Türkiye tek adamdan büyüktür; Tek adam topluma büyük yüktür; Bunu anlamak ise kültürdür
Sevgili okurlarım,
Hemen her siyasi parti liderlerinin dilinde olmasına rağmen, kimse bütünüyle ülkenin demokratik gerileme içinde olduğunu, bunun sebepleri ile nasıl ve neden ortaya çıktığını açıkça söylemekten çekinmektedir. Bu çekince nedeninin ise, kişilerde, baskılar nedeniyle yaratılmış olan, otokontrolün, ülkede, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar ortağı tarafından yaratılan “ korku iklimi “ kapsamında olduğu görülmektedir. Öncelikle, demokratik gerileme nedir, ona değinmek istiyorum. Bu tamamen siyasi bir gelişme olarak tanımlanabilecek olguyu “ otokratikleşme “olarak ta adlandırmak mümkündür ki, içeriğinde demokratik özelliklerin azalması ve belli bir süreç içerisinde, tamamen ortadan kalkması yer almaktadır. Başka bir anlatımla, “siyasi gücün kullanımını daha keyfi ve baskıcı hale getiren ve hükümet seçimi sürecinde kamusal çekişme ve siyasi katılım alanını kısıtlayan otokrasiye doğru bir rejim değişikliği süreci“ olarak dile getirilmektedir.
Demokratik gerileme, iktidarın barışçıl bir şekilde el değiştirmesi veya özgür ve adil seçimler gibi demokratik kurumların zayıflamasını veya demokrasinin temelini oluşturan bireysel hakların, özellikle de ifade özgürlüğünün ihlal edilmesini içerdiğini de not etmekte yarar vardır. Ulusal krizler sırasında, demokratik gerilemenin kendine özgü riskleri olduğu bilinmektedir. Bu durum, liderlerin olağanüstü haller sırasında krizin ciddiyetiyle orantısız olarak topluma “otokratik kurallar“ dayatması, ya da durum düzeldikten sonra da bu kuralların yürürlükte kalması halinde ortaya çıkabilir.
Yirminci yüzyılın sonlarına gelindiğinde, dünya geneline bakıldığında, “üçüncü demokratikleşme dalgası“ olarak tanımlanacak bir dönemin başladığı anlaşılmaktadır. İşte bu periyod içerisinde, Avrupa Birliğinin de yenilenme aşamasında olduğundan, birçok yeni, zayıf olarak kurumsallaşmış veya henüz kurumsallaşma aşamasında olan demokrasiler kurulmuştur. İşte bu yeni rejimlerin, demokratik gerilemeye karşı en savunmasız oldukları değerlendirilmektedir. Üçüncü otokratikleşme dalgası, liberal demokrasilerin sayısının, tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştığı 2010 yılından itibaren devam etmekte olduğu izlenmektedir. 2010 yılında yapılmış olan akademik çalışmalarda; Macaristan, Polonya, Çekya, Türkiye, Brezilya, Venezüella ve Hindistan’da farklı uygulamalar çerçevesinde demokratik gerileme olgusu incelenmiştir. Bu ülkelerin hepsinde demokratik gerileme olduğu işaret edilmiştir. 2020 yılındaki akademik bir rapora bakıldığında, 2009 ile 2019 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönemde en fazla demokratikleşen ülkeler olarak; Tunus, Ermenistan, Gambiya, Sri Lanka, Madagaskar, Myanmar, Fiji, Kırgızistan, Ekvator, Nijer olduğu açıklanmaktadır. Yine aynı dönem içerisinde fazla otokratikleşen ülkeler ise; Macaristan, Türkiye, Polonya, Sırbistan, Brezilya, Bangladeş, Mali, Tayland, Nikaragua, Zambiya, olduğu belirlenmektedir.
Buradan da görülebileceği gibi, 2010 ve 2020 yıllarında gerçekleştirilen akademik çalışmalarda, TÜRKİYE çok hızlı bir şekilde otokratikleşen ülkeler içinde yer almaktadır. Yine bu yıl içerisinde, 165 ülkeyi kapsayan akademik çalışma içinde, dünya nüfusunun % 25 oranındaki bir kısmının demokratik gerilemede olan “ hibrit rejimlerde “ yaşamakta olduğu belirlenmiştir. Hibrit rejimin tanımlanmasında aynı zamanda melez rejim ifadesi de kullanılmaktadır ki, demokratik bir rejimden, otoriter bir rejime geçişin tamamlanmaması sonucu ortaya çıkan karma bir siyasi sistemdir. Bu sistem hem siyasi baskıları hem de düzenli seçimleri bünyesinde barındırmaktadır. Hibrit rejimlerin sonunda demokrasiye dönüşecekleri varsayımı olmaksızın değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Bu hibrit rejimlerin aynı zamanda yarı-otoriterlik ya da seçimsel otoriterlik olarak adlandırıldığı da bilinmektedir.
Demokrasi Endeksi çerçevesinde ele alındığında ise, hibrit rejimlerin özellikleri;
- Seçim hileleri veya usulsüzlükleri düzenli olarak meydana gelmektedir.
- Siyasi muhalefete önemli ölçüde baskılar uygulanmaktadır.
- Ülke yönetiminde, bürokraside kontrol edilemeyen yolsuzluklar yaygındır.
- Hukukun üstünlüğü zayıflama eğiliminde olup, tamamen ortadan kalma özelliğini muhafaza etmektedir.
- Medya baskı altındadır ve muhalif olanlar ise devamlı taciz edilmektedir.
- Ülke yönetiminin işleyişinde sorunlar vardır.
şeklinde akademik çalışmaların içeriğinde bulunmaktadır. Şimdi geldiğimiz noktada ülkemizde burada belirttiğim hangi özellikler yoktur veya oldukça azdır. Bunu kim iddia edebilir. AKP lideri Erdoğan’ın 23 yıllık tükenmiş iktidarı sonucunda, Türkiye’yi getirdiği durum üzeri örtülemeyecek şekilde görülmektedir. Erdoğan’ın totaliter uygulamalarını, bir de ileri demokrasi, sivil anayasa, askeri vesayetin kaldırılması, gibi yalan ifadeler ile üzerini örtmek için, hem kendi hem de onun papağanı olan kişiler tarafından halkın gözünün içine baka baka söylemesi ise, bu iktidarın çoktan sonunun geldiğini işaret etmektedir. Bu hastalığın tek ilacı ise, demokratik kuralların işletileceği bir erken seçimdir.
2010, 2020 yıllarında yapılmış akademik çalışmaların yan sıra, 2021 itibariyle, yine aynı demokrasi endeksi esas alındığında hibrit rejimlerin yer aldığı ülkeler olarak; Bangladeş, El Salvador, Kuzey Makedonya, Ukrayna, Moldova, Karadağ, Malavi, Fiji, Bhutan, Madagaskar, Senegal, Hong Kong, Honduras, Ermenistan, Liberya, Gürcistan, Nepal, Tanzanya, Bolivya, Kenya, Fas, Guatemala, Uganda, Zambiya, Sierra Leone, benin, Gambiya, Türkiye, Pakistan, Haiti, Kırgızistan, Lübnan, Fildişi Sahili ve Nijerya belirtilmektedir. Ülkemizin de hibrit rejimler içinde olmasının tek nedeni 23 yıldır iktidarda olan AKP cemaati ve ona biat etmiş milletvekilleri nedeniyle olduğu halk tarafından daha net olarak anlaşılmaya başladığı 19 Mart tarihinden itibaren yapılan toplu eylemlerden anlaşılmaktadır.
Üzerinde hassasiyetle durmak gerekir ki, hibrit rejimler, bazı demokratik özellikleri korurken daha otoriter bir eğilime sahip olacak şekilde evrimleşmiştir. Günümüzde, benim de içinde yer aldığım, akademik değerlendirmeler kapsamında, bu rejimde yaşayan insan topluluklarının dünya genelinde asgari iki buçuk milyar olduğunu not etmek gereklidir. İşte Türkiye Cumhuriyeti, “laik, demokratik hukuk devleti“ olarak kurulmuş olmasına karşın, 2002 yılından beri iktidarda olan AKP hükümetleri sayesinde bu hibrit rejimler içinde maalesef bulunmaktadır. Kendisini dindar, muhafazakâr, ileri demokrasi aşığı, askeri vesayet rejimine karşı gibi kavramlarla tanımlayan bu iktidar ve onun başı olan Sayın Erdoğan ülkeyi maalesef bu günkü içinden çıkılamaz duruma getirmiştir. Erdoğan’a bu demokratik gerilemede en büyük desteği verenlerin ise, daima kendi menfaat ve ülke çıkarlarını ön planda tutmayı adet haline getirmiş ve emperyalist ülkelerde başat rol oynayan ABD ile BİRLEŞİK KRALLIK olduğu bir sır değildir. Eski Osmanlı İmparatorluğu hayranlığı ile yola çıkan ve geçmiş yaşanmış tarihi yeniden yazmaya çalışan Erdoğan ile ekibi, tamamen planlı bir şekilde demokratik gerilemeyi adım adım gerçekleştirmektedir. Bu gün Türkiye’nin, ekonomisi dibe vurmuş bir ülke haline gelmesindeki en büyük sebep Erdoğan’ın bilimsel olmayan kendi hırsı ve dinsel kökenli uygulamalarıdır.
Demokratik gerilemenin doktriner nedenleri
Demokratik gerilemenin doktriner nedenlerine bakıldığında, demokrasiye olan halk desteğinin eksikliği, ön planda yer almaktadır. Türk halkının eğitimsizliği ve bu gelişmelerde, belirgin olarak etken olan “ din olgusunun “ ise yapılacak analizlerde, gözden uzak tutulmamalıdır. Bilmedikleri bir dilde dua eden kitleler bu nedenle, hurafelere inanarak tarikatların yönlendirmesinde kız çocuklarına eğitim aldırmama yolunu seçmişlerdir. Bu uygulamanın yakın zamana kadar Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu illerinde geçerli olduğunu yapmış olduğum seyahatlerden de gözlemekte olduğumu belirtmek isterim.
Bölgede ikamet eden Kürt kökenli ailelerin yapısına bakıldığında ortalama olarak 6 çocuk sahibi olduklarını görüyorum. Temas etmiş olduğum bazı büyük ve aşiret kökenli ailelerde ise bu sayının 8 veya 9 düzeyine çıktığını hatta bazı köy ağalarının çocuklarının isimlerini sayamadıklarına bile şahit olmuştum. Ülke genelinde yüzde otuz gibi bir oy potansiyeline sahip muhafazakâr kesimin desteğiyle mevcut AKP iktidarı ülke yönetimine gelebilmiştir. Bu iktidarın lideri olan Sayın Erdoğan’ın gizli ajandasının ise, “ İslam devleti “ kurmak olduğu eylemlerinin analizinden anlaşılmakta, süreç içerisinde ise, açıkça izlenmektedir. Tarihsel gelişime bakıldığında, dünyada soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra, askeri darbeler sonucu rejim değişiklikleri çok az yaşanmıştır. Ancak bu gelişmeler çerçevesinde demokratik gerilemenin çok daha farklı biçimleri ortaya çıkmıştır. Demokratik gerilemenin iktidarın barışçıl yollarla değişmesi, özgür adil seçimler ile siyasi kurumların devlet öncülüğünde zayıflamasından ileri geldiği de not edilmektedir.
Unutmamak gerekir ki AKP iktidarında seçimlerin Yüksek Seçim Kurulu ( YSK ) eliyle tekrar edilmesi, hatta yenilenmesi, mühürsüz oyların “ geçerli “ sayılması hep bağımsız olması gereken bu kurumun başkanı olan Sadi Güven döneminde kamuoyunun gündemine gelmiştir. İstanbul belediye seçimlerinde, birçok kaynak tarafından çeşitli usulsüzlükler iddia edilmesine rağmen, Cumhuriyeti korumak başlıca görevleri olan Cumhuriyet Savcıları tarafından üzerine gidilerek, ilgililer hakkında kamu adına, soruşturmalar maalesef açılmamıştır. İşte bu davranışın ise, yargının siyasallaşması kapsamında, demokratik gerilemenin basamaklarını teşkil ettiği yadsınamaz bir gerçektir. Doktriner olarak yaklaşıldığında, bireysel hakların ve ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi, demokrasinin sağlıklı olarak sürdürülmesini engeller. Bu durum ülkemize uyarlandığında, çok daha vahim tablolarla karşılaşmak mümkündür. İktidar partisi AKP tarafından bireysel haklar ile ifade özgürlüğü, günümüzde, neredeyse ortadan kaldırılmış durumdadır. AKP, seçilmiş bir milletvekilini cezaevinde tutabilmektedir. Siyasi Parti genel başkanlarını, bazı önemli siyasi figürleri ceza evine hukuksuz olarak koyup mahkeme kararı olmadan aylarca bazen de senelerse tutarak demokratik gerilemeye ciddi katkıda bulunmaktadır. İfade özgürlüğü ise AKP iktidarında, halkın gözünün içine bakarak söylenen yalanlar ile tamamen rafa kaldırılmıştır. AKP lideri Erdoğan’ın, kendi görüşünde olmayan gazetecilerin, tutuklanması, ceza evine konması ise sıradan bir uygulama haline gelmiş bulunmaktadır.
Devam edecek…