Geçtiğimiz yıl Cumhuriyet’in 101. Yılını kutladığımız yazıya şöyle bir cümleyle başlamıştık. “Geçen yıl büyük bir heyecanla hepimiz Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlarken, yaratılmış olan değerin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan konuları işleyen bir ortama dikkat çekmek istemiştik. Aradan geçen bir yıldan sonra, geriye baktığımızda değişen fazla bir şey olmadığını, aksine daha kaotik bir ortama doğru süreklendiğimizi hisseden bir çok kişi olduğunu düşünüyorum.”
Cumhuriyetimizin 102. Yılını kutlarken, o yazıda bahsettiğimiz kaotik ortamın da tahminlerin ötesinde yaklaşımlarla çok daha karmaşık olarak şekillendiğini görmek, eminim bir çok kişide özellikle belirsizlik yaratacak ve demokrasimiz konusunda endişeye mahal verecek bir görüntü arz etmesine neden olmaktadır.
Herşeyden önce ekonomimizin yanlış politikalar sonucu en büyük sorunu olarak kabul edilmesi gereken enflasyon ile mücadelemizde, yılın başında %24 olarak hedeflenen rakama ulaşamayacağımız, %30’un üzerinde bir enflasyon ile yılı bitireceğimiz görülüyor. Genel yaklaşım olarak sadece para politikaları kullanılarak düşürülmeye çalışılan enflasyonda mali politika alanında sadece vergileri arttırarak harcama konusunda kısıtlamaya gidilmemesi, ayrıca Varlık Fonu gibi bütçe dışı ve denetlenmeyen bir parasal büyüklüğün olması, bu alandaki gelişmenin hızlı olmasını engelliyor.
Bütçe rakamlarına kabaca bir göz gezdirirsek, 2021-2024 arası gelirlerin %688 artarak 1.101 milyardan 8.672 milyara, giderlerin de %701 artarak 1.346 milyardan 10.780 milyara yükseldiği görülüyor. Aynı dönemde TÜFE artışı ise %531. İşin zor tarafı bütçe giderlerinin %80’e yakın kısmının personel ve cari giderler gibi kolay değiştirilemeyecek kalemlerden oluşması, bütçenin esnek bir yapıda olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla burada bir denge oluşturmak gerçekten zor.
Döviz konusu ise bir başka sorun. Enflasyonun başlıca nedenlerden birinin döviz ile ilgili olduğunu kabul etmek gerekir. Bunun etkisini azaltmak için başvurulan yöntemin ise ne kadar gerçekçi olduğu sorgulanmalı. İhracatcımızın rekabet şansını kaybetmesi sonucu başta imkanı olan tekstil firmalarının üretimlerini başka ülkelere kaydırmaya çalışması kolay kolay gözardı edilebilecek bir durum elbette değil.
2026-2028 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (OVP) önümüzdeki 3 yıl için gelişmelerin iyi yönde olacağına dair tahminler içeriyor. Her ne kadar bugüne kadar yapılan tahminlerde hesaplar pek tutmadıysa da, öngörülen rakamları belirtmekte fayda var. 2028 yılı sonunda enflasyon beklentisi %8, ortalama yıllık büyüme de %4,5 olarak öngörülmüş.
Yerel para birimi cinsinden fiyatların artışının çok yüksek olduğu zaman, döviz kurlarındaki artış kontrol altında tutulduğunda dolar cinsinden milli gelirde önemli artışlar ortaya çıkıyor. Prof. Dr. Cem Başlevent’in bir yazısında, 2023-24 yılına geçişte nominal milli gelirimiz %65 artarken, ortalama dolar kurundaki artışın %40’da kalmış olması sonucu dolar cinsinden kişi başına gelirde %18’lik bir artış ortaya çıktığını belirtiyor. OVP’de 101,4 trilyon liraya ulaşacağı tahmin edilen GSYİH büyüklüğü 1,9 trilyon dolara karşılık geleceği için kişi başı gelirin 21.000 dolara çıkacağı tahmin ediliyor. 2020 yılında 8.400 dolar olan kişi başı milli gelirin 2.5 misli artarak 8 yılda ifade edilen rakama ulaşması için yıllık artışın %12,1 olması gerekirki bunun ne kadar gerçekçi olduğu bir soru işaretidir.
Yukarıda değindiğimiz konu kısaca işin ekonomik tarafı. Asıl sorunun ve özellikle de Cumhuriyetin 102. yılını kutlayacağımız bu dönemde adalet, düşünce özgürlüğü, demokrasinin prensiplerine uyum konusunda görülen yaklaşımlar, sadece yurt dışında değil, yurt içinde de güven konusunda soru işaretlerinin ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Tahmin ediyorum ki kimse izlenen yaklaşımın bir “sindirme politikası” görünümü arz ettiği konusunda aksini iddia edemez. Artık rutin haline gelen istim arkadan gelsin zihniyetiyle yapılan tutuklamalar, kayyum atamaları, şirketlere el koymalar, televizyon yayınlarının dahi bundan nasibini almaları, anayasanın hukuken zorunlu uyulması gereken maddelerinin dikkate alınmaması, devletin imzalamış olduğu AİHM gibi uluslararası kurumların kararlarına uyulmaması, bunlara benzer bir çok uygulamalar sistemde birşeylerin doğru yürümediğine işaret ediyor. Bu nedenle hukukun üstünlüğü ve adil bir şekilde uygulanması, demokrasinin prensipleri çerçevesinde işlerliğinin sağlanması gibi yapısal reformların yapılması ileriye dönük başarılı sonuçların alınmasında önemli katalizörler olacaktır düşüncesindeyiz.
Bir diğer önemli konu, beyin göçüdür. TUİK tarafından açıklanan Yükseköğretim Beyin Göçü İstatistikleri, yurt dışına göç eden üniversite mezunları ile ilgili rakamları vermesi açısından düşündürücü. En çok göç alan ilk beş ülke olarak ABD, Almanya, İngiltere, Hollanda ve Kanada’ya göç eden mezunların özellikle mühendislik dallarını bitirmiş olan mezunlardan oluşması, bu alanda ülkemizde ileriye dönük önemli beyin kaybı yaşanacağının bir göstergesi. Genel olarak ülkelerin gelişmelerine baktığımızda bilimde gösterilen başarı sonucu ortaya çıkan inovatif ürünlerin katma değer yaratmada çok önemli rol oynadıklarını görüyoruz. Bu gibi konulardaki üretim ise özellikle mühendislik dallarında yetenekli insanlar sayesinde gerçekleşebiliyor. Liyakat yerine biat kültürü üzerine yapılan görevlendirme tercihleri, bu nedenle Türkiye’nin gelişmesi yönünde önemli bir eksiklik olarak muhakkak karşımıza çıkacaktır.
Bu yıl başlayan “Terörsüz Türkiye” girişimi yaklaşımında Türk, Kürt ve Arap şeklinde tezahür eden yaklaşımın doğru olmadığını, zaten parti bağlantısı olarak ortaya çıkan ayrımcılık ve bölünmenin yanı sıra etnik bölünmenin de oluşma ihtimalinin yüksek olacağını düşünüyoruz. Terör başka, etnik ayrımcılık başka bir şey. Türkiye’de etnik ayrımcılığın kesinlikle olmadığına inanıyoruz. Gerek iş dünyası, gerekse de politikada özellikle Kürtlerin herhangi bir şekilde ayrımcılığa uğradığına inanmıyoruz. Ayrımcılık yapıldıysa da aynı şekilde toplumun diğer kesimleri için de yapılmıştır. Demokrasinin kuralları işler, kayyum gibi uygulamalar son bulursa, sorunun bir şekilde çözüme ulaşacağına inanıyoruz.
Cumhuriyetimizin 102. yılını kutlarken elbette ileriye dönük ümit etme heyecanımızı kaybetmiş değiliz. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak eminiz ki büyük çoğunluk Cumhuriyetimizin gelecekteki günlerinin vatandaşların çok daha iyi şartlarda yaşacakları bir ortamın oluşmasını arzu etmektedir. Bunu sağlayacak iradenin de mevcut olduğunu görüyor, Cumhuriyetin ilelebet coşku ile kutlanacağına kalben inanıyoruz. Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.
