MCG Yönetim Kurulu Başkanı Mutlu Can Günel: Üretici ve ihracatçıyı teşvik edici politikalar izlenmeli
SEDA GÖK
MCG A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Mutlu Can Günel, Türkiye’nin ekonomik büyümesi için üretim ve hukukun üstünlüğünün önemini vurguluyor. Yılın ilk yarısına girerken, uygulanan kemer sıkma politikalarının ardından doğru ekonomi politikaları ve üreticiye destekle bir rahatlama umudu olduğunu belirten Günel, ancak bu iyileşmenin sürdürülebilir olması için bağımsız hukukun tesisinin kritik olduğunu ifade ediyor. Sermayenin güven ve korunma aradığını, dolayısıyla hak, hukuk ve adaletin olmadığı yerde yatırımın da olmayacağını dile getiren Günel, hukuki belirsizliklerin ortadan kalkmasının önemine vurgu yaptı.
Finansmana erişim sorunlarının çözümü için günü kurtaran değil, büyümeye ve gelişime odaklı yapısal düzenlemeler yapılması gerektiğini belirten Günel, üretici ve ihracatçıyı teşvik edici politikaların önemine dikkat çekiyor. Günel, Türkiye’nin jeopolitik avantajını ve yetişmiş insan gücünü kaybetmemek adına akıl, matematik ve bilime dayalı rasyonel ekonomi politikalarının uygulanması gerektiğinin altını çiziyor.
Yılın ilk yarısını bitirmeye sayılı günler kaldı. Nasıl bir yıl yönetiyorsunuz?
Geçtiğimiz yılın sonundan itibaren uygulanan kemer sıkma politikaları zorlu bir süreçti. Ancak yılın başında, doğru ekonomik politikalar, enflasyonun kontrol altına alınması ve üreticiye verilen destekle birlikte bir ekonomik rahatlama ve umut vardı.
Ekonomiden önce bir ülkede bağımsız hukukun tesis edilmesi çok kıymetli. Siyasi tutuklamalar ve yerel idarecilerin gözaltına alınması ülkenin dış görünümünü olumsuz etkiledi. Sermaye güven ve korunma ister. Hak, hukuk ve adaletin olmadığı yerde yatırım bekleyemezsiniz. Suçlular elbette cezasını çekmeli, ancak adalet çok önemli. Siyasal bir enstrüman olarak kullanıldığında güven kaybolur; bu durum toplumu böler. Hukuki belirsizliklerin ciddi olarak ortadan kalkması gerekiyor. Yolsuzluk yapanın yanına kar kalmasından bahsetmiyorum; herkesin hukuk önünde eşit olması, bu belirsizliğin bir an evvel giderilmesi lazım.
Güvenin bedeli milli değerler
Biriktirdiğimiz bütün tasarruf ve birikimler, ülke adına konuşuyorum, bir kalemde çöp oldu gitti. Türkiye bu dönemde ekonomisini muhafaza edebilmek adına çok ciddi bir bedel ödedi. Adil yargılamalar yapılarak belirsizliğin giderilmesi şart.
Ne yazık ki, ülkenin temel değerlerine zarar veren bir açılım süreci yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının eşit haklara sahip olduğu ve kayırılmadan eşit muamele gördüğü bir süreç olmalı. Ancak terörist başını savunmak, federatif yapıları konuşmak ya da terör eylemlerini masum hak arayışı gibi göstermek kabul edilemez. Bunlar ekonomiden ve finansmandan çok daha önemli konular. Bir an evvel ülkenin bu belirsizliklerden çıkıp, kurucu değerlerine dönerek huzur, hak, hukuk ve adaletin tesis edildiği bir ortama kavuşmasıyla yatırım ve ticaret kendiliğinden gelecektir.

Finanasmana erişim ve sanayi hamlesi
İş dünyasının gündemindeki en önemli maddelerden biri finansmana erişim. Bu konudaki tespit ve çözüm önerilerinizi anlatır mısınız?
Belirsizlikler giderildiğinde yatırım iştahı geri gelecektir. Ancak finansman, geçici ve suni çözümlerle değil, büyümeye ve gelişime odaklı olmalı. Bugün iş dünyası iflas etmemek ve günü kurtarmak üzerine konuşuyor. Halbuki bizim daha nasıl büyürüz, uluslararası rekabetçi oluruz, nasıl yatırım yaparız konularını konuşmamız lazım.
Dünya pandemiyle birlikte değişti; insanlar daha bireysel ve günü kurtarmaya odaklı yaşıyor. Türkiye’ye özgü olarak ise belirsizlikler, finansörleri ve bankaları daha tedirgin ediyor. Bizim artık rasyonel çözümlerle, bilim ışığında, iktisadi metotlarda bilinen, dünyanın kabul ettiği doğru istikamette yapısal işler yapıyor olmamız lazım. Günü kurtarmak yerine, gerçek anlamda yatırım yapılmasını ve çarkların dönmesini teşvik etmeliyiz. Devletin korumacılığı da bu olmalı.
ABD, Çin, Almanya, Güney Kore ‘de olduğu gibi yeni patent sayısını artırmalıyız. Türkiye de rotasını bu yönde geliştirip, teknoloji ve inovasyonla çok hızlı bir büyüme yakalayabilir. Zira her açıdan potansiyeli çok yüksek bir ülkeyiz ve kaynaklarımız doğru kullanıldığında ivedi bir şekilde hak ettiğimiz yerlere geleceğimize inancım tam.
Orta Vadeli Program’da güncellemeye mi ihtiyaç var?
Polisiye önlemler serbest piyasa ekonomisiyle bağdaşmaz, günü kurtarır ama gerçek çözüm değildir. Kaynakların doğru yerlerde kullanılması ve kontrol edilmesi çok önemli. Bankaların ticari kart kullanımlarını sert biçimde kısıtlaması gibi önlemler, polisiye önlemlerdir ve üretimi olumsuz etkiler. Borçlanarak değil, üreterek büyümek lazım. Üreticiyi, ihracatçıyı teşvik edici politikalar izlenmeli.
Türkiye krizlere bağışıklığı olan bir ülke. Birçok krizin üretim ve ihracatla atlatıldığını görüyoruz. Ancak bugün, sanayinin payı düştü. Özellikle hazır giyim gibi sektörlerde iş gücü maliyetleri nedeniyle Mısır gibi ülkelere yönelim var. Buradaki hedef ücretlerin düşürülmesi değil, Türkiye’deki alım gücünün yükseltilmesi. Ücret artışları enflasyon olarak geri dönüyor. Kişi başına düşen ücret yerine, kişi başına düşen alım gücünün kuvveti ölçülmeli ve stratejiler buna göre oluşturulmalı.
Türkiye’deki çalışanların %60’a yakınının asgari ücretle çalıştığı gerçeğini ne ölçüde görmezden gelebiliriz?
Konu asgari ücreti görmezden gelmek değil, asgari ücreti sağlayan işverenleri destekleyerek ekonomiyi stabilize etmek, yabancı yatırımı çekmek ve ülkenin büyümesini sağlamak. Bizler pastadaki dilimi büyütmeyi değil, pastanın bütününü nasıl büyütürüz bunu konuşmalıyız. Böylece herkesin alım gücü artacağından, hem işveren hem çalışan daha mutlu olacaktır.
Asgari ücret üzerinden doğru baktığımızda devletin vergi başta olmak üzere hangi başlıklarda iş dünyasını nefeslendirecek hamleleri neler olmalı?
Vergi bunlardan sadece bir tanesi. Yatırım yapana, çalışacak olana, elini taşın altına koyana ciddi teşvikler verilebilir. Vergideki sağlıksız oranlar düzeltilmeli; kayıp kaçağın önüne geçilerek, vermeyenler cezalandırılıp verenler mükafatlandırılmalı. Kemal Derviş’in reçetesinin sağlıklı uygulandığında ne kadar olumlu sonuçlar verdiğini hatırlayalım.
Jeopolitik avantaj ve gelecek stratejileri
“Mısır’a gidiyorlar” dediniz. Türkiye jeopolitik avantajını ve yetişmiş insan gücünü kaybetmeye başlıyor mu? Bunun önüne geçmek için neler yapılmalı?
Jeopolitik avantajımızı kaybettiğimizi söyleyemem. Ancak akıl, matematik ve bilim yalan söylemez. Geçici ekonomi politikalarının sonuçlarını yaşıyoruz. Dünyanın gittiği yöne aykırı faiz ve ekonomik politikalar uygulandı. Bunu düzeltmek için yapısal değişiklikler şart. Ekonomi kendi dinamiklerini yaratan bir şeydir. Oyun kurallarını belirler ve değiştirmezseniz denge kendiliğinden oluşur.
Pastayı büyütmek adına üretene, vergisini verene, ihracat yapana teşvikler uygulandığı müddetçe devletin bir kaybı olmaz. Devletin görevi sadece cezalandırmak değil, babacan bir yaklaşımla destek olmak, doğruyu göstermek ve teşvik etmektir. Kişiye dayalı ekonomi politikaları ve siyaset yerine, sistemlerin muhafaza edildiği bir istikrar sağlanmalı. Bu bir söylemden öteye geçmeli; istikrar, sistemlerin desteklenmesiyle olur, kişisel yaklaşımlarla değil.
Ülkenin en önemli konularından biri de adaletin gerçek anlamda her vatandaş için sağlanmasıdır. Haksız kazanç sağlayanlar cezalandırılmalı, hiç kimseye taviz verilmemeli. Bunun dışındaki her şey, özgürlüklere ket vurmayacak şekilde olmalı. Hükümet ve devlet ayrımı yeniden tesis edilmeli, eleştiriden iyi çıkarımlar yapılarak toplu halde gelişime doğru evrilmeliyiz.
Türkiye çok kıymetli ve büyük bir ülke. Kültürü, bağlılığı, gücü çok yüksek bir ülkeyiz. Dört bir yanımızda savaşlar olan kaynayan bir kazan gibiyiz. Bu ortamda akil, makul, itidalli ama kendini, vatandaşını, milletini koruyan stratejiler izlemeliyiz. Bölünmemeliyiz. Birlikteliğimizi, üniter yapımızı, seküler yapımızı, milli yapımızı muhafaza ederek güçlü biçimde bu süreci atlatabiliriz.