Pazartesi, Aralık 15, 2025

Eleştiri El Feneri Gibidir

Eleştirinin üç bileşeni vardır: bilgi, tecrübe ve iyi niyet.
Kulağa çok basit geliyor ama aslında işin kalbi tam da burada atıyor. Çünkü bu üçü bir araya gelmeden yapılan her eleştiri, çoğu zaman sadece “yaralayıcı yorum” olarak kalıyor.

Eleştiri neden bu kadar can yakıyor?

Çoğumuz için “Eleştirebilir miyim?” cümlesi, “Hazır ol, birazdan canını sıkacağım” anlamına geliyor. Çünkü çocukluktan beri eleştiriyi çoğu zaman azarlanmak, küçümsenmek, yargılanmak olarak deneyimledik.

Oysa eleştiri, doğru kullanıldığında çok kıymetli bir hediyedir:

• Kör noktalarımızı gösterir,
• Bizi geliştirebilir,
• Hatalarımızı fırsata çevirebilir.

Ama bunun için üç şey şart: bilgi, tecrübe ve iyi niyet.

  1. Bilgi olmadan eleştiri: “Bence yanlış” demek yetmez

Bilgi, eleştirinin omurgasıdır.
Bir konuda temel bilgi yoksa, yapılan şey genellikle “yorum”dur, “eleştiri” değil.

• Bir tasarımı eleştiriyorsan tasarımın amacı, hedef kitlesi, teknik sınırları hakkında az çok fikrin olmalı.
• Bir iş sürecini eleştiriyorsan o sürecin neden öyle kurulduğunu, hangi kısıtlar olduğunu biraz bilmen gerekir.

Bilgi olmadan yapılan eleştiri genelde şu tonda gelir:
“Bu böyle olmaz.”
Neden olmaz? Alternatifi ne? Hangi bilgiye dayanıyorsun? Belli değil.

Gerçek eleştiri ise sorumluluk ister. “Bu böyle olmaz” demek kolaydır;
“Bu, şu nedenle eksik, şöyle yapsak daha iyi olur” demek için bilgiye ihtiyaç vardır.

  1. Tecrübe: Yara almadan yara sarılmaz

Tecrübe, bilginin sahada yoğrulmuş halidir.
Sadece kitap okuyarak, YouTube videoları izleyerek, bir konuda makale tarayarak eleştiri yapmak eksik kalır.
Tecrübe, şunları getirir:

• Hatanın ne kadar insani olduğunu,
• Bazı şeylerin ancak zamanla düzeldiğini,
• Kâğıt üzerinde çok doğru görünenin, sahada neden işlemediğini.
 
Tecrübesi olan insanlar genellikle daha yumuşak eleştirir. Çünkü kendileri de zamanında tökezlemiş, kırılmış, denemiş, yanılmıştır.

Tecrübe, eleştirinin tonunu ayarlar.
Bilgi “neyin doğru olduğunu” gösterirken, tecrübe “bunu nasıl söylemek gerektiğini” öğretir.

  1. İyi niyet: Eleştirinin ruhu

Bilgi ve tecrübe var ama iyi niyet yoksa…
Ortaya çıkan şey eleştiri değil; hesaplaşma, küçümseme ya da öç alma olur.

İyi niyet şudur:
“Ben seni küçültmek için değil, büyümene katkı sağlamak için konuşuyorum.”
Bu niyet, ses tonuna da yansır, kelime seçimine de zamanlamaya da.

• Kalabalıkta utandırmak yerine, uygun bir zamanı ve ortamı bekler.
• Yargılamaz, etiketlemez; davranışa odaklanır, kişiliğe değil.
• “Sen zaten hep böylesin” demez; “Bu durumda şunu şöyle yapsan daha iyi olurdu” der.
 
İyi niyet, eleştiriyi saldırı olmaktan çıkarır, davete dönüştürür:
Daha iyiye, daha güzele, daha sağlıklı olana davet.

Küçük bir hikâye: Sert eleştiriden gerçek desteğe

Şirkette geleceğinin olduğunu düşündüğüm yeni yönetici olmuş biriydi. Her yöneticinin yaptığı gibi o da içinde üst yönetimin de olduğu koordinasyon toplantılarına katılmaya başladı. Onun için biraz erken olsa da ikinci toplantıda bir de sunum yaptı.

Benim sonradan haberim oldu. Toplantı sonrası satış genel müdür yardımcısı onu odasına çağırıp şöyle demiş:
“Sunumun çok zayıftı. Rakamları iyi bilmiyorsun, mesajın dağınık, özgüvenin yok gibi. Böyle giderse bu pozisyonda zor tutunursun.”

Satış genel müdür yardımcısısın bu konuşmasında bilgi var mı? Belki.
Tecrübe var mı? Muhtemelen.
İyi niyet var mı? Niyet belki var, ama ifade tarzında pek görünmüyor.

Eminim ki genç yönetici o gün odadan moral olarak yıkılmış bir şekilde “Ben yetersizim.” diye düşünerek çıkmıştı. Bu tatsız olay kulağıma gelince kendisini odamda kahve içmeye davet ettim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
“Sunum gününü düşünüyorum. İstersen biraz üzerinden geçelim. Bu arada, o kadar kısa sürede bu kadar hazırlanman bile takdire değerdi. Ben sana önce güçlü taraflarını söyleyeyim, sonra da birlikte geliştirebileceğimiz yerleri konuşalım.

Sunumun girişini çok samimi yaptın, bu iyi bir şey. Ama rakamlar kısmında biraz takıldın. Orada hazır tablolar yerine, iki ana rakama odaklansan daha etkili olursun. Son olarak, soru-cevap kısmında savunmaya geçtin; o anlarda ‘Güzel soru, şöyle açıklayayım’ gibi köprü cümleler kullanırsan çok daha güçlü görünürsün. Bir sonraki sunumdan önce provanı birlikte yapalım. Ben de yıllar önce benzer hataları yaptım, hiç merak etme.”

Aramızda geçen bu kısa konuşmanın içinde neler vardı?
 
• Bilgi: Sunum tekniklerini, beklentileri biliyordum.
• Tecrübe: Kendi geçmişimden süzülen bir anlayış hali ile empati yapabiliyordum.
• İyi niyet: Onu kırmadan büyütme isteğimi açıkça gösteriyordum.

Peki, genç yönetici bu konuşmadan sonra ne hissetti?

“Evet, eksiklerim var ama düzeltebilirim. Yalnız değilim.”
İşte gerçek eleştirinin gücü burada.

Eleştirirken kendimize sorabileceğimiz üç soru

Birini eleştirmeden önce, içimizden şu üç soruyu sormak hem karşımızdakini hem de ilişkimizi korur:

  1. Yeterince bilgim var mı?
    Yoksa sadece içimden geçenleri mi söylüyorum?
  2. Bu konuda sahici bir tecrübem var mı?
    Yaşanmamış bir süreç hakkında çok keskin konuşuyorsam, belki biraz yumuşatmalıyım.
  3. Gerçekten iyi niyetli miyim?
    Amacım karşımdakinin gelişmesi mi, yoksa içimdeki öfkeyi kusmak mı?

Son söz: Eleştiri, el feneri gibidir
Eleştiri, karanlık bir odadaki el fenerine benzer.
Bilgi, fenerin pili;
Tecrübe, fenerin merceği;
İyi niyet ise feneri nereye tuttuğumuzu belirler.

Pilsiz fener ışık vermez.
Merceksiz fener etrafı dağıtarak aydınlatır.
İyi niyet olmadan kullanılan fener ise, başkasının gözüne tutulmuş rahatsız edici bir ışık olur.

Eleştiri yaparken gerçekten yardım etmek istiyorsak; bilgimizi artırmalı, tecrübemizi paylaşmalı ve en önemlisi, kalbimizi temiz tutmalıyız.

Çünkü sonunda geriye şu kalıyor:
İnsanlar ne söylediğimizi unutsalar da nasıl hissettirdiğimizi hiç unutmuyorlar.

Önceki İçerik

Ali Serdar Süalp

Diğer Yazarlar