Cumartesi, Kasım 23, 2024

Nafile

Savaş bütün şiddetiyle iki cephede de devam ediyor. Kuzey’dekine alıştık, bütün dikkatimiz Güney’de. Doğal olarak Güney bizi daha çok ilgilendiriyor. Uzun süredir sakin kalmayı başaran dış politika çizgimiz ne yazık ki vahşet görüntüleri arttıkça, iktidar ortaklarının sabırlarını taşırmaya yol açtı. Önce Sayın Bahçeli sapan ve taşla Gazzeye yürüyebileceğini ifade etti, ardından Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanların en sert çıkışını yaparak açıkça Hamas’I desteklediğini beyan etti.

Hepimiz İsrail’in tutumunu lanetliyoruz. Kadın, erkek, çocuk, bebek demeden yapılan cinayetlerin artık bir soykırım boyutuna erdiğini görmeyen kalmadı. En basit ifadesiyle “senin atalarının uğradığı lanet olası soykırım, senin başkalarına aynı muameleyi yapmanı asla haklı çıkarmaz!” Ancak Hamas’I haklı görmek, kendi soydaşlarını ölüme sürükleyen ve İsrail ile ABD’nin Ortadoğu hedeflerine varması için yaptığı eylemi kabul etmek de mümkün değil. Kaldı ki Dışişleri Bakanı’nın garantör olma, hadi olmadı diyelim arabuluculuk rolünü üstlenme istemi ancak bu şekilde baltalanabilir.

Devlet adamlığının gereği olarak dış politika, hele bu kadar hassas dönemlerde, duygular üstünden değil, gerçekler ve ülke çıkarları üstünden okunmak zorundadır.

Bu arada “kimin yerinde olmayı hiç istemezdin?” diye birisi bana sorsa cevabım kesinlikle Mehmet Şimşek olurdu.

Büyük umutlarla Hazine ve Maliye Bakanlığına getirilen Şimşek, sanki elinde sihirli bir değnek varmışçasına ülkeden ülkeye koşup para arıyor, ne yazık ki eli boş geriye dönmek zorunda kalıyor. Tamam Merkez Bankası’nın politika faizi artırma kararlarıyla kısmen ne idüğü belirsiz heterodoks politikalardan vazgeçip, ortodoks politikalara dönüş sinyalleri var olmasına var da, peki yapısal reformlar ne olacak? Sayın Şimşek’in yetki alanında yapısal reform yapabilme yer alıyor mu? Yani siyasi gücü hukuk sahasını düzeltmeye yetiyor mu? Yoksa Bakan olmaktan ziyade iyi bir ekonomi bürokratı, teknisyeni olmakla sınırlı bir görev tanımı içinde mi hareket ediyor?

Gelen iyi haber Can Atalay’ın durumu ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin kararı oldu. Bu kararın ilk derece mahkemesine bildirimi ile birlikte, Atalay’ın derhal serbest bırakılması gerekiyor. Peki Adalet Bakanı’nın “hele gerekçeli kararı görelim, sonrasında bakarız” mealindeki sözleri, doğan bir umudun derhal imha edileceğini düşündürtmüyor mu?

Kabul edelim, Kuzey’deki ve Güney’deki savaş ortamı ülkemizin önemini misliyle artırıyor. Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya açılan kapıların tam ortasındayız ve Kuzey yolları ile Güney yolları kapalı. Şu an için tek güvenli bölge Türkiye. Normal koşullarda bu görünüm altında Türkiye’ye sermaye yağmasını beklersiniz. Peki neden gelmiyor? Neden Şimşek sürekli eli boş, nafile bir uğraşın sonunda geri dönüyor?

Sorun hep aynı sorun, Türkiye’ye karşı uzun süredir var olan güven erozyonu bütün şiddeti ile devam ediyor.

Güven tekrar tesis edilebilir mi?
Bu koşullar altında maalesef zor.

“Cumhuriyetimizin 100üncü yılında bu duruma neden düştük?” sorusunu ise sadece kişiler üstünden tartışma kolaylığından da mutlaka kaçınmak gerekiyor. Burada kollektif bir sorumluluğun varlığına dikkat çekmek gerekiyor.

Neyse, enseyi daha fazla karartmaya gerek yok.
Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

Bizler tabi ki göremeyeceğiz ama Bayramımızın coşkuyla kutlanacağı nice yüzyıllara.
İsrail’I telin mitingine katılacakların, Cumhuriyeti kutlama şenliklerine de katılması temennisi ile.

Can Baydarol

Diğer Yazarlar