İzmir’in salçalık domates üretiminde 3’üncü konumda yer almasıyla ilgili düşüncelerini aktaran Hakan Çakıcı, öngörüsüz piyasa dalgalanmalarının üreticileri mağdur ettiğini söyledi
Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Dr. Hakan Çakıcı, “Tarımsal üretimde, sadece tarladaki maliyetler değil, aynı zamanda ürünün sofraya ulaşana kadar geçen tüm süreçteki maliyetleri dikkate alınmalı. Özellikle işlenmiş ürünlerde bu maliyetler daha da artıyor. Çiftçinin kâr edebilmesi için dönüm başına en az 10 ton verim elde etmesi gerekiyor” dedi
ŞURA NUR SAVRANOĞLU
İzmir ve çevresinde son yıllarda artan salçalık domates üretimi ihracat potansiyeli yüksek olan bir sektör. Geçtiğimiz günlerde özellikle Torbalı, Kınık ve Bayındır başta olmak üzere 16 ilçede yapılan salçalık domates üretiminin, Türkiye genelinde önemli bir paya sahip olduğu belirtildi. Buna göre İzmir, 918 bin 829 ton sanayilik domates üretimi ile Türkiye’de en fazla salçalık domates üreten üçüncü il konumunda. Bölgede salçalık domates üretimi son yıllarda hızla artış gösterirken sözleşmeli tarım modeliyle yürütülen üretimde, iklim değişikliği, su kaynaklarının azalması ve öngörüsüz piyasa dalgalanmaları nedeniyle üreticiler ciddi mağduriyetler yaşıyor. Konuyla ilgili TİCARET Gazetesi’ne açıklamalarda bulunan Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Dr. Hakan Çakıcı, önceden belirlenen fiyatların üretim maliyetlerini karşılayamaması, sanayicinin alım taahhütlerini yerine getirmemesi ve dış piyasadaki belirsizliklerin tarım-sanayi zincirinde güven krizine yol açtığına dikkat çekti. Dr. Çakıcı, bu döngünün ekonomi literatüründe ‘örümcek ağı teorisi’ olarak bilindiğini söyleyerek bu durumun ancak planlı üretim, adil sözleşmeler ve güçlü çiftçi örgütlenmeleriyle aşılabileceğini vurguladı.

“Dalgalanma gösteren bir üretim söz konusu”
Son yıllarda İzmir’de salçalık domates üretiminde görülen artışın, piyasadaki arz-talep dengesine yansımalarını değerlendiren Dr. Hakan Çakıcı, salçalık domateste çok fazla dalgalanma gösteren bir üretimin yaşandığına dikkat çekerek, “Çiftçi bazı seneler fazla üretim yapıyor, bazı seneler az üretim yapıyor. Bu da bir ölçüde şirketlerin sözleşmeli tarımda fiyat belirleme politikasından kaynaklanıyor çünkü fiyatlar bir yıl önceden ekim başlamadan önce belirleniyor. Bir sonraki yılın fiyatı üzerinde iklimin etkisi çok fazla oluyor. Salça sanayisi büyük oranda ihracata dayalı çalışan bir sektör olduğu için, dünya genelindeki üretim miktarı ve fiyatlar Türkiye’deki iç piyasayı doğrudan etkileyebiliyor. Bu durum da hem üretim hem de fiyatlar açısından yıllar arasında ciddi değişkenliklere sebebiyet veriyor. Örneğin geçtiğimiz yıllarda özellikle 2023’te üretimde ciddi bir düşüş yaşandı. Bu durumu dengelemek amacıyla Tarım ve Orman Bakanlığı, iç piyasada fiyat istikrarını sağlamak adına salça ihracatını yasakladı. Bu karar alınırken eldeki stoklar yeterince değerlendirilmedi ve sektör açısından ciddi sorunlara yol açtı. İhracat yapamayan salça sanayicileri piyasalarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı ve sektörde kriz yaşandı. 2024 yılında ise farklı bir sorun ortaya çıktı. Bu kez domates üretimi oldukça iyi olmasına rağmen, sanayiciler ürünleri çok düşük fiyatlardan almaya başladı. Sözleşmelerde domatesin kilosu yaklaşık 4 TL üzerinden alım yapılacağı belirtilmişti ama sezon sonunda üreticiler ürünlerini 2 TL’nin altında olan fiyatlara satmak zorunda kaldı ve çiftçiler için büyük bir mağduriyet oluştu. Hatta kamuoyunun da bildiği gibi birçok üretici, yaşadıkları durumu protesto etmek için ürünlerini yollara dökmek zorunda kaldı” diye konuştu.
“Türkiye, salçalık domates ihracatında önemli bir konumda”
Türkiye’nin giderek su fakiri olan bir ülke haline geldiğini ve sulu tarım faaliyetlerinin her geçen gün daha da zorlaştığına dikkat çeken Dr. Çakıcı, “Özellikle İzmir bölgesinde, yıllar içerisinde Küçük Menderes, Gediz ve Bakırçay havzalarında su kaynaklarının ciddi şekilde azaldığını gözlemliyoruz. Bakanlıkta sık sık uyarılarda bulunuyor; su kısıtlamalarının gündeme geleceği ve bazı ürünlerin ekilmemesi gerektiği yönünde açıklamaları mevcut. Bunun doğal sonucu olarak sebze üretim alanlarında da daralma yaşanıyor. Bu alanların önümüzdeki yıllarda daha da azalması bekleniyor. Üstelik sadece su kıtlığı değil, iklim değişikliği kaynaklı sıcaklık artışları ve buna bağlı olarak artan hastalık ve zararlılar da üretimi ciddi şekilde olumsuz etkiliyor. Bu sorunlar yalnızca Türkiye’ye özgü değil; Akdeniz havzasındaki pek çok ülkede benzer etkiler derinden hissediliyor. Bu iklimsel ve çevresel değişiklikler, dünya salça piyasasını da doğrudan etkiliyor. Türkiye, salça ihracatında genellikle dünya sıralamasında 4’üncü veya 5’inci sırada yer alırken, bazı yıllarda bu konumunu 3’üncü sıraya kadar yükselebiliyor. Salçalık domates açısından Türkiye önemli bir ihracatçı ülke konumunda” dedi.
“Çiftçi kâr edebilmek için en az 10 ton verim elde etmeli”
Gıda üretimi açısından domatesin sebze olarak hem taze bir şekilde tüketilebildiğini hem de sanayide işlenerek katma değerli bir ürün haline getirilebildiğini bu yönüyle de büyük bir ekonomik değer yarattığını belirten Dr. Çakıcı, “Tarımsal üretimde, sadece tarladaki maliyetler değil, aynı zamanda ürünün sofraya ulaşana kadar geçen tüm süreçteki maliyetler dikkate alınmalı. Özellikle işlenmiş ürünlerde bu maliyetler daha da artıyor. Çiftçinin kâr edebilmesi için, örneğin salçalık domateste, dönüm başına en az 10 ton verim elde etmesi gerekiyor. Yıllara göre değişmekle birlikte, bu miktarın üzerindeki üretim ancak gelir sağlayacak düzeye ulaşıyor. Burada önemli bir sorun devreye giriyor: Üretici, bu üretim hedefini belirlerken maliyetleri ve verimi önceden tahmin etmek zorunda kalıyor. Ekim aşamasında tohum ya da fideyi toprağa koymadan önce satış fiyatı sözleşmeli tarım kapsamında belirlenmiş oluyor. Fakat üretim sürecinde iklim şartları nedeniyle hem maliyetler artabiliyor hem de verim düşebiliyor. Bu da çiftçiyi zor durumda bırakıyor. Üstelik sanayici piyasa koşulları nedeniyle fiyat düşürürse veya ürünü almaktan vazgeçerse, ürün tarlada kalabiliyor. Bu durum, sözleşmeli tarım sisteminin kontrolsüz bir şekilde işlemesi halinde ciddi mağduriyetler yaratabileceğini gösteriyor” diye konuştu.

“Sektör istikrarlı bir dengeye oturtulamıyor”
Bu nedenle devletin ve ilgili bakanlıkların sürece daha fazla müdahil olmasının büyük önem taşıdığını söyleyen Dr. Çakıcı, “Sözleşmelerin içeriği ve uygulama şekli konusunda daha dikkatli ve düzenleyici bir yaklaşım benimsenmeli. Yaşanan bu dalgalanmalar, çiftçinin bir sonraki yıl üretim yapma kararını da etkiliyor. Bir yıl zarar eden çiftçi, ertesi yıl domates ekmekten vazgeçiyor. Bu da üretim miktarının düşmesine neden oluyor. Sonuç olarak arz azalıyor, fiyatlar yükseliyor. Ardından bir sonraki yıl çiftçi bu kez yüksek fiyat beklentisiyle daha fazla ekim yapıyor, bu kez de ürün fazlası oluşuyor ve fiyatlar tekrar düşüyor. Bu döngü, ekonomi literatüründe ‘örümcek ağı teorisi’ olarak bilinen klasik bir arz-talep dengesizliği. Türkiye’de, özellikle salçalık domates üretiminde ve bu ürüne dayalı sanayide, bu teori yıllardır pratikte yaşanıyor. Ne yazık ki sektör bir türlü istikrarlı bir dengeye oturtulamıyor. Bu nedenle daha planlı, sürdürülebilir ve müdahaleye açık bir tarım politikası hayati önemde” diye ifade etti.
“Çiftçilerin örgütlenmesi büyük önem taşıyor”
Sözleşmeli tarım uygulamalarının hukuki bir zemine oturduğunu, sözleşmelerin genellikle yasalara uygun şekilde hazırlandığını söyleyen Dr. Çakıcı, uygulama aşamasında çiftçinin hak arama sürecinde çoğunlukla bireysel kaldığını dile getirdi. Dr. Çakıcı, “Çiftçi hukuken haklarını arayabilir olsa da yeterli örgütlenme ve kurumsal destek olmadığından bu süreçte yalnız kalıyor. Sanayici, ürün alımını yapmadığında ya da eksik aldığında hukuki yükümlülüklerin bir kısmını yerine getirse bile, bu durum çiftçi için çok daha yıkıcı olabiliyor. Çiftçi, bir sezon boyunca tüm emeğini ve sermayesini üretime yatırıyor. Ürünün bedelini alamadığı zaman, ciddi mali kayıplar yaşanıyor; iflaslar, borçlar gibi sorunlarla karşı karşıya kalabiliyor. Oysa sanayici, belirli ölçüde bu riski tolere edebiliyor çünkü sermaye gücü daha yüksek, maliyet hesabı üzerinden ‘alsam bile satamayacağım’ gibi bir kaygı taşıyabiliyor ve bu da sözleşmeleri fiilen geçersiz kılabiliyor. Burada asimetrik bir güç dengesi söz konusu: Sanayici daha güçlü, çiftçi ise daha yalnız durumda. Bu nedenle çiftçilerin daha güçlü şekilde örgütlenmesi büyük önem taşıyor. Özellikle 2024 yılında, bu ürünlerin neredeyse tamamında büyük problemler ortaya çıktı. 2025 yılı için ise daha az sözleşmeli ekim yapıldığı bilgisi var. Ekim alanlarının bir miktar daraldığı ve daha dengeli bir planlama yapıldığı yönünde gelişmeler var ama yine de belirsizlik sürüyor” diye anlattı.
“Sözleşmeli tarım sistemi daha sıkı denetlenmeli”
Üreticinin bu sektörden daha fazla kazanabilmesi için atılması gereken temel adımlara değinen Dr. Çakıcı, “En önemli konulardan biri, sözleşmeli tarım kapsamında fiyatların üretim öncesinde belirleniyor olması. Bu nedenle fiyat belirleme sürecinin çok dikkatli yürütülmesi gerekiyor. Hem çiftçiyi hem de sanayiciyi mağdur etmeyecek, öngörülere ve maliyet analizlerine dayalı, gerçekçi ve adil bir fiyat belirlenmeli. Sözleşme yapılırken, fabrikalar genellikle kendi üretim ve işleme kapasitelerine göre alım taahhüdünde bulunuyorlar. Bu noktada, riskleri minimize etmek için fazla sözleşme yapılmadığı düşünülse de yine de teknik ve veriye dayalı bir planlama yapılması büyük önem taşıyor. Özellikle rekolte tahminleri ve bölgesel üretim potansiyelleri dikkate alınmalı. Bir diğer önemli sorun da üretim maliyetlerinin çok değişken olması. Gübre, enerji, işçilik gibi temel girdilerde yaşanan fiyat dalgalanmaları, çiftçinin kârlılığını doğrudan etkiliyor” dedi.
“Ürün temininde yaşanan dengesizlikler sorun yaratıyor”
Aynı şekilde, dış piyasalarda da arz fazlası nedeniyle salça fiyatlarının bir anda düşebildiğini ve sanayici açısından da bu durumun ihracatın cazibesini azalttığını üreticinin ise elindeki ürünün değerini de düşürdüğünü söyleyen Dr. Çakıcı, “Bu noktada sözleşmeli tarım sisteminin daha sıkı denetlenmesi ve düzenlenmesi gerekiyor. Üretim yapılacak alanlar, su potansiyeli, iklim koşulları ve bölgesel denge göz önüne alınarak belirlenmeli. Aksi halde, ürün temininde yaşanan dengesizlikler nedeniyle fabrikalar başka bölgelerden ürün tedarik etmek zorunda kalıyor. Örneğin, İzmir’deki bir fabrikanın Marmara’dan domates taşıması gibi durumlar yaşanıyor. Bu da hem lojistik maliyetleri artırıyor hem de kalite kaybına yol açıyor. Yol boyunca sulara aka aka gelen kamyonlarda, ürün fireleri de ciddi bir sorun haline geliyor. Tüm bu süreçlerde devletin denetleyici ve düzenleyici rolü hayati önem taşıyor. Çiftçi ile sanayici arasındaki sözleşmelerde devletin aktif bir şekilde rol alması, sürecin adil ve şeffaf işlemesini sağlayabilir. Bu, bir anlamda piyasa denetimi gibi değerlendirilmeli. Konu, aslında birbirine bağlı birçok unsur içeriyor: Üretim miktarları, fiyat belirleme süreçleri ve ihracat dengesi… Bunlar arasındaki ilişki, her yıl sektörün seyrini değiştiriyor. Elbette sanayici ve ihracatçı da zaman zaman mağduriyet yaşayabiliyor; ancak çiftçinin bu tür dalgalanmalara karşı dayanma gücü çok daha zayıf. Bu yüzden en kırılgan halkayı oluşturan üreticinin korunması ve desteklenmesi birincil öncelik olmalı” açıklamasında bulundu.