Beni tanıyanlar, beni okuyanlar bilir. Ben mektepli bir Galatasaraylıyım. Genellikle yazdıklarımda, konuştuklarında mümkün olduğunca objektif davranmaya çalışırım, yazdığım anın fotoğrafının olabildiğince ayrıntılı algılanması için çaba gösteririm. Ancak söz konusu Galatasaray olunca, Galatasaraylı arkadaşlarımın dışında kalanlar kusura bakmasınlar “sübjektif”im.
Bu durumda önce bir espri ile başlayalım, Mertens’in oğlu son maskotumuz Ciro’nun ezeli rakip Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un belki de (başkanlığı devam ederse) başkanlığı süresince görmesi bütün Galatasaraylıların neşe kaynağı. Doğal olarak basketboldaki Avrupa şampiyonluklarını kutlamak da bir Galatasaraylılık nezaketi gereği.
Bu arada Yenikapı miting alanında yapılan kutlamaların ne yazık ki çok sayıda haklı eleştiriyi çektiğinin de altını çizmek gerekir. Belki hava durumu önceden kestirilememişti, ancak takımlarının şölenlerini görmek için alanı dolduran yüzbinlerce izleyicinin gecenin geç saatlerine kadar çok da bilmedikleri sanatçıları dinlemek zorunda kalmaları, pek çoğunun takımlarını alkışlayamadan Yenikapı’yı terk etmek zorunda kalmaları çok da hoş bir anı olarak kalmamasına yol açtı.
Gelelim benim Galatasaraylılığıma. Açık söylemek gerekirse ciddi bir çocukluk travmasıdır. Ben 4 yaşındayken, benden 9 yaş büyük Galatasaray Ortaokulu öğrencisi ağabeyimi doktorların tam olarak teşhis edemediği ancak büyük olasılıkla menenjit nedeniyle kaybettik. Çok küçük yaşta bir aile trajedisi yaşarken, galiba büyüyünce ne yapacaksın kodlarıma, “ağabeyimin yarım bıraktığı” işlendi.
Galiba 1963 yılında ilk defa gittiğim Galatasaray Fenerbahçe maçını dün gibi hatırlıyorum. Babam nasıl olduysa bir torpille maça numaralıdan yer bulmuş, maç öncesi bir hafta boyunca evde Galatasaray flaması hazırlamıştık. Maçın ortalarına doğru Metin Oktay’ın golüyle 1-0 öndeydik. 60’lı dakikalarda Turgay Şeren rahat bir topu çıkartıp uzun bir degaj yaptı ve ayakkabısının bağlarını bağlamaya koyuldu. Turgay ağabey seyircinin ikazı ile ayakkabısının üzerinden kalktığında, durum 1-1 oldu. Neyse uzatmaya giden maçı 3-1 kazanıp, kupamıza uzanmıştık.
Ardından lise giriş sınavları geldi. Sevgili rahmetli babamın otobüsten inip zafer işareti yaparak eve koşuşu hala gözlerimde, evet Galatasaray Lisesi giriş sınavlarını kazanmış, o Lise bünyesinde yaşamımızı şekillendirecek eğitime ulaşmış, hala birlikte olmanın zevkini yaşadığımız dostluklar edinmiştik.
Hani aldığın en önemli eğitim nedir diye sorarsanız, “sorgulamak!” derim. Hatta bu sorgulama meziyetini, ilerleyen yaşlarda Galatasaraylı olmayı tercih edenlerin aslında siyasi bir tercih yaptıklarını biat etme kültürünü asla kabul etmeyip, ömür boyu daha iyisini bulabilmek için bir arayışı kabullendikleri yadsınamaz.
Efsane Galatasaray müdürlerinin arasında belki de en ön sırada yer alan Tevfik Fikret’in, Mustafa Kemal Atatürk’e de ışık tutan “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmek yaklaşımı esas itibarı ile kindar ve dindar nesiller yetiştirmek siyasi anlayışının panzehiri değil midir?
Son olarak 25.5.1958 doğumlu bir arkadaşınız olarak, annemin beni doğururken ne kadar uzak görülü olduğunu, 25.5. 2025’de 25 inci kupayı alıp 5 inci yıldızı takacağımızı, bana bu şekilde bir doğum günü hediyesi vereceğini hiç aklıma getirmemiştim. Umarım sayın Devlet Bahçeli bu rastlantıdan bir yorum çıkarmaz, şampiyon olmanın keyfini sürmeme engel olmaz.
Kalın sağlıcakla…