Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu (GK) vesilesiyle gözlerimiz ABD’deydi. Önce Genel Kurul’da verilen mesajlar, ardından Erdoğan – Trump Beyaz saray görüşmesi önümüzdeki günlerin Dünyaya ve Türkiye’ye neler getireceğini anlamaya çalışanlar için önemliydi. Ancak olan biteni daha doğru değerlendirmek için Genel Kurul’dan bir hafta öncesine geri dönmek gerekiyor.
Rusya, Ukrayna savaşındaki agresif tutumunu bir adım daha öteye taşıdı. Rus silahlı hava taşıtları (SİHA ve diğer) Romanya ve Polonya hava sahalarında gözüktü, Ruslara Hindistan’ın da kısmen eşlik ettiği rivayetleri var.
BMGK’da Trump çok değil birkaç ay önce bütün dünya kamuoyunun önünde aşağıladığı Zelensky’yi bu kez öve öve göklere çıkardı ve Ukrayna’nın Ruslara kaptırdığı toprakları geri alacağını beyan etti. Anlaşılabildiği kadarıyla Trump artık Putin’den hoşlanmıyor ve Çin’e doğru yönelişinde olası (hatta mevcut haliyle olmuş gözüken) Rusya-Hindistan-Çin ittifakından hoşnut değil. Bu ittifakın bozulması için bir taraftan Rusya’ya karşı Ukrayna’nın yanında cephe alırken öte yandan Hindistan’ı ittifaktan çıkartmanın peşinde. Bu doğrultuda Hindistan ile ticari müzakerelere başlama niyeti ABD yetkilileri tarafından geçtiğimiz hafta içinde beyan edildi. Niyet ortada da kolay mı? Pek kolay gözükmüyor.
Hatırlayalım, Rus doğalgazı ve petrolüne uygulanan ambargolar sonucunda, Ruslar enerji kaynaklarının ihracını Hindistan üzerinden Çin’e yönlendirmiş, ambargonun delinmesi bu doğalgazı ve petrolü işleyen Hindistan aracılığı ile gerçekleşmişti. Bunun üzerine ABD Hindistan ile olan ticaretine ek gümrük vergileri getirmişti. Mevcut koşullar değişmediği oranda Hindistan ABD tarafından kazanılabilir mi? Ticari müzakereler kolay geçer mi? Meçhul.
“Bu durumun bize yansıması nasıl olur?” sorusuna gelince. Erdoğan-Trump görüşmesinin ardından Trump’ın verdiği mesajlar arasında, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı enerji kaynaklarını sınırlandırması ve bunun yerine ABD kaya gazını (LPG) ikamesi (önümüzdeki 20 yılda 43 milyar ABD doları tutarında) yer aldı. Bu durum Türkiye’ye ne kadarlık bir ek maliyet getirir? Şu an için bilemiyoruz. Ancak Rusya’nın belini bükmek için Türkiye’nin tercihini Rusya Çin ekseninden Batı eksenine kaydırmasının arzu edildiği açıkça anlaşılıyor.
Hindistan ile iyi ilişkiler geliştirmeyi sadece ABD mi istiyor? Bu sorunun yanıtını yine BMGK öncesinde AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen verdi. “Olan bitene seyirci kalamayız, proaktif bir tutum alarak Hindistan ile serbest ticaret alanı (STA) müzakerelerine başlamalıyız” mealindeki sözleri, AB ülkelerinin Rus tehdidini ciddiye aldıklarının bir yansımasıydı. Rusya’nın gerçek niyetinin Ukrayna ile sınırlı kalmayacağı, giderek Almanya sınırlarına yöneleceği, çok değil 2029 yılında olası bir Rus-Alman savaşını beraberinde getirebileceği Almanya kaynaklı açıklamalarda yer almaya başladı. Doğal güvenlik endişeleri AB’yi refah toplumu oluşturmak önceliğinden hızla saptırıyor, güvenlik yatırımları sosyal refaha ayrılan payların erimesine ve AB içindeki siyasi dengelerin hızla bozulmasına da neden oluyor.
Peki AB içindeki bu arayışların bize etkisi ne?
Öncelikle olası bir AB-Hindistan STA’nın bize olabilecek ekonomik etkilerine bakalım. Hemen bu durumun maalesef bize negatif olarak yansıyacağının altını çizelim. AB ile olan gümrük birliği ilişkimizin doğasına bağlı olarak AB pazarına gümrüksüz girecek olan Hindistan malları AB pazarına girdikten sonra AB menşeini kazanacağından, Türkiye’ye de herhangi bir engelle karşılaşmaksızın girebilecektir. Öte yandan AB pazarı içinde de rekabet gücümüzün bu ürünlere karşı azalacağının altını çizmek gerekir. Bu durumu düzeltebilmenin tek çözümü eş zamanlı olarak Türkiye-Hindistan arasında da bir STA’nın yapılmasıdır. “AB’nin Hindistan ile yaptığı STA otomatik olarak Türkiye’yi de kapsayacaktır” düşüncesi maalesef bizim gümrük birliğinin doğası gereği yanlış bir çıkarımdır. Peki Pakistan-Hindistan çatışmasında bizim kayıtsız ve şartsız Pakistan’ı desteklediğimiz göz önüne alındığında, sizce mevcut koşullarda Hindistan Türkiye ile bir STA yapmaya yanaşır mı? Benim cevabım hayır. Sizinkini bilemem.
Gelelim Trump-Erdoğan görüşmesinin ardından yapılan bazı açıklamalara. Bu yazıyı kaleme alırken Erdoğan cephesinden fazla bir açıklama gelmediği oranda, Trump’ın mesajları ve görüşme öncesindeki olası konu başlıkları ile sınırlı bilgi ile değerlendirme yapmak zorundayız.
Trump görüşmeyi çok olumlu olarak değerlendirdi. Görüşme yaklaşık iki saat sürdüğüne göre bazı hassas konulara fazla girilmediğini, girildiyse bile pozitif gündem esası ile konuların ele alındığını öne sürmek herhalde hatalı olmayacaktır.
Bizim açımızdan önemli olan başlıklar F 35, F 16, Halkbank sorunu, kabaca CAATSA yaptırımlarından Türkiye’nin muaf tutulması, THY filosu için Boeing siparişleri, Türkiye’nin nadir metallerinin geleceği, öngörülen 100 milyar dolarlık ticaret hacmi içinde ülkemizin payının ne olacağıydı.
Trump bir gazetecinin sorusu üzerine sadece F35 programı ile ilgili olarak “Türkiye ön ödevlerini yerine getirirse F35’e geri dönebileceği” mealindeki açıklaması ile “ön ödev ya da ödevlerinin ne olacağı?” sorusunu da sormamızı beraberinde getiriyor.
Evet başlığımızda belirttiğimiz gibi Dünya’da bir köşe kapmaca oyunu bütün şiddetiyle oynanıyor ve biz de bu köşe kapmacanın önemli bir parçasıyız. NATO içindeki rolümüzün altının çizilmesi, Avrupa savunması için oynayacağımız kilit rolün sürekli vurgulanması, Suriye’nin geleceğinin belirsizliğini sürdürmesi, İsrail’in Gazze’yi ilhak etme adımlarına karşı çok sayıda ülkenin Filistin’i tanıması (hoş toprağı kalmayan ülke tanınsa ne olur, tanınmasa ne olur? diyenlerin de seslerine kulak vermek gerekir kanaatindeyim) çevremizdeki riskleri ve avantajları bir arada önümüze getiriyor.
Bütün bunlar olup biterken MHP Genel Başkanı sayın Bahçeli’nin “yönümüzü Rusya-Çin eksenine kaydıralım” mealindeki yaklaşımı da “köşe kapmaca oyunundan, kör ebe oyununa mı geçiyoruz” sorusunu da ister istemez sormamıza yol açıyor.