Çeşitli nedenlerle yüz binlerce yetişkin ağacın kesildiği ve şüphesiz katliam olarak adlandırabileceğimiz bir furyaya şahit olmaktayız. Bu, sonuçları gelecekte bize ve dolaylı olarak bütün çevremize maddî ve manevî büyük zararlar verecek olan bir harekettir.

Ne yazık ki daha çok para kazanmak başta olmak üzere farklı menfaat amaçları sonucu doğayı hiçe saymaktayız. Yalnız biz mi? Hayır! Bugün yapılan en büyük katliamdan biri Amazon Yağmur Ormanları ve Endonezya’daki tropikal ormanlar bizim yaptığımız katliamı gölgede bırakmaktadır. Ağaç birden çok nedenle kesilir ve kullanılır ama yerine yenisi dikilmek koşuluyla ve sadece mutlak ihtiyaç için. Batı’nın “Vahşi” diye gösterdiği Amerikan Kızılderililerinin bu konudaki davranışını hatırlayalım: Onlar göçebedir. Bir yere aylar boyu konaklamak için geldiklerinde, ateş ihtiyaçları için ve sadece ihtiyaç duydukları miktarda ağaç keserler. Kızılderili ağacın yanına gelir ve ona hitap eder: “Ey ağaç, bilirim sen de benim gibi Tanrıların yarattığı bir canlısın. Yaşamak için seni kesmek zorundayım, beni bağışla!”. Ancak, zamanı geldiğinde, o kamp yerini terk etmeden önce, kestiklerinin yerine fidan dikerek ayrılırlar. Bu olayın gerçek olduğunu, Kızılderililer hakkında okuduğum kitaplardan ve araştırma yazılarından öğrendim. Peki biz ne yapıyoruz? Uygar kabul ettiğimiz bizler tarla açmak için, otoyollar, köprüler, AVM, otoparklar, dev siteler, inşa etmek için ara vermeden on binlerce ağacı kesmiyor muyuz? Yerine fidan dikmek mi? Haydi canım, ne fidanı, beton dökmek için.
Budist felsefenin doğaya ne kadar büyük saygısı olduğunu öğrenmiştim.
Bilhassa Japonlar ağaç başta olmak üzere doğa varlıklarına duydukları saygı ve sevgi ile tanınırlar. Bunun temelinde yatan neden bütün varlıkların bizim anladığımızdan farklı da olsa canlı oldukları inancıdır. Onlar da ağaç keserler ama hemen yerine dikmek kaydıyla. Ormanlarına çocukları gibi bakarlar. Yalnız ağaçlara mı? Ne münasebet! Her çeşit doğa varlığına aynı sevgiyi ve saygıyı gösterirler. İşte bu inançla, Zen Budizm’inin ünlü ağaçsız bahçeleri doğmuştur.
Çoğunuzun bildiğini düşünüyorum ama gene de bazı bilgileri, duyduğum hayranlık nedeniyle paylaşmak istiyorum:
Bu bahçelere “Kuru Bahçe” anlamında “Karesansui” adı veriliyor. Bahçe kum, çakıl, kaya ve yosundan oluşuyor ve neredeyse hiç bitki bulunmuyor. Yani bizlerin cansız varlıklar dediğimiz doğa varlıklarıyla oluşturuluyor. Temel ilke nedir? Zen Budizm’i tapınakları genellikle Zen felsefesine uygun olarak mümkün olan en az masrafla gerçekleştirilir. Bu davranış daha önceki dönemlerde yapılan aşırı süslü ve masraflı yatırımların aksine bir tutumdur ve Zen ruhuna uygundur. Burada baş rolde tevazu gelir. Sadece taş ve kum vardır. Su olmadığı için, onu kum ya da çakıl temsil eder ve bun unsurlarla dereler, ırmaklar, göller, okyanuslar ve dalgalar bu unsurlarla şekillendirilir. Şekillendirme ahşap bir tırmıkla yapılır. Aralarına, gerek görüldüyse tek tük küçük boylu, budanmış ve yapraklarını dökmeyen birkaç ağaç ilâve edilir. Bu bahçelerin ebadı küçüktür çünkü Zen Budizm’i minik ile dev boyut arasında ayrım yapmaz. Tevazu baş tacıdır.
Bakın ne diyor Zen inananları:
BURADA VE ŞİMDİ
Yaşamın her günü bir öğrenme dönemidir
Kendim için öğrenme
Başarısızlık mümkünse de
Her anı yaşayarak
Her şeyin eşiti olarak
Her şeye hazır durumda
Ben canlıyım, ben bu anım
Geleceğim burada ve şu anda
Çünkü eğer bu anı sürdüremezsem
Ne zaman ve nerede sürdüreceğim?
Soen Ozeki
Yakıp yıktığımız bir gezegende yaşıyoruz dostlar. Ne yazık ki gerçek bu ve bu vahşice davranışımızın sonu gelmeyecek gibi. Hayır, yanlış ifade ettim, sonu gelecek çünkü bu gidişle biz hem kendimizi hem çevremizi yok edeceğiz. Bir felâket gelmeden başına, insanoğlu başını ellerinin arasına alıp düşünmesi zamanı geçti, geçiyor.