Herhangi bir coğrafya’da ister seçimle ister atama ile görevlendirilmiş herhangi bir yetkilinin sözde bir krizde dahi beyanatları o kadara yaygınlaşmıştır ki; sayısal olarak takibi kolay olmayan, enformasyon alanını büyütürken, belirsizlikleri güçlendiren tempoda, bazı çevrelerce ısrarla rağbet görmesinin bir nedeni de mevcut hakim çıkarları temsil eden düzenin devamlılığını, sürdürülebilir şekilde dezenformasyonlar ile kontrol etmeye yöneliktir. Avrupa Birliği alanında üye devletlerin her birinin ulusal yetkilileri ile AB(Brüksel) temsilcilerinin münferit beyan ve açıklamaları bu meyanda uygun örnek sayılabilir.
Diğer tarafı ile kitlelerde varolan memnuniyetsizliklerin alanını genişletmektir ki, büyük fotoğrafta görünenlerin ölçeği; dünya haritasıdır. Kritik dönüşümlerde ifade edilen bazı beyanların geleceğe ışık tutan mesajlarını itina etmek bilhassa önemlidir.
Hatırı sayılır jeopolitik öneme sahip olan Ortadoğu’da milenyum başlangıcından sonra işler karışırken Türkiye ve İsrail gibi bölgede iki ABD müttefiki addedilen devlet arasında yaşanacak siyasi gerginliğin öncü sinyalleri daha Körfez Bunalımında ABD ile Avrupalı Koalisyon güçleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve koordinasyon eksikliğinin devamı ve bölgeye yansımaları şeklinde belirdi.
Irak ve Suriye’de meydana gelen gelişmelere ek olarak, 7 Ekim sonrası Gazze’de yaşananlar, çatışmaların ön plana çıktığı bir Ortadoğu zemininin varolan konjonktürel siyasi belirsizlikleri beslediği bir vaziyet aldı.ABD ile Türkiye arasında soğuk savaş döneminde ‘Stratejik ittifak’ deyimi ile tanımlanan ilişkilerin daha sonra bölgesel konjonktüre dayalı ‘Güçlendirilmiş ortaklık’ ve ‘Stratejik ortaklık’ adını aldığını ABD Başkanı Barack Obama döneminde adının ‘Model ortaklık’ olduğunu, sonrasında ise bir adı olmadığını zira Türk-ABD ilişkilerinin artık yukarıdaki isimlere ait modellemelerin hiçbirine uymadığı gerçeği kanıksandı.
2.Trump dönemi hükümetinin, yeni Ankara Büyükelçisi Tom Barrack açıklamasına göre; Türkiye, Baharat Yolu ve İpek Yolu’nun nabzı ve kalbiydi. Her zaman kültürlerin, dinlerin, ırkların ve Doğu’dan Batı’ya ve tam tersi yönde giden ticaretin bağlantı merkeziydi. Türkiye’nin bir kez daha yeni bir baharat yol ve enerji, ulaşım, üretim merkezi olabileceğine inanıyorum..Ayrıca Çin’i Kuşak-Yol girişimini bir süreliğine uzak tutmak için stratejik bir uluslararası ara yüz’dür.
Tom Barrack’ın Ankara merkezli küresel analizi, son dönem dış politika gelişmeleri içinde en dikkat çekici olanıdır. Türkiye-ABD ilişkilerine ilişkin belirgin bir Washington planıdır. Sadece Trump hükümetinin değil, Amerikan Devletinin de çalıştığı bir plan olduğu hissediliyor.
Oysa daha dün gibi hafızalardan silinmeyenler, Kimilerine göre ilişkilerin tarihin en kötü seviyesinde olduğu, ABD’nin YPG/PYD/PKK ile yakın bağı, Türkiye’nin ise terörle mücadelesidir. Bir yanda Türkiye kararlılıkla operasyonlarını sürdürürken diğer yanda ABD’li komutanlar terör örgütüne ziyaretlerde bulunurdu. Türkiye’deki algı, ABD’nin seçim kampanyasında ‘muhalefeti destekleyerek, Erdoğan’ı devirmekten’ bahseden Biden döneminde paketlenmiş sorunların dondurucuya sevki ABD’nin o konudaki tavrı netti. Bunlar artık Türkiye’de hemen herkesin ‘iki ülke ilişkilerindeki sorunlu alanları sayın deyince, bir çırpıda söyleyeceği maddeler idi. Bu maddelere PKK konusunda TC’nin talep ve hassasiyetlerine kayıtsızlık, ABD’nin Rusya kaygısını, demokrasi ve insan hakları konusundaki uyarılarını, İsrail-Filistin çatışmaları nedeniyle Erdoğan’ın açıklamalarının ardından yükselen tansiyonu da ekleyebiliriz.”
Bu kez İsrail’e dönersek, henüz Biden döneminde, ‘İsrail’in ABD’ye bağımlılığı azaldıkça ABD’nin tesir gücü de azalıyor’ şeklinde görüşler ile İsrail’in ABD karşısında ulaştığı askeri ve diplomatik konumu değerlendiriliyordu. İsrail’in Filistin politikaları nedeniyle etrafındaki düşmanlarına karşı 50 yıldır ABD’nin siyasi ve askeri desteğine ihtiyaç duyduğu belirtilerek, ancak bu bağımlılığın artık sona ermeye başladığı savunuldu.
“İsrail bir zamanlar, ‘demokratik standartlara uyması’ talebi ile kendisine meşruiyet sağlayacak Batı demokrasilerinden kabul arayışı içindeydi” değerlendirmesine yer verilirdi, ancak İsrail’in bugün Filistinlilere yönelik muamelesini kınamak bir yana, politikalarını takdir eden Brezilya, Macaristan, Hindistan gibi liberal olmayan yeni ülkelerle ilişkilerini geliştirdiğinin altı çizilmişti.
“İsrail hala Amerikan yardımından büyük ölçüde yararlanırken, güvenlik uzmanları ve siyasi analistler, ülkenin sessizce ABD’den etkili bir özerklik geliştirdiğini ve hatta bunu elde etmiş olabileceğini söylüyorlar” ifadeleri geçerliydi.
İsrail’in artık kendi askeri teknolojisini ürettiği, diplomatik olarak kendi kendine yetecek şekilde Washington’dan bağımsız olarak yeni ittifak arayışlarına gittiği savunuldu, “İsrailliler kültürel olarak bile Amerikan onayına daha az duyarlı ve Washington ile iyi geçinmeleri için liderlerine daha az baskı uygular hale geldi” değerlendirilmeleri yapıldı.
Washington’dan geçen Orta Doğu barış süreci konusunda İsrailli liderlerin artık Amerikalıları iyi niyetle barış aradıklarına ikna etmeleri gerekmediği vurgulanan, “Şimdi, yaklaşık 50 yıldır İsrail-Filistin çatışmasına son vermek için (ABD’nin) kullanmadığı bu etkisi, eğer bu hala bitmediyse bile yakında tamamen ortadan kalkabilir” deniliyordu. Oysa 7 Ekim 2023 ‘El Aksa Tufanı’ sonrası yaşananlar ile yukarıdaki görüşlerin geçersizliği ve bilakis ABD’ne bağımlılık aşikar oldu.
Haliyle bu gelişmeler İkinci Dünya Savaşı sonrasında Dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana gelen sıcak savaş ve çatışmaların bir kısmında BM Barış Gücü’nün yer aldığı bazılarının Kore, Vietnam, Afganistan, Irak vb gibi yabancı güçler işgallerinin, 11 Eylül sonrasında değişen politikaların hataları sevapları ile neticelerinin bugünlere uzandığının hem göstergesi hem kaçınılmaz askeri- güvenlik ve de ilgili iktisadi sonuçlarını yansıtıyor. ABD’nin seçilmiş Başkan’ın ve hükümetinin şimdiki icraatlarını da bu kabil retrospektif bakış açısı kesinlikle etkiliyor.