Tarım arazilerinin ‘kamu yararı’ gerekçesiyle kamulaştırılarak yok edildiğini belirten Uğur Toprak, bunun gıda güvenliğinde olumsuz etkiler yaratacağına dikkat çekti
ŞURA NUR SAVRANOĞLU
Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı olan Mağaracık ve Hıdırbey köylerinde acele kamulaştırma kararının alınmasının ardından zeytinliklerine el konulan vatandaşlar, iş makinelerinin arazilere girmesini engellemek isteyince jandarma müdahalesiyle karşılaştı. TOKİ konut projesi kapsamında yüzlerce zeytin ve narenciye ağacının kesilmesine tepki gösteren köylüler, ‘Fidanını al, gel! Direnişi büyütelim!’ çağrısıyla düzenlenen eylemde bir araya gelirken, yaşananlara kamuoyundan ve meslek odalarından da tepkiler yükseldi. Konuya dair TİCARET Gazetesi’ne açıklamalarda bulunan TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Toprak, “Acele kamulaştırmalar, Türkiye’nin sürdürülebilir gıda sistemleri hedefleriyle (örneğin, gıda kaybı ve israfının önlenmesi, kırsal yoksulluğun azaltılması) uyumsuzluk yaratıyor” dedi.
“Tarım arazilerinin yüzde 20’si kaybedildi”
Tarım arazilerinin konut, madencilik ya da enerji projeleri uğruna yok edilmesinin uzun vadede Türkiye’nin gıda güvenliği ve halk sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açacağını söyleyen Uğur Toprak, TÜİK verilerine göre Türkiye’de tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 20’sinin son yıllarda kaybedildiğinin altı çizdi. Toprak, “Verimli toprakların kaybı, tahıl, sebze ve meyve üretimini düşürerek gıda ithalatına bağımlılığı artırır ve küresel fiyat dalgalanmalarıyla birlikte jeopolitik risklere karşı kırılganlığı da yükseltir. Üretimdeki azalma, gıda fiyatlarını artırırken özellikle düşük gelirli gruplar için gıdaya erişimi zorlaştırarak yetersiz beslenmeyi tetikler. Tarım arazilerinin dönüşümü, yerel türleri ve tarımsal ekosistemleri tehdit eder, uzun vadede verimliliği düşürür. Biyoçeşitlilik kaybına yol açar. Tüm bunların yanı sıra gıda güvencesinde yaşanacak sorunlar, dengesiz beslenmeye yol açabilir. Bu, obezite, diyabet ve kalp hastalıkları gibi kronik hastalıkları artırır. Madencilik ve enerji projeleri, su ve toprak kirliliğine neden olur. Örneğin, ağır metallerin gıda zincirine girmesi kanser gibi sağlık sorunlarını tetikleyebilir. Kırsal toplulukların geçim kaynaklarının yok olması, göç, işsizlik ve ruh sağlığı sorunlarına yol açar. Tarım arazileri karbon yutaklarıdır. Kaybı, iklim değişikliğiyle mücadeleyi zorlaştırır ve kuraklık gibi afetlerin gıda üretimine etkisini artırır. İthal gıdaya bağımlılık, savaş veya ambargo gibi durumlarda gıda güvencesini riske atar” diye konuştu.
“Kamu yararı ilkesiyle uyuşmuyor”
Son dönemde artan acele kamulaştırma uygulamalarının Samandağ örneğinde olduğu gibi, kamu yararı ilkesiyle asla uyuşmadığını acele kamulaştırma kararlarının genellikle genel ve soyut ‘kamu yararı’ gerekçelerine dayandırıldığını söyleyen Toprak, tarım arazilerinin kamulaştırılmasında bölge tarımı, gıda güvencesi ve güvenliği üzerindeki etkilerinin değerlendirilmediğinin altını çizdi. Gıda mühendisleri ve meslek odaları olarak bu süreçlerin daha adil ve sürdürülebilir olması adına izlenmesi gereken yol haritasını paylaşan Toprak, “Acele kamulaştırma süreçleri genellikle yerel halkın ve ilgili paydaşların katılımı olmadan, hızlı ve tepeden inme kararlarla yürütülüyor. Samandağ’da bu durum, tarım arazilerinin kaybına yönelik haklı tepkileri artırıyor. Acele kamulaştırmalar, Türkiye’nin sürdürülebilir gıda sistemleri hedefleriyle (örneğin, gıda kaybı ve israfının önlenmesi, kırsal yoksulluğun azaltılması) uyumsuzluk yaratıyor. Acele kamulaştırma süreçlerinin adil ve sürdürülebilir hale getirilmesi, kamu yararı ilkesinin yeniden tanımlanması, şeffaf ve katılımcı süreçlerin oluşturulması, gıda güvenliğinin/güvencesinin önceliklendirilmesi, hukuki denetimlerin güçlendirilmesi ve toplumsal farkındalığın artırılmasıyla mümkün. Samandağ gibi örneklerde, halkın geçim kaynaklarını koruyan ve gıda güvenliğini merkeze alan bir yaklaşım hem sosyal adaleti hem de çevresel sürdürülebilirliği destekleyecektir” diye anlattı.

Zeytinyağı dökme ihracatında risk
Zeytin ve zeytinyağı gibi temel tarımsal ürünlerde yaşanan bu tür tahribatın üretim, ihracat ve fiyat politikalarına mutlaka yansımaları olacağını vurgulayan Toprak, “Zeytinliklerin enerji projeleri, madencilik veya inşaat gibi faaliyetlerle yok edilmesi, zeytin ağacı sayısında azalmaya yol açıyor. Zeytin üretiminde doğal olarak var-yok yılı (alternans) dalgalanmaları yaşanır. Zeytinliklerin azalması, bu dalgalanmaları daha belirgin hale getirir ve üretimde istikrarsızlığa yol açar. Türkiye, dünya zeytinyağı üretiminde beşinci, sofralık zeytin üretiminde ise ikinci sırada. Zeytinliklerin yok edilmesi, üretimdeki düşüş nedeniyle ihracat hacmini doğrudan olumsuz etkiler. Türkiye, zeytinyağını genellikle dökme ve varilli olarak ihraç etmektedir; bu, markalı ve ambalajlı ihracata kıyasla daha düşük katma değer sağlar. Zeytinlik kaybı, üretim miktarını azaltarak dökme ihracatı bile riske atabilir. Ayrıca, ihracat yasağı gibi politikalar (örneğin, 2023’te dökme zeytinyağı ihracatına getirilen yasaklar) zaten sektörde prestij ve pazar kaybına neden olmuşken, üretim düşüşü bu sorunları daha da ağırlaştırır” diye ifade etti.
“Zeytinliklerin yok edilmesi, kamuoyunda büyük tepki topluyor”
Zeytinyağı ihracatında istikrarlı bir dış ticaret politikasının oluşturulamaması halinde uluslararası pazarlarda güvenilirlik kaybının yaşanacağına dikkat çeken Toprak, “Zeytinlik tahribatı nedeniyle üretimde süreklilik sağlanamazsa, Türkiye’nin mevcut pazarları (ABD, Japonya, Avustralya gibi) başka ülkelere yönelebilir. Zeytinliklerin yok edilmesi, kamuoyunda büyük tepki topluyor. Örneğin, 2017’de Zeytin Kanunu’nda zeytinliklerin sanayi tesislerine açılmasını kolaylaştıracak bir madde önerisi, yoğun protestolar sonucu geri çekildi. Benzer şekilde, 2022’de madencilik için zeytinliklerin yok edilmesine olanak tanıyan yönetmelik değişikliği anayasaya aykırı bulunarak eleştirildi” dedi.
“Zeytinliklerin korunması için denetimler artırılmalı”
Toprak, zeytinliklerin madencilik, enerji veya inşaat projelerine açılmasını engelleyen daha katı düzenlemelerin yapılması gerektiğinin altını çizerek, “Zeytinliklerin madencilik veya diğer projelere karşı korunması için daha katı yasalar ve denetimler gerekli. 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu’nun 20. maddesi, zeytinliklere 3 km mesafede çevreye zarar verebilecek tesislere izin verilmesini yasaklamaktadır; bu hükmün istisnasız uygulanması sağlanmalı. Ne yazık ki Akbelen başta olmak üzere bu hüküm uygulanmıyor. Zeytinlik ve tarım arazilerine zarar veren projelere verilen cezalar caydırıcı hale getirilmeli, çevre etki değerlendirme (ÇED) süreçleri şeffaf ve katılımcı bir şekilde yürütülmeli. Bugünün kalkınma anlayışında, ekonomik büyüme ile doğanın korunması arasında denge kurmak, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin (SDG) temel bir gerekliliği” diye konuştu.

“Zeytin ağaçlarının büyümesi yıllar alır, tahribatın telafisi zordur”
Sürdürülebilir tarım politikaları ve üretim ekonomisinin teşviki konusunda ‘Gıda Mühendisleri Odası’ olarak devlete ya da yerel yönetimlere somut öneriler sunan Toprak, zeytinliklerin yok edilmesi gibi çevresel tahribatların, ekonomik büyüme adına kısa vadeli kazançlar sağlasa da uzun vadede hem ekosistemi hem de ekonomiyi tehdit edeceğini belirtti. Toprak, “Bu dengeyi sağlamak için aşağıdaki ilkeler ve yaklaşımlar benimsenmeli. Kalkınma projeleri, ekosistemin taşıma kapasitesini aşmamalı. Örneğin, zeytinliklerin madencilik için yok edilmesi, toprak erozyonuna, biyoçeşitlilik kaybına ve karbon tutma kapasitesinin azalmasına yol açar. Bu nedenle, çevresel etki değerlendirmeleri (ÇED) bağımsız ve bilimsel bir şekilde yapılmalı. Doğal kaynakların yenilenebilirlik hızı dikkate alınmalı; örneğin, zeytin ağaçlarının büyümesi yıllar alır, bu nedenle tahribatın telafisi zordur. Ekonomik büyüme, yerel toplulukların refahını artırmalı ve çevresel maliyetler eşit dağıtılmalı. Çiftçiler, halk ve sivil toplum kuruluşları, tarım ve çevre politikalarının oluşturulmasında karar alma süreçlerine dahil edilmeli. Toprak sağlığını iyileştirmek için agroekolojik uygulamalar (örneğin, örtü bitkileri, rotasyonlu ekim) yaygınlaştırılmalı. Devlete ve yerel yönetimlere yönelik önerilerimiz, zeytinlikler gibi stratejik tarım alanlarının korunması, çiftçilere mali ve teknik destek sağlanması, sürdürülebilir üretim tekniklerinin teşviki ve kooperatifçiliğin güçlendirilmesi üzerine odaklanmaktadır. Doğa ile ekonomik büyüme arasında denge kurmak için ekolojik sınırlara saygı gösteren, döngüsel ekonomi ve adil geçiş ilkelerini benimseyen bir kalkınma modeli benimsenmeli” açıklamasında bulundu.
“Çözüm bireysel değil örgütlü mücadelede”
Toplumun bu konuda bilinçlenmesi ve mücadeleye destek vermesi açısından izlenmesi gereken iletişim stratejisiyle ilgili konuşan Toprak, vatandaşların bu ekolojik mücadeleye katkı sunabilmeleri adına bireysel düzeyde yapmaları gereken konularla ilgili, “Bu kapitalizm, bu emperyalist düzen devlet eliyle bize hep bireyselliği empoze ediyor. Oysa kurtuluşumuz örgütlenmede. Bir gece bir kararname ile tarım arazilerinin linyit sahasına, meraların tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesine, zeytinliklerin acele kamulaştırma ile konut sahasına dönüşmesini ancak çevre örgütlerinde, ekoloji derneklerinde, sivil toplum kuruluşlarında, meslek odalarında, siyasi partilerde örgütlenerek, örgütlü mücadeleyi büyüterek önleyebiliriz. Çözüm bireysel değil örgütlü mücadelede” dedi.