Perşembe, Ocak 2, 2025

Temenniler ve gerçekler

Yıllar önce üniversitelerde ders verirken genç arkadaşlara hayattaki başarı şansının insanın hayallerini kaybetmeksizin gerçekçi temelde konulara yaklaşması gerektiğini anlatırdım. Konumuz dış politika olduğu için de hayal kurmadan önce gerçekleri bütün çıplaklığı ile görmeleri gerektiğinin altını çizer, ülke çıkarlarının güttüğünüz ideoloji ile ilişkilendirilmesinin tehlikesinden bahsederdim.

Bugün için konumuz Suriye olduğuna göre bazı gerçekleri öncelikle alt alta yazalım.

Öncelikle ülkemizin çıkarlarını iki ana başlıkta toplayalım. “Güneydoğu sınırlarımızın güvenliği”, “Suriyeli göçmenlerin geri gönderilmesi”.

Bu iki başlığın analizini yapmadan önce de olup biteni anlamaya çalışalım.

Zihinlerimizi en fazla meşgul eden soruların başında 13 yıllık savaşın 12 günde bitmesi ve 61 yıllık BAAS iktidarının çökmesinden “kim kazandı, kim kaybetti?” sorusuna kısaca cevap vermeye çalışırsak.

Kazanan kesinlikle İsrail ve bir numaralı destekçisi ABD. İsrail kendi güvenlikli bölgesini oluştururken, Golan tepelerinin bütününü işgal etti, bölgedeki bütün İran’ın vekillerini tasfiye etti. Gazze’yi de bitirme noktasına geldi.

Bir diğer kazananın da aksi görüntü verse de Rusya olduğunu öne sürenler var. Bu değerlendirmeye göre Rusya her ne kadar Ortadoğu’dan çekilmiş görüntü verse de, Lazkiye’deki hava ve deniz üslerini koruma güvencesi aldı, özellikle Trump’ın başkanlığı devralması ile birlikte 3 yıla yakın süren Ukrayna savaşını kendi lehine sonuçlandırma imkanını yakaladı.

Kaybedenler kim?

Hiç kuşkusuz bir numaralı kaybeden Filistin. Bölgede İsrail’e karşı tamamen savunmasız ve yalnız kaldı. Gazze’nin yeniden Filistin’in elinde mevcut haliyle kalması artık mümkün gözükmüyor. İkinci büyük kaybeden ise İran. Bundan sonra İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzundan söz etmek (en azından uzunca bir süre) mümkün değil. Netanyahu’ya bakılırsa, İran rejiminin de değişecek olması kaçınılmaz.

Peki Türkiye kazandı mı? kaybetti mi? Henüz bilemiyoruz. Bu soruya cevap bulabilmek için, ülkemizin tezi olan” Suriye’nin toprak bütünlüğünün devamı” mümkün mü? Sorusuna cevap arayalım Edebilir, ancak federal ya da konfederatif bir yapıda iki ya da daha fazla kantonlara bölünmüş olarak devam edebilir tezini işleyenlerin sayısı oldukça fazla.

Kafa karıştırmamak için Fırat’ın Doğusu ve Batısı olarak iki bölgeli bir federasyon olacağı varsayımından hareket edelim. Bizim için Batı’dan ziyade Doğu daha önemli gözüküyor. Suriye’nin çok fazla olmasa da doğal gaz ve petrol yatakları bu bölgede, bölge yönetimi bizim terörist olarak nitelendirdiğimiz, ABD’nin himayesindeki PKK/PYD/YPG’nin  (bundan böyle sadece YPG) elinde. Esasen güvenlik endişemiz bu noktadan kaynaklanıyor. Her ne kadar 12 gün savaşında Türkiye savaşa doğrudan müdahil olmasa da, kendi yarattığı vekilleri aracılığı ile (önce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), ardından isim değişikliği ile Suriye Milli Ordusu (SMO) esasen ABD-İsrail çizgisinde yer aldı. Ancak bu birlikteliğin ABD ve İsrail ile aramızı tam olarak düzelttiğini de an itibarı ile söylemek pek mümkün değil.

Gelelim Fırat’ın Batısına. Destek verdiğimiz SMO’nun da katkılarıyla, Heyet Tahrir-el Şam (HTŞ) Şam’ı ele geçirdi, diğer ifadesi ile Batı artık HTŞ’nin kontrolünde. Peki İsrail bu gelişmeden memnun mu? İtirazı şimdilik gözükmemekle birlikte, BAAS yönetimine ait bütün cephaneyi, savaş uçak ve gemilerini imha ederek, güvensizliğini de göstermiş oldu. HTŞ’nin elinde dış güvenliğini sağlamaya yetecek pek bir şey yok.

Her iki bölge için de ilave ayrıca ilave edilmesi gereken hususlar var.

Doğu’da sadece YPG’nin olmadığı, ılımlı Kürtlerin yanı sıra, Arapların ve Türkmenlerin de bulunduğu, dolayısı ile her an bir iç huzursuzluğun tetiklenebileceğini de akılda tutmak gerekiyor. Bu tür bir gerilime karşı çeşitli bahanelerle ABD’nin askeri gücü ile desteklenmiş bir YPG, düzeni sağlamak için oldukça fazla silaha sahip.

 Batı’da ise HTŞ’nin geçmişi ister istemez potansiyel bir Afganistan’ı hatırlatıyor. Her ne kadar yapılan yeni propaganda dili radikal İslami geçmişi reddetse ve ılımlı İslam görüntüsünü sergilese de, zihinlerin bugünden yarına değişmeyeceği endişeleri geniş bir kesim tarafından dile getiriliyor. Burada da etnik çeşitlilik var, özellikle uzun yıllar boyunca Arap Alevisi azınlığın yönetiminden şikayetçi Selefi Arapların rövanşist bir tutuma girmeyeceklerinin garantisi yok.

Sözün kısası, her iki bölge de kolay kolay istikrara kavuşma görüntüsü vermiyor, iki bölge arasında enerji ve su paylaşımı konularında bir çatışma olması halinde de silahlı Doğu’nun, silahları elinden alınmış Batı’ya karşı bariz bir üstünlüğünün olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.

Bu görünüm altında göçmen meselesine gelirsek.

Gerçekçi analiz, milyonlarca Suriyelinin mevcut koşullar altında pek de geriye dönme niyetinde olmayacağını söylüyor. Evet, diasporada yaşamak zordur, Ancak Suriye istikrara kavuşmadan, endişe yaratan büyük sorular tatminkar cevapları bulmadan, sürdürülebilir bir ekonomik çerçeve oluşturulmadan ülkemizdeki Suriyelilerle pek vedalaşacak gibi gözükmüyoruz. Tabi geçici göçmen statüsü ile tanınan haklar ortadan kaldırılabilir ve Türkiye’deki yaşamları daha zorlu hale getirilebilir. Ancak böyle bir uygulamanın da yeterli olmayacağı aşikar.

Öte yandan yukarıda fotoğrafını çizmeye çalıştığımız olası iç çatışmalar bırakın Türkiye’den Suriye’ye tersine göçü, potansiyel can güvenliği nedeni ile yeni bir göç dalgası ile karşı karşıya kalma riskini de beraberinde getiriyor.

Peki bir şey kazandık mı?

En azından Emevi camiinde namaz kılmaya giderken bindiği arabanın şoförlüğünü yapan HTŞ lideri bir kısmımızın gururunu herhalde okşadı, darısı daha büyük siyasi temsilcilerimizin başına.

Süreçten en fazla mağdur olan ülke sıfatı ile Suriye’nin geleceğinin şekilleneceği masaya oturduğumuzda ne kazanıp, ne kazanamadığımızı daha iyi anlayacağız. Umarım en azından yine kaybeden biz olmayız.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Can Baydarol

Diğer Yazarlar