Halk iradesi ile vesayet arasındaki münasebet her iki unsurun kendi yapılarında olduğu kadar insanlığın topluluklar halinde yaşadığı zamanlardan itibaren güvenlik temelinde yoğunlaşarak devam edegelen ve de 20.asrın ikinci yarısından sonra siyasetin yanısıra iktisadi niteliklerin artarak ağırlığını hissettirdiği normlarda seyrediyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin İl sayısı 1939 yılında 63 iken şimdi 81 vilayet ve 7 coğrafi bölgesi ile idari tanziminde bugüne kadar sosyal yapılanması artan kentleşme ile kamu idari tercihini merkezi(üniter) anlayıştan yana kullanmıştır.
Cumhuriyetin ilanı ile başlayan bu tercih, yeni kurulan cumhuriyetin, Usülü Osmanlı İdari yapısının, Fransız modelinin bilhassa kamu idari sisteminde örnek alınan tavizsiz bir icrası olarak inkılaplar, devamında planlı kalkınma programları çizgisinde devam etmesidir. Mahalli platformda ise iktisaden bilhassa tarım ve hayvancılığa bağlı içe dönük keza muhafazakar değerlere sahip kısmen mobil yaşam tarzı vardı.
Uzun yıllar, kamusal istihdamın ulusal ekonomideki büyüyen payı kentlerde çalışan toplulukları siyasi- sosyal zeminde ortaya çıkarırken özellikle kırsal kesimlerden göçü ya da çeşitli nedenlerle ihmal gören toplum kesimlerini de tahkim etti. Bu tip konular, göçler, ailelerin parçalanması, görev tayinleri, şeffaf ve aleni gündeme getirilemedi, dikkate alınmadı ve bilimsel tartışılamadı.
Unutulmamalıdır ki Cumhuriyetin ilanı ile başlayan yeni dönemde Anadolu ve Trakya’da temerküz etmeye başlayan ve sonrasında Balkanlardaki Osmanlı topraklarından beslenen muhaceret, yeni Cumhuriyet’in kuruluş nizamlarına uygun bir idareye normatif bağlı lakin Osmanlı döneminden intikal hareketli(seferberlik, sürgün, yaylak-kışlak) yaşamış topluluklardır. İlerisinde Irak ve Suriye cenahından göçler ile devam etti.
Nitekim mahut mevzuu sonraki yıllarda memleketin ve yurttaşın başını ağrıtan en önemli amil oldu. Öncelikle Anayasalar’dan başlamak üzere TC siyasi hayatının temel öğeleri olan siyasi partilerin, Türkiye’de siyasetten, eğitime, inanç, dil, etnisiteye, ideolojiye, ekonomiye uzanan ipoteklerin etkisinde kaldıklarıdır. Bu durumun mevcut siyasi iklimi bilhassa ‘siyasetin finansmanı’ açısından kendi doğası ve imkanlarını ortaya koyabilen bir toplumsal mutabakat ve sosyal sıkıntıların çözümü yerine merkezin kısa vadeli el yordamına bırakıldığı görülür.
Toplum adına bedeli yüksek olan bölgeler arası ekonomik ve sosyal farklılıkların giderilmesi için icaplarına, kamusal iradenin uzun seneler üstünkörü kabilinden tedbirler ile yaklaşımı, Anadolu’yu Doğu ve Batı olarak gelinen noktada, merkeziyetçiliğin günü kurtaran yaklaşımlarıyla sözde telafisidir.
Kamu ve tarım ağırlıklı kapalı bir borç ekonomisinde uzun dönemler kentsel yapıların kırsaldan iç, dışarıdan düzenli göç alarak uygulanan kalkınma ve popülist politikalar eşliğinde nüfus artışı ve bölgesel farklılıkların kronikleşmesi ile 70”li yıllarda sosyal türbülans’a girdi.
Ezcümle geçmişte kalmış gibi görünen siyasi ve sosyal damarlar (örneğin İttihatçılık, hilafet gibi) ileriki yıllarda yani 20.asrın ikinci yarısında Cumhuriyet idarelerine ‘darbe dinamikleri’, ‘irtica tehditleri’ vb. kabilinden istikrarsızlık ile çapaklı zeminler oluşturarak ‘vesayet’ alışkanlığını yayacaklardı. Bugünlerde hatırı sayılır ekseriyette tesirli olan darbe ve vesayet hassasiyetinin bu denli trajik bir hikayesi vardır.
Yine de milenyum başından itibaren altyapıdan başlamak üzere ülkenin ihmal edilmiş kesimlerine sarf edilen gayret, yıllar boyu sadece Batı’da temerküz etmiş olanı ülkenin dört bir yanına yayma iradesi ile vatandaşın azmi; barış, huzurun gerçek teminatı olan toplumsal mutabakata ulaşılması yolunda atılmış, aynı zamanda sürdürülebilirliği elzem olan önemli bir başlangıçtır.