Trump Putin ikili Alaska zirvesinin hemen ardından bazı Avrupalı liderler, NATO Genel Sekreteri ve Zelensky Beyaz Saray’da bir araya gelerek izlenecek yol haritasını görüştüler ve 15 gün içinde Trump, Putin ve Zelensky’nin katılacağı bir barış görüşmesinin yapılması ihtimalini ön plana çıkarttılar. Çizilen senaryoya Putin’in de olumlu yaklaştığı (Trump Putin telefon görüşmesine bağlı olarak) anlaşıldığı oranda yaklaşık 3.5 yıldır bütün acımasızlığı ile süren savaşın bitme ihtimali doğmuş gözüküyor.
Ancak bu noktada Zelensky dayatılan koşulları ne kadar kabul edebilir? Önümüzdeki 15 günlük süre içinde bunu izleyip anlamaya çalışacağız.
Peki, mevcut senaryonun uygulanması halinde kim ne kazanacak ya da kazandı?
Ukrayna açısından NATO üyeliği hayal oldu. Putin’in şiddetle karşı çıktığı Ukrayna’nın NATO’ya tüm üyeliği Trump tarafından da teyit edildi. Buna karşılık Batı dünyası adı konmamış NATO’nun meşhur 5inci maddesini (birimize yapılan saldırı hepimize yapılmış sayılır, topyekun cevap verilir) andıran şekilde Ukrayna’nın güvenlik garantisini oluşturacak. Putin’in bu garantiye itirazı gözükmüyor. Konu bazı Batı ülkelerinin Ukrayna topraklarına asker konuşlandırması gibi sınırlı bir algıyla geçiştirildi.
Ukrayna’nın kayıpları Rusya’nın kar hanesine yazılıyor. Rusya Batı sınırlarını genişletecek, buna karşılık Kiev’in çevresindeki topraklarda işgalini kaldıracak. Batı sınırlarının nereye kadar genişleyeceğini eğer yapılırsa üçlü zirvenin ardından anlayacağız, ancak şimdiden Kırım’ın ilhakı konusunda tam bir mutabakat Rusya’nın lehine kayda geçti.
ABD’nin kazançlarını ekonomik ve stratejik olarak iki ana başlıkta toplamak mümkün.
Ekonomik olarak bakıldığında öncelikle içinde bulunduğumuz yılın Şubat ayında Trump’ın Zelensky’yi aşağıladığı fotoğraf karelerini gözümüzün önüne getirelim. Hemen ardından özür dileyen Zelensky ve ardından ABD’nin Ukrayna topraklarında bulunan nadir toprak elementlerini ele geçirmesi. Özellikle Çin’e karşı rekabette bir açılımın elde edilmesi.
İkinci olarak, Rusya’ya uygulanan ambargolar sayesinde ABD kaya gazının fahiş fiyatlarla AB ülkelerine ihraç edilmesinin getirdiği kazancı da bu başlığın altına yazmak gerekiyor. AB ülkelerindeki ekonomik daralmanın ve aşırı sağın giderek zemin kazanmasının başlıca nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Üçüncü olarak da özellikle Doğu Avrupa ülkelerine yapılan çok büyük meblağlardaki savaş sanayii satışlarını da yazmak gerekiyor. Barış geliyor havası esince ABD silah üreticilerinin borsa değerlerinin düşmesi şaşırtıcı değil.
Stratejik plana geçince.
ABD’nin Çin ve Hindistan’a karşı Rusya’yı yanına alma arzusu yeni bir şey değil. Son gelişmelerden anlaşıldığı kadarı ile bu noktada da bir mutabakat sağlanmış gibi. Özellikle Çin’in “Kuşak Yol” açılımına Zengezur koridoru ile karşılık verilmesi ve ABD’nin gerekirse yeni sıcak çatışma yönünü Çin’e yöneltmesi Rusya’yı yanına çekmesi ile daha mümkün hale geliyor.
Peki kaybedenler kimler?
Başa herhalde Zelensky’yi yazmak gerekiyor. Milyonlarca Ukraynalının yaşamını yitirdiği, evlerini terk etmek zorunda kaldığı bir süreçte, topraklarının kullanım hakkını ABD’ye devretmesi, Rusya’ya karşı toprak kaybının tescillenmesi sanki Zelensky’nin siyasi ömrünün de sonlanmasına yol açacak.
Peki AB ülkeleri? Onlar da kaybedenler kategorisinde yer alıyorlar. Dış politika ve güvenlik politikasında bir türlü “Birlik” olmayı beceremeyen AB, kapılarında ilk kez savaş tehdidini bu kadar yakından yaşadı. NATO şemsiyesi altında korunuyoruz algısı büyük oranda çöktü. AB ülkelerinin ABD önderliğindeki NATO’ya olan güvenleri büyük ölçüde sarsıldı. ABD’nin dayattığı yol haritasına göre, eğer NATO’da devam etmek istiyorlarsa güvenlik harcamalarını çok önemli oranda artırmaları gerekecek. Mevcut ekonomik koşullarda yapılabilir mi? Ucu açık bir soru. Kendi güvenliklerini kendilerinin sağlaması AB’yi gerçek anlamda bir “Birlik” haline getirebilir ancak yapılabilirliği bugünün koşullarında pek olası değil.
Bir diğer kaybeden, çoktandır pek bir şey ifade etmediği genel kabul gören uluslararası hukuk. Güçlünün her istediğini dengeleyici hukuk mekanizması olmaksızın dikte ettiği yeni dünya koşulları. Bu bağlamda Ukrayna’dan yola çıkıp, Gazze’ye kadar kaybedenleri listeleyebilirsiniz.
Gelelim bize.
Bu yazının ilk giriş cümlesinde Beyaz Saray’da yapılan toplantının katılımcılarına kısaca yer vermiştik. Hatırlayalım: İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Finlandiya devlet başkanlarının yanı sıra NATO Genel Sekreteri. Peki biz neredeyiz?
Öyle ya Karadeniz’de Ukrayna ve Rusya ile en büyük sınırdaş ülkeyiz. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahibiz. Montreux Boğazlar sözleşmesi uyarınca gerek Rusya’nın gerekse Ukrayna’nın gemilerinin geçişleri bizim kontrolümüzde. Savaşın kritik anlarında bütün dünyanın sorunu haline gelen tahıl meselesine çözüm getiren ülkeyiz. Nihayet barış için yaptığımız girişimlerle Rusya ve Ukrayna heyetlerini bir araya getiren ülkeyiz.
Hani üçlü zirve için Türkiye işaret edilirse, Beyaz Saray’daki bu yok sayılma bir nebze de olsa kabul edilebilir. Ancak bu gidişat bir başka soruyu da sormamızı gerektiriyor. Eğer Ukrayna’nın güvenliği için Türkiye’den de asker istenirse cevabımız ne olacak? Seve seve ön planda mı olacağız? Yoksa sadece asker meselesi gündeme gelince sırtı sıvazlanan ülke olmayı kabul mü edeceğiz?
Ayrıca doğal olarak Ukrayna’da asker konuşlandırmanın Türkiye Rusya ilişkileri üstündeki maliyetini de düşünmemiz gerekmez mi? Sonuçta bu tutum Rusya’ya karşı hasmane bir girişim olarak algılanmaz mı? Kısacası savaş süresince her iki tarafa karşı uyguladığımız dengeli dış politika ortadan kalkmaz mı?
Senaryo üstünde çalışmamız gereken çok fazla ayrıntı var. Umarım her şey ülkemiz adına daha iyi günleri beraberinde getirir.