Türkiye Cumhuriyeti seçmen çoğunluğunun demokratik ve psiko-matematiksel kaldıraç ile direnme süreci devam ederken, bu ince mühendislik metodu Parlamenter sistem için altmışbeş yıldır biçilmiş klasik müdahaleler, post-modern darbeler, paralel yapılanmalara müzahir eğilimlere demokratikleşme açısından sıkı bir alternatif teşkil ediyor. Diğer taraftan Cumhuriyet rejimi uygulamalarının yıllar içinde köylü-kentli ekseninde çözülememiş kültürel ve ekonomik dengelerde varolan memnuniyetsizliklerin ulusal bağışıklığın, küreselleşme etkili gelişmelere karşı risk ihtimallerinin köpüğünü alıyor.
Sistemi değişen Türkiye’nin mukayeseli ve gerçekçi açıdan tahlilini yapabilmenin gereği, geçmiş parlamenter sistem uygulamalarında irrasyonel münasebetler ve yapılan ayaküstü payanda değişiklikler, Seçim ve Siyasi Partiler Yasalarında siyaset bürokrasisinin alışageldiği avantajları korumak içgüdüsü ile hiçbir zaman yapılamayanlar da dahil olarak daima tartışılmalı idi ancak.
Üzerine bastığımız nokta; farklı görüş ve düşüncelere sahip olabilen bir toplum yapısının tabii hususiyetlerini koruyarak ilaveten bir arada yaşama arzu ve iradesini ortaya koyacak sosyal dengeleri kurabilme irade ve gücüdür. Bu konuda toplum kesimlerinin tarihte yaşanmış ve yer almış sıkıntılı konuları aşarak, onları uzun vadede topluma ayak bağı olmayacak biçimde şekillendirmek, maddi manevi esaslarda, kaderde, kıvançta, tasada rızaen uzlaşılır kılabilmektir.
Ancak uygulamalarda görünen, pek çok konularda olduğu gibi ‘istim arkadan gelsin’ anlayışı ile hareket edilerek görüntüde demokratik, çoğulcu fakat selektif ve iktisadi devşirmenin galebe çaldığı, neticesinde ‘sürdürülebilir borçlanma istikrarının’ sultasında yalpalayan, bağımlı bir idare şablonu ve sosyo-ekonomik belirsizlik zırhı ile yıllar boyu çevrelendiğidir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında benimsenmiş ‘kendi yağı ile kavrulan’ hür ve uzun vadeye matuf milliyetçi, laik, kamu ağırlıklı program iradesi, devlet bürokrasisinin toplum üzerindeki seçkinci, vesayetçi kanatları altında 1946 ve 1950 seçimlerine kadar devam edebilmiş, 50’lerde 2.Dünya Savaşında Atlantik İttifakı Bildirileri sonrasında tanzim edilen yeni dünya düzenine ‘demokrasi’ denemeleri tahtında eklemlenmiştir.
Uzun yıllar demografik yapısı, sosyal konumu itibarı ile tarım ve kırsal kesime dayanmaya çalışan, planlama ve programlamada büyüme ve kentliliği artan tempoda destekler mahiyette politikalar tercih edildiği devletçi yapıdan, karma ekonomi tecrübesine geçilmiş bu esnada ileride sıkıntı yaratabilecek bölgesel arası farklılıkların büyümesi muhtelif nedenlerle ya ihmal edilmiş, ya da öngörülmüştür.
Üzerinde bulunulan coğrafyada sosyal açıdan kısmi istikrar dönemleri hariç mazisi ve dış etkiler ile baskılara maruz kalınıldığı, makul çözüme ulaşmada ise, ‘ak ile kara’ ya da taraf karmaşasından ziyade gri tonların bilincinde hareket ile ‘nabza göre şerbet’ anlayışında özverimlilik arttırılması hedefidir. Küresel Uzlaşı” ile Türkiye’nin buradaki rolünü görmeksizin, dahilde popülist muhalefet politikaları ile meşgul edilme çabaları bertaraf edilmelidir ki, bugün ABD yönetiminin üzerinde çalıştığı kördüğüm olmuş ‘siyasetin finansmanı’ sorununun, burada da ülke içindeki benzer modellemelerin önüne geçilmelidir.
Son 25 senede ülke siyasetinde yaşanan tecrübeler, önceki dönemlerin alışılagelmiş sistematiğini değişimlere sevk ederek toplumsal dengeleri; bölgesel farklılıklar, kimlik sorunları, kültürel bütünleşme ve iktisadi hareketlilik başta olmak üzere açılımlara doğru bir kararlılıkla tesis etmiştir. Dünya konjonktüründe meydana gelen gelişmelerde iradesini ortaya koyabilmek adına önemli adımlar atılmıştır.
Küresel hegemonya tarafları açısından elzem, önem katsayısı ihmal edilemeyecek olan Türkiye’nin kontrol altında bulundurulması gereği ilgi ortam ve politikalardır. Bu yüzden dahilde toplum içerisindeki kutuplaşma potansiyelini körükleyen algı yönetiminde; fikir ve tartışma ikliminin karşılıklı olarak itici, dışlayıcı sıfatlar kullanılarak ifadesi yine de türlü uzlaşmazlık sebebi olarak istikrarsızlığa yol açabiliyor.