Cuma, Eylül 20, 2024

Hangi adalet, kimin hizmetinde?

İktidar savaşları yeni değil, binlerce yıldır sürüyor. Moğollardan, Romalılara, Atinalılardan, Osmanlıya dek… İktidar, yani güç için her yol izlenebilir. Karşı tarafın içine ajan yerleştirmek, adam öldürmek, hırsızlık yapmak, yangın çıkarmak, yalan haberle insanları ayaklandırmak filan…

İşin içine bir de dini inanç katılırsa, papanın veya müftünün fetvası fark etmez, yeter ki din büyükleri olaya uygunluk versin, yani mübah kabul etsin. Türk Dil Kurumu “mübah” için, “dini bakımdan yapılmasında sorun olmayan ya da yapılmasında sorun olmayan” tanımını yapıyor. Hatırlarsınız yurtdışında büyükelçi olarak görevlendirilen eski bakanların aldığı para rüşvet değil bahşiş idi.

İşin içine dini duygular, tanımlar girince, eğer inançlı isen, dini yetkilinin söylediğini kabul edeceksin. Diyanet işleri yöneticileri, müftüler, tarikat- cemaat liderleri ne derlerse “doğrusu odur”. Bunun sonucunda elde edilen güç iktidar gücüdür ve sonucu paradır. Yani faiz sebep enflasyon sonuç gibi, iktidar hırsı sebep parayı toplama da sonuçtur.

Almanya’da Kralın saray yaptırmak için satın almak istediği araziyi, içinde değirmen olduğu ve babasından kaldığı için satmayan köylünün öyküsünü yineleyeyim. Kral köylüye gücünü hatırlatınca, aldığı yanıt onu şaşırtır: “Berlin’de hakimler var.”

Bir yanda kralın gücü diğer yanda hukukun üstünlüğünü uygulayan yargıçlar.

Padişahtan aldığı talimatla Mustafa Kemal’in öldürülmesinin vâcip olduğu fetvasını veren müftüler vardı. Vâcip demek, İslam’da yapılması gereklilik ifade eden eylem olarak tanımlanır. Bunu söyleyen kim; üstünden talimat alan bir devlet memuru.

Bu konu yıllar içinde yaygınlaştıkça yaygınlaştı, genel kabul görür hale geldi.

Halbuki cumhuriyetimizin kuruluşunda hukukun üstünlüğü egemendi ve bireyin hakkı önemliydi. Din ve devlet işleri ayrı olmalıydı ve bunun için laiklik Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına girdi.

Anayasamızın 2. maddesi devletin nitelikleri olarak “TÜRKİYE Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” biçiminde değiştirildi. (5 Şubat 1937)

Laiklik ve inkılapçılık aynı zamanda CHP’nin prensipleri arasındaydı. 1927’de cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik ve milliyetçilik olarak tanımlanan dört ilkeye, üçüncü parti kurultayında (1931) devletçilik ve inkılapçılık ilkeleri eklendi ve “altı ok” kavramı benimsendi. Bugün “devrimcilik” olarak bilinen inkılapçılık, Yapılan Türk İnkılâbının korunmasını, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde çağın gereklerine göre sürekli gelişim ve yenilenmeyi temsil eder.

Bugün Anayasamızın 2. Maddesi şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Ne kadar demokratik ve laikiz, milli dayanışma ve adalet ne kadar var? Bir vatandaş olarak bunları kendime sorduğum dönemler oluyor ama umudumu hiçbir zaman yitirmiyorum. Hukukun üstünlüğü konusunda da tartışma var; güç ve para bu konuda ne denli etkili?

Yarınlarımız çocuklarımız için daha aydınlık olacak mı?

İskender Odabaşoğlu

Diğer Yazarlar