Salı, Temmuz 29, 2025

Avrupa Birliği ve Göç

Altı Avrupa Birliği üyesi (Almanya, Avusturya, Çekya, Danimarka, Fransa, Polonya) ülkenin içişleri bakanları, 18.Temmuz. 2025 günü Almanya’nın Zugspitze Dağı’nda gerçekleştirdikleri zirvede Avrupa’nın iltica ve göç politikasının sıkılaştırılmasına yönelik bir yol haritası üzerinde uzlaştı. Bu kapsamda, sınır dışı uygulamalarının artırılması ve iltica başvurularının üçüncü ülkelerde işleme alınması gibi tedbirler planlanıyor. Yorumcular, bu gelişme ve son günlerde İspanya’da yaşanan sağcı şiddet  olayları bağlamında Avrupa’nın göç politikasının doğru yolda olup olmadığını tartışıyor.

Yine de, “zirve buluşması” sonrasında kayda değer bir ilerleme görülmüyor. Mesela AB içinde çifte prosedürlerin önlenmesi gibi kimi kararlar makul olabilir. Ancak diğer planlar hakikatten kopuk. Örneğin AB ülkelerindeki iltica başvuruları sonuçlanana değin insanların AB dışındaki ülkelerde bekletilmesi yeniden gündemde. Fakat bu gibi üçüncü ülke modelleri, insan hakları açısından bir hayli sorunlu ve çok da maliyetli. Başarısızlığa uğramaları kesin gibi. [Almanya Dışişleri Bakanı] Dobrindt ayrıca, daha sıkı kurallar getirilerek insan kaçakçılarının önlenebileceği iddiasını yineledi. Oysa tam aksinin gerçekleşeceği ortada. Sınırlar iltica başvurusunda bulunmak isteyenlere kapatıldığında, bu insanların gayelerine ancak insan kaçakçıları aracılığıyla ulaşabileceği biliniyor.

Avrupa göç sorununa çözüm bulmaktan hâlâ çok uzak. Bakanlar buluşmasının gerçekleştiği gün, Almanya hüküm giymiş 81 Afgan’ı ülkesine sınır dışı etti. Alman makamlarının verilerine göre, 11 bin civarında Afganistan yurttaşı uzun süredir Almanya’da kalma hakkına sahip değildi. Eurostat istatistiklerine göz atmak ise hem bilgilendirici hem de gerekli. 2024 yılında Avrupa ülkelerinde her gün ortalama 2.500 kişi sığınma talebinde bulunmuş. Peki, içişleri bakanlarının zirve buluşması hakkında söylenebilinecek şey, bu buluşmanın, kamuoyuna bir şeyler yapılıyormuş izlenimi vermeye yönelik bir gösterinin parçası şeklinde değerlendirilebileceği gibidir.

Göç tartışmalarında kutuplaşmaya ve tabular oluşturmaya karşı uyarıda bulunuluyor. Toplumun bir kesimini damgalayan ifadelerin en sert şekilde kınanması gerektiği ortada. Bunlar kabul edilemez. Ancak öte yandan, entegrasyon ve birlikte yaşamaya dair oluşabilecek muhtemel problemleri görmezden gelmek ve bu meseleleri tartışmak isteyenleri ırkçılıkla suçlamak da son derece sorumsuzca bir davranış. Yasal ve düzenli bir şekilde ilerlemeleri için göç akınlarının idare edilmesi, gerçekçilik ve siyasi irade gerektirir. Aksi takdirde popülizmin yükselişi kaçınılmaz olur.

AB’nde solun önceliği, azınlıkların temsil ettiği değerler ile çelişseler de evrensel haklar uğruna mücadele etmek olsa gerek. Oysa sol asıl görevi olarak ırkçılığa ve sönürüye karşı bu azınlıkları korumalı iken Avrupa Solu’nun bu soruya farklı yanıtları görünüyor. Göçü önleyip entegrasyonu güçlendirme diyen Danimarka ile Almanya’nın ‘demokratik ve sosyal göç toplumu’  yaklaşımı arasında solcu bir göç politikası için makul bir denge bulunabilir mi? Sol’un göç sorunları için evrensel bir reçetesi yok. Her ülke kendi koşulları doğrultusunda özgün yanıtlar üretmek zorunda kalıyor.

Demir Uzun

Diğer Yazarlar