İşgale karşı direnecek insanınız yoksa açlıktan ve susuzluktan ölmüşlerse, zaten savaşacak silahınız olsa da savaşamazsınız
Sevgili okurlarım,
Günümüzde, hatta içinde bulunduğumuz yıl içerisindeki dünya kamuoyunu ilgilendiren en önemli konuların başında İsrail devletine 7 Ekim 2023 tarihinde, ani bir saldırı yaparak, bunun misillemesi karşısında, 50.000 Filistinlinin ölmesine ve 100.000 kişinin de yaralanmasına neden olan HAMAS (Harakat al-Muqawama al-İslamiya ) başka bir anlatımla, İslami direniş hareketi gelmektedir.
Filistin politikası bünyesinde, geçmişten başlayarak, günümüze kadar gelen iki önemli konu vardır. Bunlardan birincisi ve ülkemizde istihbarat birimlerinde, bir dönem terörizm ve uçak kaçırma olayları ile bağlantılı olarak anılan EL – FETİH yani Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi, diğeri ise İslami direniş hareketi anlamına gelen HAMAS’tır. Sünni İslam, dini inanışını benimseyerek kendisine rehber edinmiş olan Hamas’ın ideolojisinde, kendi anlatımı çerçevesinde, Filistin milliyetçiliği, İslami köktendincilik (radikalizm), İslamcılık, anti Siyonizm unsurları bulunmaktadır.
Ancak bu farklı ideolojik unsurlar, tek tek ele alındığında hepsinin bir arada olmasının pek mümkün olmayacağı ifade edilebilir. İslamcılık, aynı zamanda ümmetçilik kavramını içinde barındırmaktadır. Oysa Filistin milliyetçiliği, çok daha farklı argümanların bir arada bulunmasını gerektirmektedir. İslami milliyetçilik ile İslami köktendinciliğin, birbiri ile örtüşen kavramlar olduğunu söylemek doğal yaşamın içinde oldukça zordur ki, bunun farklı boyutlarda örnekleri yaşanmaktadır.
HAMAS örgütü ile müttefik olan, Afganistan, Cezayir, İran, Katar, Suriye, Rusya, Kuzey Kore, ve Venezuela gibi devletlerin yönetim yapılarına bakıldığında, sosyolojik ve ideolojik yapıları ile amaçlarının daha iyi irdelenebileceğini değerlendiriyorum. Bunun yanı sıra, Bahreyn, Mısır, İsrail, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin de Hamasın yanında yer almadığı, onların söylevlerinden, net olarak bilinmektedir.
Bir diğer taraftan ise, Avustralya, Kanada, Avrupa Birliği, İsrail, Amerikan devletler örgütü, Paraguay, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri ile yeni Zelanda gibi ülkelerin de HAMAS örgütünü TERÖRİST olarak tanımlamış oldukları unutulmamalıdır.
Son yıllarda, HAMAS, Filistinliler arasında belli bir popülarite kazanmış görünmektedir. Ancak, bu halkça tutulmanın, genelde alt gelir grubuna mensup Filistinliler arasında yüksek olduğu dikkate alınmalıdır. Yakın zamanda 2021 yılında, yapılan bir ankette, katılanların % 53 oranındaki kesimi Hamas’ın, Filistin halkını temsil edip, liderlik yapabilecek kapasitede ve yeterli liyakate sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Yine aynı anket bünyesinde, % 14 oranındaki toplum içindeki bireylerin ise, EL FETİH örgütünü tercih etmeleri ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler karşısında hangi kuruluşun Filistin’i temsil etmeye yeterli olduğunu söylemek ise biraz zordur. Her ikisinin de belli bir kamuoyu potansiyeli olduğu neticelerden anlaşılmaktadır.
Ortadoğu coğrafyasının en temel olgusunu FİLİSTİN SORUNU teşkil etmektedir. Bu problem, 60 yıldan beri gerek yörede, gerekse dünya kamuoyunda, devam etmektedir. Bütün hu yıllar içerisinde, medyada ve diplomatik platformlarda her zaman kısaca İSRAİL – FİLİSTİN çatışması denilerek, mevcut DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ATEŞ ortamının, ismi farklı tanımlamalarla, konulmaya çalışılmıştır.
Kimse FİLİSTİN KİMDİR sorusunu sormamıştır. Oysa Filistin içinde çok değişik gruplar yer almaktadır. Geçen bu süreçte, Filistin denildiğinde, onu temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) veya EL – FETİH anlaşılmıştır. Unutmamak gerekir ki, İsrail’e karşı bir toplumsal direniş başlamış ve bu coğrafyada devletleri içine almak isteyen bir çatışma zemini oluşmuş bulunmaktadır.
Emperyalist ülkeler, Ortadoğu coğrafyasındaki mevcut sınırları, kendi enerji politikalarına uygun olarak değiştirmek istemeleri, günümüzün en önemli sorunu olarak kamuoyunun gündemini muhafaza etmektedir. Gelişen dünya genelindeki, bu enerji talebinin her yıl % 20 gibi önemli oranda artmasının da etken bir parametre olduğu unutulmamalıdır. Bilindiği gibi, isimleri verilmeden kısaca emperyalist ülkeler, olarak ifade edilenler, bölgede kendilerine bağımlı ve devamlı kontrol edebilecekleri, ufak devletçikler yaratarak enerji alanlarını kendilerine bağlayarak tekel oluşturma peşindedirler.
Bu hususta, ülkemizi de bölmek için ellerinden geleni yaptıklarını görmek hele bu ülkelerden birisinin NATO’da müttefikimiz olması ise tüm kamuoyunda çok ciddi bir infial yaratmaktadır. Ancak, emperyalist ülkelerin güdümünde ve yönlendirmesinde hareket eden İslamcı AKP yönetiminin, 23 yıldır ülkemizi maalesef yönetiyor olması ise olayın çok daha farklı bir boyutunu teşkil etmektedir. Seçimle gelmiş olmalarına rağmen, kendilerine ve liderlerine yargı önünde hesap sorulma ihtimalini bildikleri için, iktidarı bırakmamak için, ellerinden geleni yapan bu yönetici ekibin, seçimle gitmemek için her şeyi yapabilecek kapasitede olduğu eylemlerinden anlaşılmaktadır.
Filistin özeline gelince, sorulması gereken en önemli soru; Müslümanların neden isyan ettikleri değil, fakat neden bu ülkelerdeki devletlerin otoriter bir karaktere sahip olduklarıdır. İsrail ile Filistin çatışmasında İsrail’in tamamen otoriter bir tutumla hareket ederek, kendisine yeni alanlar açması ve buna karşılık, Filistinlilerin direnmesi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Gerek Filistin meselesi gerekse HAMAS hareketi kendi içinde farklı dinamikleri barındıran bir olgudur.
Doktriner olarak ele alındığında, Şimdiye kadar, HAMAS ile ilgili olarak yapılmış ciddi çalışmalar pek yoktur. Çünkü İsrail’e karşı gerçekleştirilen direnişin adı, genellikle emperyalist ülkeler tarafından dünya kamuoyuna “TERÖRİZM“ olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.
Filistin coğrafyasının konumu ve Filistinliler
Filistin coğrafyasının, tarihsel gelişimine bakmadan önce, Filistin soyunun nereden gelmiş olduğunu tespit ederek ilerlemek lazımdır. Tevrat içeriğinde “KAFTOR“ Mısır dokümanlarında ise “KEFTİU“ olarak tanımlanmış olan GİRİT adası Filistinlilerin ana vatanıdır. Böylece köken olarak, HİNT – AVRUPAİ kavimlerinden olan Filistinliler Girit adasından gelmişlerdir.
Öncelikle Filistin topraklarının neden bu kadar Ortadoğu’da konuşulur hale geldiğine bakmak lazımdır. Bugünkü Filistin diye anılan bölge, geçmişte OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN mülkü olarak, onun kontrolünde bulunmaktadır. Osmanlı Sultanı YAVUZ SULTAN SELİM 1516 – 1517 yıllarında, Kudüs’ü fethederek bu toprakları ele geçirmiştir. Osmanlı yönetimindeki Filistin, idari açıdan üç sancağa bölünmüş durumdadır. GALİLE olarak isimlendirilen topraklar, AKKA sancağı içinde yerini almıştı. Bunun yanı sıra, Musevilerin SAMARİA, Arapların ise BATI ŞERİA olarak tanımladıkları bölgeler ise, NABLUS ismiyle anılmaktadır.
19. Yüzyılın başlarına kadar, bu topraklarda yaşamın çok sakin ve kavgasız devam ettiği, eldeki mevcut kayıtlardan bilinmektedir. Ancak gelişen süreçte, Amerika ve İngiltere’de DİN konusu ve dindarlık kavramı yeniden hayatiyet kazanmaya başlamış ve buna karşılık Osmanlı imparatorluğunun da uluslararası platformdaki etken gücü, gittikçe zayıflayarak, düşmeye devam etmiştir. İşte bu dönemde, Osmanlı devlet idaresinde, gelişen yenilikçi akımlar çerçevesinde merkezi yönetimde, yeni atılımlar çerçevesinde bazı uygulamalar gündeme gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğunda, yenileme ve modernizasyonunun öncülüğünü yapan sultan II. MAHMUT’tur. Kendisi, devlet organlarında bugünkü ANAYASA MAHKEMESİ (AYM) haricindeki tüm kurumsal yapıyı oluşturmuştur.
İşte bu oluşumlar gündeme gelirken, aynı zamanda 1858 yılında ARAZİ kanunnamesini çıkarmıştır. Arazi kanunnamesinin yanı sıra, 1839 Yılında Tanzimat fermanını ilan eden Sultan ABDÜLMECİT ise yabancıların toprak alabilmelerinin önünü 1867 yılında çıkardığı yasa ile açmıştır. İşte bu aşamadan sonra, belli toprak taleplerinin başlaması kaçınılmaz olarak gündeme gelmiştir.
Filistin topraklarının büyük bir kısmı Osmanlı devlet arazisi (MİRİ) olduğu için buralarda yaşayan köylüler bu arazileri KOMÜNAL bir biçimde sahiplenerek işlemekteydiler. Fakat yeni yasa ile devlet köylülerin işledikleri arazileri satın almalarını şart koşunca, ortaya yeni toprak ağaları çıkıp arazileri kendi adlarına tescil ettirmekten geri kalmadıkları gözlenmektedir. İşte bu gizli toprak ağaları, Yahudi girişimcilere toprakları satmaya başlayınca, sosyolojik gerilimlerin de artmasının anahtarı olmuştur. Bu süreç, Filistin toplumsal yapısının değişimini de beraberinde gündeme getirmiştir.
Filistin’e dönüşü ifade eden ilk ALİYAH hareketinin 1882 ile 1903 yılları arasında, ikinci ALİYAH hareketinin ise, 1905 ile 1914 yıllarında gerçekleştiği ve böylece 1881 yılında 14.000 olan Yahudi nüfusun 1914 yılında 40.000 kişiye çıktığı kayıtlarda yer almaktadır. Bu gelişmeler çerçevesinde, demografik yapının nasıl değişikliğe uğradığı rakamsal veriler ışığında daha belirgin hale gelmektedir.
İsrail’in Flistinlilere uyguladığı politika ve kaynağı
Bütün Ortadoğu coğrafyası dikkate alındığında, burayı her an geniş bir ateş çemberi içine alabilecek problemin, şimdiye kadar çözülemediği ve siyasi çözümünün de oldukça zor olduğu İsrail’in Filistinlilere davranışları gözlemlendiğinde, daha da anlaşılır hale geldiği izlenmektedir.
İsrail devleti Filistin halkına ne uygulamaktadır? Bu çok ciddi bir sorudur ve cevabı bilinmesine rağmen, yüksek sesle dillendirilmemekte, ancak kapalı kapılar ardında istihbarat birimlerinde, sosyal yapı analizleri, yöneylem yapı incelemeleri, demografik yaklaşım etütleri ile profil değerlendirilmesinde ele alınarak irdelenmektedir. Bu husus emperyalist devletler tarafından, kamuoyunun konuyu bilmeden kabullenmesi, istenmektedir ki, işte marjinal yanlışın büyüğü bu aşamadan sonra başlamaktadır.
Devamı bir sonraki yazıda…