Her dalıp gittiğimde anılarım canlanır. Bugün de böyle oldu. Hatıralar geçidinde Karşıyaka çarşısını gördüm. Kaldırımda, devasa kafesin içinde belki elli tane saka kuşu cıvıldıyor. Annem ve babamla birlikteyim. Her gezintiye çıkışımızda buraya gelmek isterdim, onlar da beni kırmazlardı. Olay çok basit görünüyor: Kafesin sahibine 10 kuruş (Yoksa 5 kuruş muydu?) verince, adam elini içeri sokuyor, bir tane sakayı yakalıyor ve benim avucuna bırakıyor. Kısa bir süre avucumda heyecanla tutuyorum kuşu ve babam artık bırakmamı söyleyene kadar kafasını parmağımın ucuyla okşuyorum. Sakacık can havliyle fırlıyor ve mümkün olan en hızlı uçuşuyla masmavi gök yüzüne kavuşuyor.

Galiba azatçı denirdi benim gibilerine. O kısa süre içinde hissettiklerimi kelimelerle anlatmam bugün mümkün değil. Her şey heyecan vericiydi. Kuşu kaçırmadan avucuma alabilmek heyecanı, avucumda kaçırmadan ama sıkmadan tutabilme heyecanı, tüylerini okşama heyecanı, babamın bırakmamı isteyeceği zamanın gecikmesi ve bu isteğe boyun eğmek zorunda olmamın hüzünlü heyecanı, kuşun kendini eski özgür dünyasına atışını seyretme mutluluğu ve tarif edilemez bir huzur. Kafesi boşaltmayı o kadar isterdim ki. Babam bu düşüncemi söylediğimde bana “Oğlum, adam hayatını bu yoldan kazanıyor. Kuşları bitince tekrar yakalayıp satacak. Bu işin sonu yok” derdi.
Günümüz çocukları böyle bir şey duydular mı, biliyorlar mı? O kuşçular ülkemin bir yerinde hâlâ var mı? Bilgisayarlı oyuncaklarıyla uzaydan gelen sanal istilâcıları yok etmek benzeri oyunlarla haşır neşir olmuş bir neslin çocuklarına acaba böyle bir olay yaşama imkânı verilse, benim gibi mutlu olurlar mı? Bugün için ne kadar basit bir eğlence tarzı değil mi? Ama bir düşünün: Küçücük garip bir kuşu hürriyetine kavuşturmanın müthiş manevî mutluluğu ile, elindeki çağdaş dünya icadı elektronik ürünün düğmelerine basarak ateş etmenin keyfine esir olmuş bir zamane çocuğunun heyecanı aynı mıdır? İlki insanca duyguların gün ışığına çıkmasını ne kadar sağlıyorsa, diğeri o kadar insanlık dışı duyguların gerilimini yüklüyor küçücük ruhlara.
Bizim zamanımızın çocukları özgürlük hediye ediyorlardı, şimdikiler sanal da olsa can alıyorlar. Sanırım, hattâ eminim, şimdilerde sokaktaki otomobilleri çiviyle, sivri taşlarla boydan boya çizmekten, yeni boyanmış duvarlara sprey boyalarla abuk sabuk lâflar yazmaktan, sapanla sokak lambalarını kırmaktan, maça gidince “Ölmeye geldik” diye bağırmaktan ve rakip taraftarın malına ve canına zarar vermekten zevk alanlar bir kez bir küçük sakayı kafesinden alıp sevdikten sonra salmışlar mıdır?
Halâ beni nostaljik olmakla suçlayan var mı? Minik sakaya özgürlüğünü vermekten haz duyan bir çocuk son zamanlarda gazete sayfalarından eksik olmayan bıçak çekmelere davranır mı? “Vandalizm” denilen davranışlara geleceklerini kurban eder mi? Çok şükür ben o eski günleri yaşadım dostlarım, yaşamış olanlar beni anlayacaklardır. Gereksiz şiddetten uzak günler diliyorum.