Sevgili okurlarım,
Öncelikle komşumuzdaki iç savaş dönemine geçmeden, Suriye devletinin kuruluşu hakkında bir bilgi vererek başlamak istiyorum. Suriye devleti 1946 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. 1949 yılında CIA organizasyonu çerçevesinde, demokratik hükümet devrilmiştir. Bunu iki ayrı darbenin daha takip ettiği görülmektedir. 1954 yılında halk isyanı ile askeri iktidar da devrilmiş ve netice itibariyle yönetim yine sivil hükümete geçmiştir. 1958 ile 1961 yılları arasında Mısır ile birleşme yapılmış ancak istenen neticeler alınmadığı için daha sonra bu birleşme sonlandırılmıştır. 1963 yılında Suriye Baas partisi yine bir darbe ile iktidarı ele geçirmiştir.
1966 yılında ise darbeler merkezi olan bu ülkede, bir başka darbe sonucu Baas partisinin gelenekçi, liderleri tasfiye edilmiştir. Bu defa ıslah edilen bir devrim kılıfı ile General Hafız Esat 1970 yılında başbakan olarak görev almıştır. Bir başka tekrarlanan iç devrim sonucu Hafız Esat kendisini başkan ilan etmiş ve 2000 yılına kadar tek parti, tek adam rejimi devam etmiştir. Bilindiği üzere, dünyada diktatörlükle yönetilen ülkelerde tek adam rejiminin örnekleri çoktur. Bu konu Türkiye’de de siyasal İslamcı sayın Erdoğan tarafından gündeme getirilerek muhafazakâr denilen, ancak hangi ilke ve değerleri muhafaza ettikleri hiçbir zaman anlaşılamayan, kesimin oyları ile iktidarı 23 yıldır elinde tutmakta olduğu bir gerçektir. Bu tek adam rejiminde hukukun üstünlüğünün, bağımsız adaletin rafa kalkması, rüşvet, adam kayırma, kamu mallarının talan edilmesi gibi hususlar günlük olaylar olarak halkın gözü önünde gerçekleşmektedir.
Türkiye’de katlanılamaz olan, ancak iktidar tarafından halkın önüne koyulan yüksek enflasyona bağlı hayat pahalılığı devam ederken, Suriye’deki gelişmelerin de önemli olduğu dikkate alınmalıdır. Öncelikle Suriye halkının yapısına bakıldığında;
– % 60 Arap – Sünni;
– % 12 Arap – Alevi;
– % 9 Kürt – Sünni;
– % 9 Rum Ortodoks – Hristiyan;
– % 4 ermeni – Hristiyan;
– % 3 Arap – Dürzi
İnançlara sahip olduğu bilinmektedir. Bu durumun başlı başına ülkede bir birlik beraberlik yaratma konusunda problemleri gündeme getirdiği görülmektedir. Ancak gelişmiş toplumların bu gibi problemleri belli sürelerde yapısal değişiklikler gerçekleştirerek aştıkları bilinmektedir. Bu durum İslam coğrafyalarında görülmediği gibi, emperyalist ülkelerin de bu inanç temelinde yer alan mezhepsel kavramları istihbarat servisleri kanalı ile manipüle ettikleri küresel ölçekte bilinmekte ancak gerekli olan tedbir ve önlemeler siyasi ve idari olarak bilerek veya bilmeyerek alınmamaktadır.
Suriye iç savaşının başlangıcı
Suriye iç savaşının başlamasındaki en büyük etken ABD ve onun uzantısı olan İsrail’in Ortadoğu ülkelerinin sınırlarını değiştirip, enerji kaynaklarını kontrol edebilmek ve İsrail’e alan açabilmek amacıyla gündeme gelmiştir. Emperyalist ABD’nin Ortadoğu üzerinde birçok alternatif menfaatlerinin olduğu daha 1994 yılında düşünce kuruluşlu “Rank Organization“ tarafından teori olarak ortaya atılmıştı. Bu hususta 2 veya 3 teorinin daha olduğunu o kuruluştan tanıdığım kişiler vasıtasıyla biliyorum. Bir diğer taraftan ise Pentagon ve CIA gibi kuruluşların da üzerinde çalışmalar yaptığı sır değildir.
Netice itibariyle kuvveden fiile geçen bu düşünce büyük Ortadoğu projesi adını alarak aşamalar halinde uygulamaya geçirilmiş bulunmaktadır. Bir proje olarak ele alınan bu olgu CIA ile MOSSAD işbirliği içerisinde güncelleşmiştir. Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının tam kontrolünün sağlanmasının ancak “askeri operasyonlar“ ile gerçekleştirilebileceği husussu ön plana çıkmıştır. CIA ile MOSSAD ırak üzerinde yaptıkları operasyonların tamamen benzerini Suriye için de uygulamaya koymuşlardır. Bu stratejinin temelinde dini inançların kullanılarak, tarikat ve mezhep çatışmalarından faydalanmak yer almaktadır. Bu yörede yaşayan insanların inançlara bağlılığı, eğitimlerinin az olması, uygulanman ekonomik politikalar nedeniyle geçim şartlarının çok sıkıntılı hatta dayanılmaz olması büyük katkı sağlamaktaydı.
Suriye iç savaşındaki silahlı grupların kimlerden teşekkül ettiğine bakılacak olursa, onları genelde dört ayrı grupta toplamak mümkündür.
Bunlar;
– Suriye hükümeti güçleri
– Muhalif silahlı gruplar
– Kuzeydeki silahlı Kürtler
– Irak ve Şam İslam devleti (İŞİD)
Suriye iç savaşı denildiğinde, olayın tüm Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi şeklinde gündeme geldiği unutulmamalıdır. Ülke içerisinde büyük yıkım ve felaketlere yol açan, iç savaşının gelişmesinde, Beşar Esat yönetiminde olan, Suriye ordusunun, Suriye hükümeti kararlarıyla harekete geçmesi söz konusudur. Ülke içinde başlayan isyan ve ayaklanmalar temelinde radikal İslam çizgisinde hareket eden, cemaat, tarikat yuvalanmalarının CIA ve MOSSAD yönlendirmesi çerçevesinde iç isyanların bu aparatlar kullanılarak şekillendirilmesi gündemdeki yerini muhafaza etmiştir. İsyan ve ayaklanmalara Irak ve Şam İslam devleti, al Nusra, bazı Kürt, Türkmen, Dürzi ve Süryani grupların katılması noktasında ilerlemiş, nihayet Rusya, İran, ABD ve İsrail ile Türkiye’nin da sınırlı ve planlı olarak isyana katkı sağladıkları görülmektedir.
Bölgesel çatışmalar 15 Mart 2011 tarihinde başlayarak 11 Nisan itibariyle tüm Suriye geneline yayıldığı izlenmektedir. Öncelikle yöresel ayaklanmalar halinde başlayan silahlı çatışmalar Suriye ordusunun bazı köyleri ve yerleşim yerlerini kuşatması sonrası tamamen “asimetrik savaş“ haline dönmüştür. Muhalif güçler içinde ordudan kaçan firari askerlerin de yer aldığı izlenmektedir. Bu firari askerlerde birkaçı ile görüşme yaptığımda Muhammed R.S isimli gencin, orduda çok ciddi baskılar gördüğünü anlatmasını burada açıklamam mümkün değildir. Neredeyse işkence şekline varıncaya kadar yapılanlardan bütün askerlerin rütbesi ne olursa olsun, bıktığını tasdik eden sözleri can acıtıcı noktadaydı.
Bu anlatımlar içinde askerlerin yemeklerinin bile kısıtlı olduğunu anlamak oldukça zordur. Bir diğer taraftan askerlere verilen emirlerde, isyancıların olduğu yerlerde sorgusuz sualsiz, kendi vatandaşlarını, çoluk çocuk ayırtmadan öldürmenin de yer alması komutanlara karşı nefret duygularının beslenmesine yol açtığı anlaşılmaktadır. Yine kaçak olan albay rütbesindeki komutanlardan ikisinin, yaralı olarak Türkiye’ye geldiği ve burada tedavi edilerek kaldığını kendisinden dinlemiştim. Suriye hükümetinin kontrolünde olan silahlı kuvvetlerin ülke genelinde belli bir güç olduğu ve yeterli silah ile mühimmata sahip olduğunu ancak vatan sevgisinin eksik olduğunu bu askerlerden uzun uzun dinlemiştim.
Devamı bir sonraki yazıda…