Pazar, Mayıs 11, 2025

“Çiftçi geçinemezse tarım darboğaza girer”

İzmir İzQ İnovasyon Merkezi’nde üçüncüsü düzenlenen 3. Tarım, Yatırım ve Etki Zirvesi’nde; tarımsal yatırımlar, yenilikçi teknolojiler ve sürdürülebilir çözüm konuları tartışıldı

3. Tarım, Yatırım ve Etki Zirvesi’nin  ilk gününde 7 farklı oturum düzenlendi. Tarım sektörünün farklı kollarından konuşmacılar, katılımcılara tarım sektörünün geleceği hakkında önemli bilgiler verdi

İzmir, tarım ve teknoloji dünyasını bir araya getiren önemli bir organizasyona ev sahipliği yaptı. Bu yıl İzmir İzQ İnovasyon Merkezi’nde üçüncüsü düzenlenen  3. Tarım, Yatırım ve Etki Zirvesi’nde; tarımsal yatırımlar, yenilikçi teknolojiler ve sürdürülebilir çözümler konuları tartışıldı. Sektörün önde gelen yatırımcıları, girişimcileri ve uzmanları, zirvede tarımda yatırım fırsatlarını, yenilikçi teknolojileri ve çevresel sürdürülebilirlik yaklaşımlarını ele alındı. 

Tarım sektörünün mevsimselliğe bağlı olarak diğer sektörlerden farklı bir yapıya sahip olduğunu ve iklim değişikliğine karşı son derece hassas olduğunu vurgulayan Akbank KOBİ Ürün Yönetimi Müdürü Murat Yaya, “Bankalar olarak sadece finansmanı sağlayan, para transferlerine ve nakit akışına aracılık eden bir yapıdan çıkıp, çiftçilerin finansal danışmanı olmalıyız. Çiftçilerin çekeceği kredinin vadesi, ödeme sıklığı ve büyüklüğü konusunda yol gösterici olmalı, hangi dönemde ne kadar kredi ödemesi gerektiğini, hangi finansman modelinin onlara uygun olduğunu net bir şekilde anlatmalıyız. Tarımda sürdürülebilirliği sağlamak için çiftçilere teknolojiye yatırım yapabilecekleri kredi türleri sunuyor, uluslararası finans kuruluşlarından sağlanan kaynaklarla fonlamayı daha düşük maliyetli hale getirmeye çalışıyoruz. Çiftçilerin yaş ortalaması 2023 yılında 53,4’tü ve genç çiftçilerin oranı yalnızca yüzde 14’tü. Üstelik burada genç çiftçiden kastımız 39 yaşına kadar olanlar. Önceki nesiller 42-43 yaşında emekli olurken, artık 39 yaş bile genç kabul ediliyor. Eğer çiftçilerin bu işi yaparak geçimini sağlayacağından emin olmasını sağlayamazsak, bu oran daha da düşecek ve tarım sektörü ciddi bir darboğaza girecek” diye konuştu.


“Çiftçiler teknolojiyi entegre edebilirse verimlilik artar”

Teknolojiyi çiftçinin hayatına teknolojiyi adapte etmeleri gerektiğinin altını çizen Yaya, “28 yıldır binin üzerinde çiftçiyle yapılan röportajlardan elde edilen verilere göre her yıl benzer yanıtlarla karşılaşılıyor. Geçtiğimiz yıl öne çıkan en büyük sorunlardan biri girdi maliyetlerindeki artış oldu. Türkiye’de pahalılıktan bahsetmeden ekonomi konuşmak mümkün değil. Çiftçilerin en büyük sıkıntılarından biri yüksek girdi maliyetleri. Bunun yanı sıra artık tüm dünyanın en önemli gündem maddelerinden biri haline gelen iklim değişikliği de çiftçilerin büyük bölümünü doğrudan etkiliyor. Önceki yıllarda çok fazla dile getirilmeyen bu sorun, artık çiftçilerin en az yüzde 60-70’inin üretimlerine olumsuz etki ettiğini düşündüğü bir mesele haline gelmiş durumda. Öte yandan işçi bulma ve işgücü maliyetlerini yönetme konusunda da ciddi zorluklar yaşanıyor. Düzenli bir işçi akışı sağlamak ve bu maliyetleri kontrol etmek giderek zorlaşıyor. Bu noktada teknolojinin devreye girmesi gerekiyor. Çiftçiler, orta ve büyük ölçekli tarım işletmeleri süreçlerine teknolojiyi entegre edebilirse verimlilik artar, yaşanan sorunların bir kısmı hafifler. İklim değişikliği kaynaklı krizler öngörülerek etkisi en aza indirilebilir. Tarım mevsimselliğe dayalı ve iklim değişikliğine son derece hassas bir sektör. Bankalar da sadece finansman sağlayan, nakit akışına aracılık eden yapılar olmaktan çıkmalı. Çiftçilerin finansal danışmanı olarak onlara yol göstermesi gerekiyor. Kullanılacak kredilerin vade süreleri, ödeme sıklıkları ve büyüklükleri doğru belirlenmeli. Çiftçilere hangi kredilerin uygun olduğu, ne şartlarda finansal yapılarını büyütebilecekleri anlatılmalı” değerlendirmelerinde bulundu. 


“Tarıma dayalı sanayi geniş bir ağı kapsıyor”

Tarım 4.0 Teknoloji ve Etki Derneği (TETA) Yönetim Kurulu Başkanı ve TETA Teknik Tarım Genel Müdürü Sümer Tömek Bayındır, toplantıda yaptığı konuşmada, tarıma dayalı sanayinin çok boyutlu bir yapı olduğuna dikkat çekerek, bu alandaki tüm dinamiklerin göz önünde bulundurulması gerektiğini vurguladı. Tarımın sadece üretimden ibaret olmadığını, tarıma destek veren tüm meslek gruplarının bu ekosistemde önemli bir yer tuttuğunu belirten Bayındır, “Çünkü çok boyutlu etkileşimler var. Artık çok açık bir şekilde bir ağdan bahsediliyor ve bunun dinamiklerini ölçmekle ilgili ciddi bir efor da harcanıyor. Çünkü çok düz bir hattan bahsetmiyoruz burada. Bugün İzmir’deyiz. İzmir ülkemizin çok önemli bir tarım şehri, tarıma dayalı sanayi şehri” dedi. Bayındır, tarıma dayalı sanayinin yalnızca çiftçiler ve üreticilerle sınırlı olmadığını, tarıma destek veren ziraat mühendisleri, veteriner hekimler, biyologlar, makine mühendisleri ve zirai kimyasalcılar gibi birçok farklı meslek grubunun bu ağın içinde yer aldığını ifade etti.

Bayındır, “Teknoloji projelerini ilk uygulayan çiftçiler İzmir’dedir ve tüm Türkiye sanki ayçiçeklerinin güneşe dönmesi gibi İzmir’e dönüktür” diye konuştu 

“Lojistik ve çevresel etkiler göz ardı edilmemeli”

Tarımsal üretimden gıda lojistiğine kadar geniş bir sürecin verimli hale getirilmesi gerektiğine dikkat çeken Bayındır, “Bütün meslek gruplarını sayabiliriz. Bunun içinde ziraat mühendisleri ki bugün bizim aramızda gençlerimiz özellikle ziraat mühendisleri fazla. Veteriner hekimler, biyologlar, teknoloji kökenli tarıma bulaşmış insanlar, tarıma hizmet veren makineciler, zirai kimyasalcılar. Bütün bunları bir ağ olarak düşünmeliyiz. Sütleri toplayanlardan gıda lojistiğine, tüketicilerin ayağına kadar getiren market zincirlerine kadar geniş bir yapıdan bahsediyoruz. Verimlilik dediğinizde bütün bunları düşünmemiz gerekiyor ve aslında bugün çok tartışılan karbon emisyonları, çevreye verilen zarar bakımından en büyük etki bu sistemlerden çıkıyor” sözlerini kullandı.


“Tarımda teknolojiye uyum sorunu yok, finansman sorunu var”

Tarım sektöründe gelir dağılımının giderek bozulduğunu vurgulayan Bayındır, Türkiye’deki çiftçilerin teknolojiye uyum sağlama konusunda oldukça başarılı olduğunu, ancak finansal imkanların yetersizliği nedeniyle bu teknolojilere erişimde sıkıntılar yaşandığını belirtti. “Teknolojiye inanılmaz bir adaptasyon yeteneğimiz var. Türk çiftçisi kadar dünyada teknolojiye hızla uyum sağlayabilen herhalde yoktur. Yeter ki finansmandan, yeter ki faydadan bahsedin. İzmir bu konuda öncü bir şehir. Teknoloji projelerini ilk uygulayan çiftçiler İzmir’de ve tüm Türkiye sanki ayçiçeklerinin güneşe dönmesi gibi İzmir’e dönük. Tarım sektöründe çalışanlar burada ne olup bittiğini çok yakından takip ederler. Çiftçiler kendi aralarında güçlü bir iletişim ağı oluşturur ve buradaki iyi uygulamalar kısa sürede tüm ülkeye yayılır. Şimdi bizim bu gelir uçurumunu nasıl dengeleyeceğimize kafa yormamız lazım. Geçmişte Köy Enstitüleri projesi de tam olarak bu amaca hizmet ediyordu” ifadelerini kullandı.

Çiftçinin sosyo ekonomik gelişimini sağlamak için üretim, gelir ve refah artışını oluşturmak adına teknolojinin önemine vurgu yapan Nacak, “Teknoloji en çok da küçük çiftçi için önemli” dedi

“2024 yılında 37,4 milyon ton karbon emisyonu oldu”

2024’te karbon emisyonunun rekor kırdığını hatırlatan Zirve Komitesi Başkanı Pınar Nacak, “2024 yılında 37,4 milyon ton karbon emisyonu oldu. Dünya nüfusunun yüzde 28’i bu tehlike ile karşı karşıya. Yüzde 28, çok büyük bir rakam. Tohum piyasasının yüzde 60’ını ise 4 şirket kontrol ediyor. Ve gıda kayıpları çok fazla. Üretimin 1/3’ü kayıp. Yani topraklarımızın 1/3’ünü çöp üretmek için kullanıyoruz. Bu atıkların sera gazı emisyonu neredeyse yüzde 8 ile 10. Bunun yanında hububat sektörü ticaretini dört ülke elinde tutuyor. Rusya, Kanada, Brezilya, Amerika” değerlendirmelerinde bulundu. 


“Teknoloji en çok da küçük çiftçi için önemli”

Çiftçinin sosyo ekonomik gelişimini sağlamak için üretim, gelir ve refah artışını oluşturmak adına teknolojinin önemine vurgu yapan Nacak, “Teknoloji en çok da küçük çiftçi için önemli. Ve tabii bazı gerçekleri cebimize koyarak yola çıkmalıyız. Teknolojiyi geliştirmeliyiz, yatırımlar yapmalıyız ama bizim yan cebimizde hep doğa, çevre dostu, küçük çiftçi bunlar olması gerekiyor. O yüzden bunları da hatırlayarak yolumuza devam etmek gerekiyor. Tabii ki hepimizin hedefi daha müreffeh bir gelecek için birlikte ilerlemek. Temiz su, temiz gıda, temiz hava hepimizin ümidi, hayali gelecekte. Ama krizlerin ortasındayız. Dünya hiçbir dönemde böyle olmadı.  Ve diğer taraftan da kıyaslı bir rekabet ortamı var. Kafamızı buna çalıştırmamız gerekiyor” ifadelerine yer verdi.


“Dünyadaki değişim tarımı doğrudan etkiliyor”

Dünyanın hızla değiştiğini ve bu değişimin tarımı doğrudan etkilediğini ifade eden Nacak, “İklim değişikliği, doğal afetler, su kıtlığı ve artan karbon emisyonları gibi tehditler, tarımsal üretimi her geçen gün daha fazla zorluyor. Küresel sıcaklık 2 derece yükseldiğinde tarımsal üretimde yüzde 11’e varan bir düşüş bekleniyor. Bu noktada, tarım politikalarımızı ve üretim modellerimizi hızla adapte etmek zorundayız. Diğer taraftan, Türkiye, tarımda büyük bir potansiyele sahip. Türkiye 68,5 milyar dolarlık tarımsal hasılası ile geçtiğimiz yıllarda Avrupa’nın en büyük tarımsal üreticisi konumuna geldi  ve küresel gıda talebinin yüzde 60 artmasının beklendiği önümüzdeki 25 yılda stratejik bir rol oynayabiliriz. Ancak bu potansiyeli değerlendirmek için üretimde sürdürülebilirliği sağlamalı, ihracat kapasitemizi artırmalı ve tarım teknolojilerine yatırım yapmalıyız” diye konuştu. 


“Gıda güvenliği ve sürdürülebilirlik birlikte ele alınmalı” 

İnsanların artık sağlıklı beslenmeye daha fazla önem verdiğini ve bu sürecin sürdürülebilir kararlarla desteklenmesi gerektiğini söyleyen Arzum Genel Müdürü Evren Albaş, gıda tedarik zincirinde önemli değişiklikler yaşandığını belirtti. Albaş, lojistik ağlarının dönüşüme uğradığını ve e-ticaretin giderek daha fazla kullanıldığını ifade etti. Ancak tedarik zincirinde hala büyük miktarda gıdanın kaybedildiğine dikkat çeken Albaş, “Çok ciddi bir gıda enflasyonu ile karşı karşıyayız. İklim krizi, nüfus artışı ve sağlıklı beslenmeye yönelik talebin yükselmesi, bu enflasyonu daha da artırıyor. Bu sorunları birbirinden bağımsız değerlendirmek ve ayrı ayrı eleştirmek mümkün değil. Çünkü her biri gıda güvenliği ve sürdürülebilirliği doğrudan etkileyen faktörler” dedi.


“Tarım finansmanının önündeki engeller kaldırılmalı”

Avrupa Birliği’nin ‘Farm to Fork’ (Tarladan Sofraya) stratejisinin sürdürülebilir gıda üretimi açısından kritik bir adım olduğunu açıklayan Albaş, “Bu stratejiyi çok anlamlı buluyorum. Tarımı geliştirmeye yönelik tarımsal yatırımların teşvik edilmesi büyük önem taşıyor. Ülkemizde birçok çiftçi hala finansal olarak kârlılık sağlayamıyor. Bu durum, tarım sektörüne yönelik teşviklerin daha güçlü hale getirilmesini zorunlu kılıyor” ifadelerini kullandı. 


“Büyükşehir yasasıyla dengemiz bozuldu”

Büyükşehir Yasası’nın tarım ve kırsal yaşam üzerindeki etkilerine dikkat çekerek, köylerin mahalle statüsüne alınmasının çiftçileri zor durumda bıraktığını ifade eden Köy-Koop İzmir Başkanı Neptün Soyer, Beklentimiz de şu: Büyükşehir Yasası’nın bir an önce zararlı planlanması. Geri mi çekilir? Bir gecede ne yaparlar? Hangi torbaya koyarlar bilmiyorum ama siz daha iyi hizmet vereceğim diye bir gecede binlerce köyü kapatıp ‘sen artık mahallesin’ demeyin. Dolayısıyla bu Büyükşehir Yasası ile biraz bizim de dengemiz gerçekten bozuldu. Yani imarla böyle yüz yüze gelinmeye başlandı. Ne kadar çok imar olursa, o kadar az tarım olmaya başlıyor. Tarım arazileri kepçeleniyor, o kadar üzülüyoruz ki. Ama hani köylü satıyor, ne yapsın köylü? İmar gelmiş, tarımdan aldığı beklenti, girdi maliyetleriyle o kadar düşük. Biz aylardır süt fiyatı hesaplıyoruz,  Sıcak süt mü, soğuk süt mü, çiğ süt mü diye.  Süt Konseyi bir süt fiyatı açıkladı, birbirimize girdik. Devletin piyasayı regüle etmesi gerekiyor. Ama aslında bunu da düşünmüşler. Tarım kooperatifleri döneminde, tarımsal birliklerimiz çiftçi tarafından piyasayı regüle eden inanılmaz güçlü yapılar oluşturmuştu” diye konuştu. 


“Büyümeyi sürdürebilmek için yeni çözümler üretmek zorundayız”

Tire Süt Kooperatifi Genel Müdür Yardımcısı Hüseyin Fatih Karataş, süt sektöründe yaşanan daralmaya dikkat çekerek, üreticilerin refah seviyesini korumak için kooperatiflerin büyük bir mücadele verdiğini belirtti. Karataş, “Yaklaşık 2 bin kayıtlı ortağımız var ve bin 600’e yakını aktif olarak süt üretimine devam ediyor. Ana felsefemiz süt toplamak ve üreticilerimizin refah seviyesini artırmak. Ancak şu an ciddi bir kriz içindeyiz. 2008’den beri kooperatifin içindeyim ve her beş yılda bir krizle karşılaşıyoruz. Şimdi de pazarda bir daralma var, insanların alım gücü düştü. Aslında nüfus artışıyla tüketimin yükselmesi gerekirken, tam tersine azaldığını görüyoruz. Bu da sektörde büyük ölçekli firmaları bile tehdit eden bir tablo oluşturuyor. Kooperatif olarak üreticiyi desteklemek adına yem, mazot ve gübre gibi temel girdileri faizsiz sağlıyoruz. Marketlerimizde üreticilerin alışveriş yapmasını sağlıyor, tarımsal ekipman almalarını gereksiz hale getiriyoruz. Ancak bu noktaya gelirken, artık biz de finansal kaynak sıkıntısı yaşamaya başladık. Kooperatifin katma değer yaratarak büyüdüğü bir süreçten geçiyorduk, ancak bu büyümeyi sürdürebilmek için yeni çözümler üretmek zorundayız” ifadelerini kullandı.

İLGİLİ HABERLER

GÜNDEM