Peki, devletler bu konuda gerçekçi olabiliyor mu? Suriye krizini bile neredeyse tamamen küresel ısınmanın olumsuz etkilerine dayandıranlar olmuştur. Bazıları ülkede kuraklığın, sağlıksız su yönetimi nedeniyle yaşandığı savındadırlar. Taban suyunun takip edilmeyişi, su tüketimi fazla olan bitkilere geçiş (ihracat potansiyeli yüksek pamuk tarımı!) gibi, su kullanımındaki kritik konular, yetkililerce göz ardı edilmiştir. Oysa ki su kullanım plan ve projeleri olan bazı ülkeler, gerekli tedbirleri çoktan almıştı. Suudi Arabistan, 2016’dan itibaren, ülke su varlığında tasarruf amacı ile buğday tarımının yasaklama kararını uygulamaya koymuştur.

Yanlış tarım politikalarının ülkeyi krizlere götürebileceği örneğine maalesef gelişmekte olan bir başka ülkede izlemekteyiz: Sri Lanka. Ekonomik kriz yüzünden ayaklanan halkın sarayını basması üzerine Devlet Başkanı ülkeden kaçıp istifasını göndermiştir. 2021 baharında Başkan bir grup bilim adamı ve tarım uzmanının uyarılarına rağmen, bir organik tarım gurusunun önerisi ile pek anlaşılamayan bir karar almıştı. Sentetik gübre ve pestisit ithalatını neredeyse bir gecede yasaklayarak Sri Lanka’nın milyonlarca çiftçisini organik tarım yapmaya zorladı. Ne var ki bu, gübresiz ve ilaçsız organik tarım, özellikle buğday ve çeltik gibi tahıllarda %50’leri aşan ürün kayıplarına neden olmuştur .

Biyoteknolojik gelişmelerden çiftçinin, tarımın yararlanması konusunda ülkeler yarıya bölünmüştür. Örneğin transgenik bitkilerin (GDO) tarımına ABD ve Güney Amerika ülkeleri alabildiğine olumlu bakarken, AB ülkeleri ve tabii ki onlara tarımsal ürün satan Türkiye ve Afrika ülkeleri aksine bir tutum içindedir. Bunda 1990’lı yıllarında öne çıkan biyoteknoloji gelişmelere ayak uyduramayacağını gören, o yıllarda dünya tohumculuk piyasasına hâkim olan Fransa tohum şirketlerinin transgenik çeşitleri karalama kampanyalarının etkisi büyüktür. Peki söz konusu transgenik bitkilerin üretimi konusunda AB ülkeleri aynı görüşte mi? Neden İspanya ve Portekiz 100 binlerce hektar mısır tarımını transgenik çeşitlerle sürdürüyor?

1950-1980 yıllarını kapsayan yeşil devrim döneminde buğday, çeltik ve mısırdaki ıslah çalışmaları diğer birçok bitkide de sürdürüldü. Buğday ve çeltikte bitki boyunun melezleme yöntemleriyle kısaltılması sağlanırken, mısırda hibrit teknolojisinden yararlanılmıştı. 1950 ile 1984 arasında, dünya tahıl üretimi yaklaşık %160 artmış, devrim öncesine göre insan oğlu %25 daha fazla kalori tüketilebilecek seviyeye gelmiştir. Ancak bu tarımsal uygulamalar bakımından ülkeler arası çok büyük farkların ortaya çıkabileceği konusuna da değinmek durumundayız: Ne yazıktır ki bu ve benzeri avantajlardan Afrika ülkeleri yararlandırılamamıştır .

Her ülke tohumculuk sektörü gereksinim duyduğu genleri kendi bünyesinde geliştiremez. Bu durumda, ihtiyaç duyulan genin, gereğinde devletçe sağlanması yoluna başvurulabilir. Pakistan’ın bir gen satın alarak, ücretsiz olarak tüm ulusal tohumcu kuruluşlarının kullanımına vermesi (Cry3 geni); Brezilya’nın, yalnız ülkesindeki tohum şirketlerince kullanılmak üzere bir uluslararası firmaya bir çeşit sipariş etmesi ilk akla gelen örneklerdir.

Bilimsel çalışma sonucu elde edilen gelişmeler çiftçiye aktarıldığında gerçek başarı elde edilmiş olur. Tabii ki ilk olarak bilimsel çalışmaların sonuçlarından öncelikli olarak kendi ülkesi yararlanacaktır. Nitekim 70 yıldır üzerinde çalıştığı melez çeltik çeşidini geliştiren Çin’de çeltik alanlarının %50’sinde melez çeşitler ekilmekte ve %20-30 arası verim artış sağlamaktadır. Doğal olarak komşuları diğer tropik ve subtropik çeltik üreticisi ülkeler de bu uygulamadan yararlanmaya başlamışlardır.

2013’lerde keşfedilen Gen Düzenleme yöntemi (yani yeni ıslah tekniği (YİT)) kaşiflerine Nobel Ödülü kazandırırken, yeni çeşitlerin geliştirilmesi daha kısa zamanda şansı doğmuştur. Bu yöntemle son yıllarda ABD’de yağ kalitesi iyileştirilmiş soya, Hindistan’da dört yıl gibi kısa zamanda nohut, Japonya’da tatlı domates geliştirildi. AB’de bu yöntemle geliştirilen genotipler tescil işlemlerinde günümüze kadar genetiği değiştirilmiş ürünler (GDO) gibi ele alınmıştır.

Değişik grupların baskısı altındaki AB, 2024 başında YİT kapsamında geliştirilen çeşitlerin tescili konusunda bir mevzuat değişikliğine gitti. Önce geliştirilen çeşitler iki kategoride toplandı. Gen düzenleme yöntemi ile ıslah edilen çeşit, klasik çeşitlerden ayırt edilemeyecek karakter yapısındaysa Katagori ‘1de, herhangi bir farklılık saptandığında ise Katogori 2’ye eklendi. AB, bu prensipler çerçevesinde gerekli yasal düzenlemeler için Avrupa Gıda Güvenliği Başkanlığını (EFSA) görevlendirdi. EFSA’nın 2024 eylülünde yayınladığı rapor çizelgede özetlenmektedir.

2024 yılı itibarı ile AB’de tescil işlemleri için EFSA raporunu bekleyen 40’a yakın aday genotipin kısa zamanda AB çiftçisinin kullanımına girmesi beklenmekte.

Genetiğinden bu kadar bahsetmişken Arjantin, Brezilya ve Paraguay’da tarımı yapılan GDOlu buğdaya değinmemek haksızlık olur. “HB4” diye bilinen bu çeşit bir İngiliz firması tarafından kurağa dayanıklılık amacı için geliştirilmiştir. ABD de 2024 ağustosunda bu çeşidin tarımına onay vermişti . Bakalım kaç ülke bu gelişmeleri ülke çiftçisine açacak?

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ HABERLER

GÜNDEM