Dünya genelinde rakamsal genleşmenin henüz son 25 senedir olduğu kadar ortada olmasa da öncelerinden beri ABD hariç Avrupa ve yaygın olarak Dünya’da kamu ağırlıklı kalkınma ve büyüme hedeflerinin giderek özel sektöre doğru evrilmesi ve enflasyonist sürecidir. Uluslar arası özel sektörün Batı merkezciliğinde, küreselleşmeyi çağrıştırdığı açılım ve örgütlenme, Demirperde ekonomisinin tasfiyesi, Çin’in devreye girmesi ile ekonomilerde kalkınma ve büyümenin uluslararası fon ve finans kaldıracında dünya ekonomisi için bir ileri toplu ekonomik bağımlılık modellemesi getirdiğidir.
Günümüzde küresel ekonomi için en büyük risk, küreselleşmenin getirdiği yoksulluktur. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında ve Cari açık veren ve cari fazla veren ülkeler arasında yoksulluk farkı artıyor. Ayrıca cari açık veren ve ekonomide kırılgan ülkeler ile otokrasi ile yönetilen ülkeler içinde zengin fakir farkı arttı. Esasen yoksullar arasındaki fark açılırken en yoksul ülkeler daha düşük büyüyor ki, bu ülkeler giderek daha fazla yoksullaşıyor. İşin bu tarafı böyle.
Mevcut sistem ABD’nin omurgasını oluşturan ileri kapitalist mekanizma ya da ABD emperyalist kapitalist sistemin omurgasını oluşturduğu ikilemi ile boy veriyor. Mevcut gelişmeler ışığında, sistemin kendisini sorgulamak gibi bir derdi olmadığı gibi sorgulayacak bir aktör henüz çıkmış değil ve bundan sonra da çıkması pek zor görünüyor.
Mesela ‘gelişmiş ekonomiler’ arasında ki farklılıklar işin diğer tarafı oluyor. AB ve ABD’nin, gümrük vergileri anlaşmazlığında bir uzlaşıya vardığı, Donald Trump ile Ursula von der Leyen geçen pazar günü İskoçya’da ayrıca ABD’den kapsamlı enerji kaynakları ve silah sistemleri tedariki konusunda da el sıkıştı. Avrupa’nın bu müzakerelerde manevra alanı bulamadığı kanısı var. Yanısıra İngiltere’nin AB’den kopması sayesinde Londra’nın ABD ile Brüksel’den daha iyi bir anlaşma yapabildiğidir. Londra kendi ticaret politikasını şekillendirme esnekliği sayesinde çıkarlarını korumak adına Brüksel’den hızlı hareket edebildi.
Müzakere ve pazarlıkların ekonomik kriterlerden çok siyasi konumlardan etkilendiğinin bir başka örneği, şu günlerde Trump’ın Rusya’ya yönelik mesajlarının daha çok Asya’ya gönderme olduğu hususunda ağırlık kazanıyor. ABD ile yoğun gümrük pazarlıkları yürüten Hindistan ve Çin’e baskı uygulamak için kullanılan bir taktik söz konusu. Putin’in savaşı bitirmek istemediği öne sürülerek, en büyük petrol alıcılarının(Çin ve Hindistan) gümrük müzakerelerindeki tavizkar duruşları mertebesinde, Trump’ın Putin’e yönelik ültimatomunu somut tedbirlerin izlemesi ihtimali değişebilecek.
Başta Ukrayna ve Gazze’de barışın tesisi vaadleri ile önceki Biden dönemini hırpalayan Trump 2 döneminde de ABD, emperyal yayılmacılığında herhangi bir gerilemeye işaret etmiyor. Askeri, siyasi, ekonomik anlamda ABD saldırganlığı duyulmuş değil. Aksine İran’ı haksız biçimde bombalayan, BM’i Gazze’nin dışına iterek, Filistinlileri paralı askerlerin insafına bırakan, kafasına esen ülkeden toprak talep eden bir başkan ile karşı karşıyayız.
Kapitalizmin bu ileri safhası, muazzam bir sermaye teknoloji birikimini temsil ederken güvensizlik iklimini körüklüyor. Sistemin çok ileri olduğu üzere ayakta kalabilmesi için dünyanın geri kalanından kendisine değer transfer etmesi gerekiyor. Sermayenin nerede ise bedava olduğu merkezi kapitalist ülke marjinal kar hadlerinin düşmemesi için bu fiktif parayı ihraç ederek karşılığında gerçek mal ve hizmet, emek alıyor. Askeri güç ve uluslararası siyasi mekanizmalar ise bu süreçte bir tür kullanımlı araç oluyor.