Sektör temsilcileri rüzgâr enerjisi 2035 hedefleri doğrultusunda enerji depolama ve yazılım entegrasyonu gibi alanlarda kapsamlı bir dönüşüm çağrısı yapıyor
ŞURA NUR SAVRANOĞLU
Türkiye, rüzgâr enerjisinde kurulu güç hedeflerini yükseltirken, enerji depolama ve şebeke entegrasyonu gibi kritik altyapı konularında yeni bir dönüşüm sürecine giriyor. Türkiye’nin yenilenebilir enerji dönüşümünde rüzgâr enerjisi kritik bir yer tutuyor. Bugün 13 bin MW olan karasal rüzgâr kurulu gücünü 2035 yılına kadar 30 bin MW’a çıkarmayı hedefleyen sektör, hem yerli üretim ve istihdamda önemli adımlar atıyor hem de lisans süreçleri, şebeke entegrasyonu ve depolama teknolojilerinde yeni dönemin gereksinimlerine odaklanıyor. Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği (TÜREB) Başkanı Dr. İbrahim Erden ve yerli türbin üreticisi SoyutWind Genel Müdürü Dr. Ali Çolak, yatırım süreçlerindeki zorluklar, mevzuat iyileştirmeleri ve teknolojik dönüşümler ışığında Türkiye’nin rüzgâr enerjisinde küresel oyuncu olma yolundaki kritik gelişmelerini anlattılar.
1974 yılında kurulan Soyut Enerji, üretimden finansa, ticaretten yenilenebilir enerji çözümlerine kadar geniş bir alanda Çolak Holding A.Ş. ‘nin iştiraki olarak faaliyet gösteriyor. Firma SoyutWind markası altında, 1 kW’dan 2500 kW’a kadar uzanan bir güç yelpazesinde, rüzgâr türbinleri üretimlerini gerçekleştiriyor. 2000 yılından bu yana Türkiye’de rüzgâr türbini üretimi yapan tek yerli firma olduklarını belirten Dr. Ali Çolak, şirketlerinin hem bireysel hem de endüstriyel ölçekte rüzgâr enerjisi çözümleri sunduğunu, ev tipi 1-30 kW türbinlerden, fabrikaların ve toplu konutların ihtiyaçlarına yönelik 50, 100, 250, 500, 1000 ve 2500 kW şebeke bağlantılı türbinlere kadar geniş bir ürün yelpazesine sahip olduklarını ifade etti. Ayrıca Ankara Temelli’deki 15.000 metrekare kapalı ve 120.000 metrekare açık alana sahip fabrikalarında üretim gerçekleştirdiklerini aktardı.
Çolak: Rüzgâr enerjisinde hedeflenen seviye 30 bin MW
Türkiye’nin 2035 yılı Ulusal Enerji Planı’na göre, rüzgâr enerjisinin toplam kurulu güç içindeki payının yaklaşık yüzde 20’ye ulaşmasının beklendiğine dikkat çeken Çolak, “Bugün 13 bin MW olan rüzgâr enerjisinde hedeflenen seviye 30 bin MW. Bu hedefe ulaşmak amacıyla YEKA ihaleleri, yerli katkı teşvikleri ve alım garantileri gibi çeşitli destek mekanizmaları uygulanıyor. Bunun yanı sıra lisanssız projelere verilen önemin artması, yerli üreticiler için yeni fırsatlar yaratıyor. Bizde hem bireysel hem endüstriyel çözümlerimizle bu büyümeye katkı sağlıyoruz” diye ifade etti.

“Deniz üstü rüzgâr enerjisi karbon salınımını azaltıyor”
Deniz üstü (offshore) rüzgâr enerjisi yatırımlarının Türkiye’nin enerji stratejisinde tuttuğu yeri açıklayan Çolak, ilk uygulamalar için belirlenen pilot bölgelerle ilgili, “Offshore rüzgâr enerjisi, Marmara ve Ege Denizi’nde pilot bölgelerle birlikte Türkiye’nin karbon salınımını azaltma stratejisinde önemli bir yer edinmeye başladı. Bandırma, Saros Körfezi ve Çandarlı civarları potansiyel bölgeler arasında sayılıyor. Bu alandaki gelişmeleri yakından takip eden yerli üreticiler olarak biz de tasarım ve komponent düzeyinde teknik hazırlıklarımızı sürdürüyoruz” açıklamasında bulundu.
Rüzgâr enerjisi teknik sorunlarında ‘yazılım entegrasyonu’ önemli
Rüzgâr enerjisinden üretilen elektriğin enterkonnekte sisteme entegrasyonunda karşılaşılan teknik zorlukları açıklayan SoyutWind Genel Müdürü Dr. Ali Çolak, “Rüzgârın değişken doğası, frekans kararlılığı açısından şebekeyi zorlayabiliyor. Bu nedenle gelişmiş reaktif güç kontrolü, hızlı tepki verebilen inverterler ve tahmin yazılımlarının entegrasyonu önem kazanıyor. Bu kapsamda, SCADA sistemleri de modernize ediliyor. Biz de türbinlerimizde AI tabanlı SCADA yazılımımızı kullanarak şebeke ile uyumlu üretimi optimize ediyoruz” dedi.
“Lisanssız elektrik üretim kapsamının genişletilmesi büyük fırsatlar yaratıyor”
Rüzgâr enerjisi yatırımlarında lisans zorunluluğunun kaldırılmasıyla birlikte sektörde yaşanan dönüşüme dikkat çeken Çolak, “Lisanssız elektrik üretiminin kapsamının genişletilmesi, özellikle kendi tüketimini karşılamak isteyen sanayi tesisleri ve OSB’ler için büyük fırsatlar yaratıyor. Bu düzenleme hem yatırım süresini hem de maliyetleri azaltarak daha fazla yerli ve yabancı yatırımcıyı teşvik ediyor. Yerli üretici olarak bu yeni yapıya uygun esnek kapasitede türbinler geliştiriyoruz” diye konuştu.

“Lisans artışı çift yönlü yükler oluşuyor”
Lisanssız rüzgâr enerjisi projelerinin artmasının mevcut iletim ve dağıtımın altyapısına getireceği yükü değerlendiren SoyutWind Genel Müdürü Dr. Ali Çolak, “Lisanssız projelerin artışıyla birlikte dağıtım şebekelerinde çift yönlü yükler oluşuyor ve bazı bölgelerde dengeleme ihtiyacı doğuyor. Enerji depolama çözümleri, gelişmiş inverter teknolojileri ve şebeke modernizasyonu bu yükleri hafifletmek için kritik araçlar. Bu çerçevede geliştirilen teknolojiler, özellikle lokal üretim ve tüketimin dengelendiği sistemlerde daha etkin çalışıyor” dedi.
Rüzgâr enerjisi alanında Türkiye’deki çatı kuruluş olan TÜREB, 1992 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kurularak rüzgâr enerjisi kullanımını yaygınlaştırma ve Türkiye’nin rüzgâr enerji potansiyelini ekonomiye kazandırma hedefleriyle geçmişte günümüze sektörün yol haritasını belirleyen firmalar arasında yer alıyor. TÜREB, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ), Enerji İşleri Genel Müdürlüğü (EİGM), Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) ve T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile koordineli bir şekilde çalışmalarını sürdürüyor. Kurum, aynı zamanda Avrupa Rüzgâr Enerjisi Birliği (Wind Europe) ve Küresel Rüzgâr Enerjisi Konseyi (GWEC) üyesi.

Erden: Avrupa’nın en büyük proje portföylerinden birine sahibiz
Bu alanda Türkiye’nin karasal rüzgâr enerjisi alanında kaydettiği büyümeye dikkat çeken TÜREB Başkanı Dr. İbrahim Erden, ülkenin toplam kurulu gücünün yaklaşık 13.400 MWe (14.000 MWm) seviyesine ulaştığını belirtti. Geçmiş yıllarda ortalama 900 MW civarında seyreden yıllık kurulum miktarının, geçen yıl 1.300 MW’a çıktığına dikkat çekti. Erden, Avrupa’daki toplam kurulu güç sıralamasında Türkiye’nin altıncı sırada yer aldığını ve bu konumun bölgesel rekabet açısından önemli bir kazanım olduğunu vurguladı. 2035 yılına kadar karasalda 43 GW, deniz üstü (offshore) alanda ise 5 GW olmak üzere toplamda 48 GW kurulu rüzgâr gücüne ulaşmayı hedeflediklerini ifade eden Erden, “2022 yılından bugüne yapılan yeni depolamalı proje, kapasite artışları ve YEKA kapasite tahsisleriyle 23.000 MW seviyesinde yeni kapasiteyle Avrupa’nın en büyük proje portföylerinden birine sahibiz. Bu da bizi enerji dönüşümünde hem bölgesel hem de küresel ölçekte söz sahibi yapacak bir seviyeye taşıyacak; ancak bu hedefe giden yolda öncelikle bu projelerin gerçekleşmesinin sağlanması gerekiyor” dedi.

“Mevcut izin süreçlerinin uzunluğu yatırımcı motivasyonunu düşürüyor”
Rüzgâr enerjisi yatırımlarında karşılaşılan bürokratik engellerden dolayı işlerinin sekteye uğradığına değinen Erden, izin süreçlerinin uzun ve karmaşık yapısının yatırımcıların karar alma süreçlerini zorlaştırabildiğine işaret etti. Erden, “Mevcut izin süreçlerinin uzunluğu ve karmaşıklığı, maalesef yatırımcı motivasyonunu olumsuz etkileyebiliyor. Bugün ortalama bir proje, tüm izinleri tamamlayıp işletmeye alınana kadar 4 ila 5 yılı bulabiliyor. Bu süreyi yarıya indirmek üzere mevzuat iyileştirme çalışmaları devam ediyor. Öte yandan, yeni santral yatırımlara için bağlantı imkanları sağlamak üzere büyük yeni şebeke yatırımlarına ihtiyaç duyulması, özellikle yeni yatırımların tamamlanma sürecinde ciddi zorluklara yol açacak. Bunların yanında, finansmana erişimdeki dalgalanmalar da yatırım kararlarını yavaşlatabiliyor. Buna karşın elimizde çok önemli fırsatlarımız var. Büyük karasal ve deniz üstü rüzgâr potansiyelimiz, genç ve teknik yeterliliği yüksek bir iş gücüne sahip olmamız, bankalarımızın RES projelerine duyduğu güven, yerli tedarik zincirimizin olgunlaşmış olması, üretimdeki yerlilik oranının yüzde 65 seviyesine ulaşması ülkemizi avantajlı kılıyor. Ayrıca, görüyoruz ki IGA projeleri ve YEKA modeliyle geliştirilen yeni projelerde yerli ve uluslararası yatırımcıların ilgisi de artıyor; bu da sektöre güvenin sürdüğünü gösteriyor” diye konuştu.
Yerli üretimde türbin parçalarında %65’e varan yerlilik oranı
Rüzgâr enerjisi sektörünün yerli üretim ve istihdam açısından Türkiye sanayisine yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda teknolojik anlamda da güçlü katkılar sunduğunu vurgulayan Erden, TÜREB olarak bu alandaki stratejik planlamaları kararlılıkla sürdürdüklerini ifade eti. Erden, “Türbin kulelerinden jeneratörlere, kanatlardan çelik aksamlarına kadar pek çok bileşen artık Türkiye’de üretilebiliyor. Bu üretim kapasitesi hem iç pazar için ciddi bir değer yaratıyor hem de ihracat açısından stratejik önemde. Yerli sanayinin bazı rüzgâr türbinlerinde ulaştığı yerlilik oranı yüzde 65’lere kadar ulaşabiliyor. Ülkemiz rüzgâr sanayisinin ihracat payı da yüzde 60-70 seviyelerine kadar çıkıyor. Bu durum doğrudan ve dolaylı olarak yaklaşık 20 bin kişilik bir istihdam yaratmış durumda. Şu anda sanayi rekabetçiliği açısından bazı sorunlar yaşıyor olsak da önümüzdeki dönemde ekonomik programın başarısı ve sanayinin rekabetçiliğinin tekrar artması ve yerli aksam kullanımı için gerekli destekleyici düzenlemelerin yapılmasıyla bu sayının daha da artacağını öngörüyoruz” diye aktardı.
Bu konuda TÜREB’in temel önceliklerini açıklayan Erden, “Yerli üretim kabiliyetini kaybetmeden sanayideki rekabetçiliğin arttırılmasını destekleyecek adımlar atılmasını takip etmek, yeni yabancı yatırımların ülkemize çekilmesini sağlayacak düzenlemeleri desteklemek. Ayrıca, deniz üstü projelerinin de zamanla yapılması için ülkemizde bu alanda da bir kümelenme oluşmasını hedefliyoruz. Teknik insan kaynağının gelişimi için TÜREB Akademi çatısı altında eğitim ve sertifika programlarımızı yaygınlaştırıyoruz. Genç mühendislerin, teknisyenlerin ve kadın istihdamının sektöre entegre edilmesi, sürdürülebilir büyümenin olmazsa olmazı. Biz bu alandaki stratejik planlarımızı sadece bugün için değil, 2053 net sıfır karbon vizyonuna uyumlu olacak şekilde kurguluyoruz” açıklamasında bulundu.
“Depolama teknolojileri yenilenebilir enerjide kritik rol oynuyor”
Erden, Türkiye’nin depolama teknolojileri ve şebeke entegrasyonu konusundaki hazırlık sürecine ilişkin değerlendirmesinde, enerji depolamanın yalnızca Türkiye için değil, küresel ölçekte de yenilenebilir enerji sistemlerinin entegrasyonu açısından kritik bir unsuru haline geldiğini belirtti. Türkiye’nin de bu alanda önemli bir dönüşüm sürecinden geçtiğini söyleyen Erden, “Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ve EPDK’nın vizyoner yaklaşımları ile 2022’de başlayan ön lisans tahsisleri neticesinde bugün itibarıyla depolamalı rüzgâr enerjisi projeleri için 18,5 GW’ın üzerinde RES için ön lisans verilmiş durumda. Ayrıca 15 GW seviyesinde depolamalı GES projesi de tahsis edildi. Bu, sektörün bu alandaki farkındalığının ve yatırım iştahının yüksek olduğunu gösteriyor; ancak uygulamada hâlâ önemli altyapı ve mevzuat eksikleri var. Ön lisans sürecindeki izin ve onay aşamalarında netlik ve kolaylıklar sağlanması, yatırımcılar için özellikle yerli aksam kullanımı noktasında aktif teşvik modellerinin tanımlanması ve iletim-dağıtım sistemlerinin bu yeni yükleri yönetebilir hale getirilmesi için havza TM’ler ve diğer yatırımların tamamlanması gerekiyor. Şebeke operatörlerinin gerçek zamanlı veriyle çalışabilecek sistemleri kurmaları, inverter teknolojilerinin gelişmiş versiyonlarının kullanılması ve reaktif güç yönetimi gibi başlıklar burada çok önemli hale geliyor. TÜREB olarak, depolamalı santrallerin hızla devreye girebilmesi ve yaygınlaşması için önce izin süreçleriyle ilgili mevzuat ve teşvik düzenlemelerinin sadeleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca hibrit projelere öncelik tanınması, pilot projelerin desteklenmesi ve batarya teknolojilerinde yerli üretimi teşvik edecek modellerin kurulması sektörün sağlıklı büyümesine ciddi katkı sunacak” diye açıkladı.
“Lisanssız projeler dağıtım şebekelerinde yükü artıyor”
Son dönemde lisanssız projelerin hızla artmasının dağıtım şebekelerinde yeni yükler oluşturduğunu belirten TÜREB Başkanı İbrahim Erden, bu gelişmeler ışığında enerji depolama çözümlerinin inverter teknolojilerinin ve şebeke modernizasyonunun her zamankinden daha kritik bir hale geldiğini vurguladı. Bu alanlardaki teknolojik yatırımların, sistemin sağlıklı işleyişi açısından büyük önem taşıdığına dikkat çeken Erden, “Lisanssız üretim modeli, başlangıçta tüketicinin kendi elektriğini üretmesini desteklemek üzere kurulmuştu; ancak zamanla bu alandaki yatırımlar büyük ölçekli sanayicilerimizin kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuracakları santraller şeklinde planlanarak farklı bir noktaya taşındı. Özellikle sanayi tesisinin yanı başında ya da çatısında kurulmayıp, yani doğrudan bara bağlantısı olmadan, ülke şebekemizin farklı bir noktasında da kurulabilen santraller 5.1.h. modeli kapsamında yapılabilir oldu. Bu da dağıtım şebekelerinde öngörülemeyen yük artışlarına, gerilim sorunlarına ve dengesizliklere neden oldu. Bu noktada şebekenin dağıtım ve iletim seviyesinde geliştirilmesi ve güçlendirilmesi de tabii ki kaçınılmaz. Lisanssız tesislerde de anlık üretim-tüketim takibi, reaktif güç kontrolü ve gerçek zamanlı veri akışı sağlayan dijital altyapılar artık standart hale gelirken toplayıcılık gibi unsurlar da bu tesislerin şebeke ölçeğinde sağlıklı yönetimi için önem kazanıyor. Aksi takdirde, kurulu gücü artırmak sistem güvenliğini zayıflatabilir. Enerji depolama ise bu sistemin önemli dengeleyici unsurlarından biri olarak ön plana çıkıyor. Depolamalı projeler sayesinde ani yük değişimlerini yumuşatmak, üretim fazlasını absorbe etmek ve talep fazlasını karşılamak açısından olmazsa çok değerli bir teknolojik uygulamayı devreye alıyor olacağız. TÜREB olarak bu alanlarda şebeke işletmecilerine ve regülatörlere destek sunmaya hazırız ve her aşamada bu yönde gayret gösteriyoruz. Sistem stabilitesini sağlamak için teknik çözümler kadar doğru planlama ve eşgüdümlü yatırım kararlarının alınması gerektiğini savunuyoruz” ifadelerinde bulundu.
“Yastık altı lisanslar yatırımcıların önünü kesiyor”
Sektörde zaman zaman karşılaşılan ‘yastık altı lisans’ uygulamalarına dikkat çeken Erden, bazı projelerde fiili yatırım yapılmaksızın lisansların yıllarca elde tutulduğunu ve kimi zaman dolaylı yollarla devredilmeye çalışıldığını belirtti. Bu tür uygulamaların, hem ciddi yatırım yapmak isteyen firmaların önünü kestiğini hem de kamu kaynaklarının etkin kullanımını engellediğini vurguladı. Erden, “Maalesef zaman zaman sektörde fiilen yatırım yapılmadan alınan lisansların yıllarca elde tutulduğunu, hatta bazen dolaylı yollardan devredilmeye çalışıldığını gözlemliyoruz. Bu durum, ciddi yatırım yapmak isteyen firmaların önünü tıkadığı gibi kamu kaynaklarının da verimli kullanılmasını engelliyor. TÜREB olarak bu yaklaşımı kesinlikle doğru bulmuyoruz. Öte yandan, her ön lisans alanın yatırımcı olması da beklenmemeli, zira proje geliştiricilik de hem ülkemizde hem dünyada yatırımların sağlıklı gelişimi açısından doğru bir hizmet. Sadece bu alana odaklanmış ve teknik olarak da üst düzey kalitede proje geliştirme hizmeti sağlayan girişimciler mevcut. Bunları diğerlerinden ayırmak gerekiyor. Bu konuda sağlıklı ilerleme için de lisansların belirli süreler içinde yatırıma dönüştürülmesini zorunlu kılan bir modelin daha aktif olarak benimsenmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz. Yatırım süresi dolan ancak ilerleme göstermeyen projelerin mutlaka incelenmesi ve gerekiyorsa da iptal edilmesi ya da tekrar değerlendirmeye alınması bu projelerin ciddi proje geliştiriciler ve yatırımcılarla buluşmasını sağlayarak sektöre dinamizm kazandıracak. Bu sayede kaynaklar gerçek yatırımcılara yönlendirilir ve lisans sistemi asli amacına hizmet eder hale gelir” diye ifade etti.

Yeni kapasite tahsislerinde öncelikler ve kriterler
Erden, sektörün büyümesiyle birlikte elektrik fiyatlarında rekabetin sürdürülebilir şekilde sağlanması amacıyla uzun vadeli sıfır-karbon hedefleri ile tüketim artış hızının dikkate alınarak her yıl stratejik bir plan çerçevesinde yeni kapasite tahsislerinin yapılması ve ön lisansların verilmesi gerektiğini belirtti. TÜREB Başkanı İbrahim Erden, “Yeni lisansların verilmesi sürecinde, mevcut portföydeki lisansların ne ölçüde hayata geçirildiği de değerlendirilmeli. Ayrıca, yöntem olarak da sadece depolamalı ya da YEKA değil, tüm alternatif kapasite tahsis mekanizmaları sağlıklı elektrik piyasa yapılanmasına en uygun olacak şekilde ve bu piyasada rekabetçiliği destekleyecek şekilde kullanılmalı ve tahsisler sürdürülmeli. Yeni lisanslama sürecinde ise bazı kriterlerin mutlaka öncelikli olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunların başında coğrafi rüzgâr potansiyeli, şebeke altyapısıyla uyumluluk, yerli katkı oranı, yatırımcı teknik ve finansal yeterliliği, depolama entegrasyonu gibi başlıklar yer almalı. Ayrıca, yatırımın belirli bir süre içinde hayata geçirilmesi taahhüdü net bir şekilde ortaya konmalı. Bizim yaklaşımımız şu: Yeni lisans verilmesi gerekiyorsa, bu lisansların nitelikli ve sürdürülebilir projelere dönüşmesi şart. Aksi takdirde lisans sayısı değil, kullanılmayan potansiyel sayısı artar” dedi.