Eğer hak nedir, batıl nedir, haklı kimdir, haksız kimdir bilmezsen, kimi seveceğini, kime bağlanacağını, buğzedeceğini bilemezsin. Bu da senin imanında gevşeklik, zayıflık olduğunu gösterir
Bir önceki yazıdan devam…
AKP iktidarının 23 yıllık dönemdeki ekonomik uygulamaları kapsamındaki neticelerin kabul edilebilir olduğunu ifade etmek çok zordur. Rekor bütçe açıkları gündeme gelmiş bulunmaktadır. 2024 yılında, vergi gelirlerinin dağılımının her yıl olduğu gibi yine adaletsiz bir şekilde olduğu gözlenmektedir. Ülkeyi yönetmeye talip olan siyaset içindeki partiler ve onların liderlerinin görüşleri hangi yönde olursa olsun halkı düşünerek, maalesef adaletli bir biçimde vergi yasaları düzenleyememişlerdir. 1950 yılından itibaren, ülkeyi yöneten “ sağ görüşlü “ partiler, daima sermayenin yanında yer almışlardır. Birçok defa ülkede, koalisyon hükümetlerinin iş başına gelmesine rağmen onların davranışlarının da değişmediği bir gerçektir. İşte bu nedenle, ülkede dolaylı vergilerin adetleri ile miktarları devamlı artırılarak, tüm halkın üzerine vergi salınmaktadır. Bu gelişmenin de ne denli haksız vergi almak olduğunu, tamamına yakın liyakati tartışılır yöneticilerin anlaması çok zordur. Son üç yıllık dönemdeki durumda dolaylı vergi gelirlerinin ortalama olarak doğrudan vergi gelirlerinin % 70 oranını teşkil etmesi son derece düşündürücüdür. Gelişmiş ülkelerde bu oran % 35 civarında bulunmaktadır. Konu Türkiye olduğunda ise, bu tip vergilerin azami % 40 seviyesini geçmemesi gereklidir. Önemli olan, “ çok kazanandan çok, aza kazanandan az “ vergi alınması esas olmalıdır. Ayrıca toplumda vergi ödeme alışkanlığının kazandırılması için tüm maaşlar hak sahiplerine brüt olarak verilmeli, vergisinin yatırılması hak sahibi tarafından yapılmalıdır. Böyle bir uygulama çerçevesinde vergilerini kendileri yatıran, gerçek veya tüzel kişiler, onları yöneten hükümetlerden de hesap sorma alışkanlığını edineceklerdir. Mevcut uygulamalar çerçevesinde, kendisinden vergi kesilen hak sahipleri, devlete “ ne kadar vergi verdiklerinin “ tam olarak bilincinde olmadıkları birçok örnekler kapsamında izlenmektedir.
AKP iktidarını “enflasyon açısından “ değerlendirme
Ekonominin temel yapı taşları, bilindiği gibi, mal, hizmet, üretim ve döviz fiyatları üzerinde kabul edilebilir oranların ötesindeki yaşanan şiddetli dalgalanmalar “ kriz “ olarak tanımlanmaktadır. Genelde kriz için 2 parametre dikkate alınmaktadır ki, bunlardan birisi büyüme oranı diğer ise enflasyondur. Bu nedenle. AKP iktidarının dönemsel incelemesini yaparken enflasyon konusunu öne almış bulunuyorum. AKP lideri Sayın Erdoğan, hemen her konuda dini referanslar vererek, inançlar üzerine politikalarını inşa etmiştir. AKP iktidara geldiğinden itibaren, devamlı surette gerçekleri açıklamamakta ısrar ederek tamamen gerçek ötesi açıklamalar yaparak, toplum üzerinde, algı yaratma peşinde olmuştur. Ancak kendisine biat eden, sorgulamadan onun her ifadesini doğru kabul eden bir kesim olduğu da seçimler nezdinde görülmektedir.
Devamlı Merkez Bankası başkanını değiştirmeyi, gelenek haline gelirmiş olan Sayın Erdoğan, ülkede “ faiz sebep, enflasyon sonuçtur “ çerçevesinde hareket ederek, yanlış bir politika izlemiştir. 2021 yılında başlanan bu durumda, henüz başlangıç konumuna bile gelinmiş değildir. Oysa merkez bankasının ( TCMB ) klasik enflasyon hedeflemesi daima % 5 seviyesindedir. Merkez bankasının 2021 yılında, faiz düşürme operasyonu günümüzde çok ciddi maliyetlere neden olmuştur. Oysa doktriner olarak yaklaşıldığında, faiz, enflasyon düşerken birkaç puan gerisinden izlemeli, enflasyon yükselirken ise, öne geçip enflasyonun birkaç puan önünde gitmelidir. 2021 yılında eylül ayında enflasyon % 19 merkez bankası politika faizi de % 19 idi. İşte bu durumda eğer o faiz % 25 ile % 28 bandında olsaydı bu günlere belki de gelinmeyecekti. AKP lideri Sayın Erdoğan’ın, 2002 yılından itibaren devamlı olarak, halk nezdinde yapmış olduğu ekonomik ve idari baskı ile dayatmaların, dini inançların gereği ile bağdaştığını ifade etmek oldukça zor olup, hatta imkânsızdır. Toplumu enflasyon altında bilhassa ezerek, Cumhurbaşkanlığı külliyesini ve diğer bazı kamu kurumlarını yapılması kaçınılmaz olan “ tasarruftan ayrı tutan “ bir zihniyeti kamuoyunun kabul etmesi mümkün değildir. Her Cuma gösteri yaparak 45 koruma konvoyu ile cuma namazına gitmek sadece reklam amacını taşımaktadır. Bu durumda İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin “ bir insanın mümin olduğunu ibadeti belirlemez “ ile “ beşeri yani insani ilişkilerde dindarlık ölçü değildir “ sözlerini hatırlamamak mümkün değildir. Ülkede hemen herkesin üzerinde tam mutabakat sağladığı konulardan birincisi, Türkiye istatistik kurumunun ( TUİK ) hesaplama metodu ve ürün tercihi kapsamında, enflasyon rakamlarını iktidarın “ halkı fakirleştirme “ politikasına uygun bir şekilde belirlemiş olduğudur.
Bilindiği üzere, Türkiye’de güncel olarak, çalışanlara, emeklilere, memurlara, ücretlilere, bunun yanı sıra tüm devlet gelirlerine, vergilere, harçlara, cezalara yapılan zamlar ve fiyat artışları TUİK enflasyon verileri esas alınarak gerçekleştirilmektedir. İşte bu nedenle, AKP tüm diğer milli kurumları etkisiz hale getirdiği gibi bu kurumu da tam kontrolüne bağlamıştır. Bitmesi gereken bu “ tek adam rejimi “ ve hâkimiyetinin, günümüzde devam etmesi halinde, diktatörlüğün tam yerleşebilmesi için bu halkı fakirleştirme politikalarının daha da etkinleştirilip derinleştirileceği hususu tarihsel verilerle sabit olduğu unutulmamalıdır. AKP ekonomik politikaları çerçevesinde, 2025 yılı için asgari ücretliler ile 16.154.322 kişi olan emeklileri açlık sınırının altında yaşam savaşı vermeye mahkûm ederken, kendisi ve yandaşlarına çok büyük rantlar sağlamayı ihmal etmemiştir. Enflasyonun 2021 yılında % 64.3, 2022 yılında % 64.8 ve 2024 yılında ise % 58.51 olmasının yanı sıra, üç yıllık ortalamanın da % 62.54 olmasına rağmen, AKP, tamamen keyfi olarak asgari ücrete % 30, memur ve memur emeklilerine % 11.54, SSK ve bağ kur emeklilerine ise % 15.75 oranında zam yapmıştır.
Ancak yine aynı AKP, kiraların % 58, devlete verilecek harçlar, cezalar ve diğer muhtelif giderler için % 44 oranlarında artışlar yapılabileceğine onay vermiştir. Bu nasıl rasyonel bir ekonomidir ki atanmış Maliye ve Hazine bakanı Mehmet Şimşek bu irrasyonel uygulamaları kamuoyuna utanmadan açıklayabilmiştir. Merak ediyorum. “ utanma “ diye bir duygu vardı eskiden, bu AKP mensupları bundan da mı muaf tutulmuşlardır. Bu maaş artışları yapılırken göreve geldiği ilk günlerde hemen “rasyonel ekonomiye geçiyoruz“ diye demeçler verip iş dünyası ile toplantılar yapan Sayın Bakan acaba hesap makinesini başkasına mı vermişti. Kendisinin, Ali Babacan’ın ekibinde Cevdet Yılmaz iler beraber olduğu dönemlerde çok daha mantıklı düşündüğünü yakından bilen birisiyim. Ayrıca Mehmet Şimşek’i Sayın Erdoğan’a İngiltere’de tanıştıran da yine Ali Babacan olmuştur.
Sigortalı olanlardan kesilen primlerin emekli olanlara ödenmesi uygulaması, günümüz sosyal güvenlik sistemlerinin temel özelliğidir. Aktif – pasif oranı genel olarak çalışan sigortalılar ile aylık ve gelir alan sigortalılar arasındaki oranı ifade etmektedir. Güncel değerler açısından Türkiye’nin birçok Avrupa ülkesinden, bu oranlar çerçevesinde iyi olduğunu bakanlık yetkililerinin dikkate almadıkları net olarak anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse bu oran, İtalya’da 1.47, Almanya’da 1.86, Belçika’da 1.51, İsviçre’de 1.64, Yunanistan’da 1.81 Türkiye’de ise, 1.93 olduğu görülmektedir. AKP lideri Erdoğan, topluma bu seviyede artışlar yaparak, onları geçinme zorlukları ile baş başa bırakırken 243 milyar dolar tutarında ihaleler verdiği “ beşli çeteye “ hala ek gelirleri, halkın gözünün içine bakarak, vermeye devam etme cesaret ve ahlakına sahiptir. Bu hususta örnek vermek o kadar çok ki aralarında seçim yapabilmek için zorlanıyorum.
Son dönemde yapılan açıklamalar çerçevesinde, kuzey Marmara otoyolunda geçiş garantisi 136 milyon arttırılmış olup toplam 344 milyon seviyesine çıkarılmıştır. Kalyon & Kolin & Limak yüklenici firmalarına, daha önce yapılmış sözleşme olmasına rağmen örtülü olarak, % 65 oranında ek zam yapıldığı hesaplanmaktadır. Ayrıca, bu ihaleler yapılıp bittikten sonra bu artışların hangi esaslara dayandığı sorgulanamamakta ve yapılan sözleşmeler “ ticari sır “ denilip tamamen gizli tutularak Türkiye Büyük Millet Meclisine ( TBMM ) bile açıklanmamaktadır. İktidara geldikleri 2002 yılından itibaren muhtelif vesilelerle, “ ileri demokrasi “ söylemini ağzından düşürmeyen Erdoğan bu makamdan düştükten sonra acaba ne yapacaktır.
Yine İmam’ı Azam Ebu Hanife’nin “dünyalıklarına ve bulunduğun haline güvenme. Çünkü Allah tüm bunlardan seni hesaba çekecektir..“ deyişine kulak verdim ve merak ediyorum. Allahtan önce onun bu dünyada bir “ Avan hesap vermesi “ mümkün olmaz mı? Ne dersiniz?
Bir diğer örnek olması açısından Çanakkale köprüsünde yüklenici firmalara 16.425.000 geçiş garantisi verilmiştir. Oysa bu güne kadar geçen araç sayısı ise sadece 3.336.000 olarak gerçekleşmiştir. Bu garanti hesaplamaları fizibilite yapılmadığı veya kasten yaptırılmadığı için afaki olarak verildiği ortaya çıkmaktadır. 2023 ile 2024 yılları arasında hazine tarafından yüklenici firmalara ödenen miktar 281.695.569 Euro yani 10.547.884.384 TL olmuştur. Yine yap işlet devret ( YİD ) projelerinden örnek vermek gerekirse, Osman gazi köprüsünün maliyeti 1.4 milyar USD olmuştur. Bu projede 8.5 yılda yüklenicilere ödenen miktar ise köprü maliyetinin 4 katı civarında olup 4.2 milyar USD olmuştur. Köprünün devredilmesi ise 2036 yılında olacağı için yüklenici firmaların daha 11 yıl haksız ve fahiş gelir elde edeceği görülmektedir. Tüm bunların yanı sıra, yap işlet devret modeli diye sunulan bu projelerde maliyetin de çok fazla olması ayrı bir handikap olma özelliğindedir. Yapılan tüm bu tip projelerde maliyetin bu kadar yüksek olmasının nedenlerinin mecliste araştırılması gereklidir. Mukayese yapılması açısından, Çin’de Pekin – Urumçi arasında yapılan, 10 yılda tamamlanan 4 ve 6 şeritli 2.540 km otoyolun maliyeti 2.5 milyar USD olarak açıklanmıştır ki, bağlantı yolları ile beraber 2.800 km uzunluğa ulaşmaktadır. Bu otoyol içinde dünyanın en uzun tünelinin yer alması ise ayrıca önem arz etmektedir. İşte bu maliyete karşın, kuzey Marmara otoyolu sadece 463 km olmasına rağmen 8 milyar USD maliyete sahiptir. Diğer taraftan İzmir – İstanbul otoyolunun uzunluğu 378 km bağlantı yolları ile toplam 426 km olup 11 milyar USD seviyesindeki maliyete sahip olmasının açıklaması Sayın Erdoğan tarafından, nasıl yapılabilir. Bu durum kamuyu zarara sokmak değil de nedir? Ekonominin bu kadar büyük bir kriz ile felaket boyutuna gelmesinin en büyük nedeni Sayın Erdoğan’ın uyguladığı bilimden uzak ekonomi politikalarıdır. Yine imam-ı azam Ebu Hanife’nin; “ kazançsız ve azıksız on yılda kalsan ilimden yüz çevirme, çünkü ilimden yüz çevirdiğinde, can sıkıntısı ve geçim derdi sana musallat olur “ cümlesi kulaklarımda çınlamaktadır. Fakat burada ilimden yüz çeviren Erdoğan olup, can sıkıntısı ile geçim sıkıntısını çekenler ise halktır.
Devam edecek…