Türkiye tek adamdan büyüktür; Tek adam topluma büyük yüktür; Bunu anlamak ise kültürdür
Bir önceki yazıdan devam…
Demokratik gerilemenin belirtileri
Demokratik gerilemenin belirtileri üzerinde durmak, konuyu kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılır hale getirecektir. Demokratik gerilemenin emarelerinin başında, özgür ve adil olan seçimlerin gerilemesi, seçimlere şaibelerin karışması, çeşitli usulsüzlüklerin yapılması gösterilebilir ki, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) uygulamalarının buna en güzel örnek teşkil edeceği görülmektedir. İfade ve basın özgürlüğünün kısıtlanması demokratik gerileme kapsamında önemli bir parametre olarak önümüze çıkmaktadır. İktidardaki AKP denetiminde olan Radyo Televizyon Üst Kurulu ( RTÜK ) kurumunun, çok basit nedenler ile muhalif medya unsurlarına büyük miktarlarda, idari para cezaları yağdırmasının kamuoyu tarafından kabul edilebilir bir açıklaması yoktur.
Demokratik gerilemede, siyasi muhalefetin hesap sorma etkinliğinin azaltılması AKP iktidarında Erdoğan’ın talimatıyla olduğu anlaşılan muhalefet partilerinin yargı eliyle kuşatıldığı ve muhalefete ait birçok belediye başkanlarının tutuklanarak cezaevlerine konulması, tamamen kamuoyunun gözünün içine bakılarak gerçekleştirilmiştir. Dünyada totaliter rejimler haricinde benzer uygulamaların hayata geçirilmesi imkânsızdır. Hükümet ve yürütme organı üzerindeki yargısal ve bürokratik kısıtlamalar “ hukukun üstünlüğü “ kavramını tanımlamaktadır. İşte bu olgunun zayıflaması, demokratik gerilemenin en önemli işaretlerinden birisini teşkil ermektedir. AKP iktidarının, anayasa ve yasalara bilinçli bir şekilde uymaması neticesinde, hukukun üstünlüğü tamamen yerle bir olmuştur. AKP hukukun üstünlüğü prensibini hiçe sayarak, gündeminde olan “ İslam devleti “ kurma hayalleri ile demokratik gerilemede bilhassa yavaş adımlar atmaktadır.
Bu hususta Milli Eğitim Bakanlığı ( MEB ) kanalını da kullanılarak okullara, din hocalarının sokulmasına meydan verilmektedir. Milli Eğitim Bakanının tarikat mensubu olduğunu bazı platformlarda ortaya koyduğu iddia edilmektedir. Bunun devamında ise, tarikat ve cemaatlere, sivil toplum örgütleri tanımlaması yaparak onlar ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında birçok sözleşme akdedildiği de iddialar bütününde yerini almaktadır. Ülkede, iktidar partisine yakın olan yandaşlarını alenen yapmış oldukları yolsuzluklarının, rüşvet ve irtikâplarının üzerine gitmeyip onların dosyalarını kapatarak demokratik gerilemede Cumhuriyet Savcıların da amblem olmayı göze aldıkları anlaşılmaktadır.
Demokratik gerilemenin özellikleri
Demokratik gerilemenin özellikleri kapsamında; popülizm, ekonomik eşitsizlik ve toplum hoşnutsuzluğu, kişiselcilik, büyük güç siyaseti, otoriter değerler, kutuplaşma, yanlış bilgilendirme ile yargı bağımsızlığının etkileri üzerinde durmak gereklidir. Otokratikleşme içeriğinde ele alındığında popülizm çoğulculuk karşıtlığı demokratik sürece bağlılık eksikliği, siyasi şiddetin kabulü gibi hususların, bu konuda seçim kazanan partilerin arttığı görülmektedir. Türkiye örneğine bakıldığında AKP lideri Sayın Erdoğan’ın popülizm yaptığı, halk ile bütünleşmeyi tercih etmeyip kendisine ve yakın çevresine bir saray inşa ederek etrafına hiçbir surette pek görülmeyen güvenlik ağı örmesi kolay belirlenen özelliklerindendir. Erdoğan’ın demokrasiye bağlılık süreci değerlendirildiğinde ise, eylemlerinden tamamen demokrasi karşıtı olduğu, söylevlerinde ise, ileri demokrasi aşığı olduğu gibi tezat konsept ile karşı karşıya kalındığı ortaya çıkmaktadır.
Ekonomik eşitsizlik ve toplum hoşnutsuzluğu demokratik gerilemede demokrasinin çöküşü için zemin hazırladığı gözden uzak tutulmamalıdır. Dünya genelinde izlendiği üzere, otoriter bir modele doğru ilerleyen ülkelerde, ekonomik eşitsizliğin çok ciddi öneme haiz olduğu bir gerçektir. Örnek vermek gerekirse, 2008 finansal krizinden sonra, Macaristan’da, düşük eğitimli bir kitle, ülkedeki kapanamaz ekonomik eşitsizlikten memnun değildir. Viktor Orban isimli lider bu memnuniyetsizliği kendi siyasi ikbal amacına, şahsi çıkarlarına ve zenginleşmeye dönük olarak kullanmıştır. Türkiye özeline bakıldığında ise, Erdoğan bir siyasi lider olarak, yine düşük eğitimli, muhafazakar ve kendini itilmiş gören, şeriat özlemi içinde olan kesimin oy desteği ile 2002 yılında AKP ile iktidara gelmiştir. Her iki örnekte, ortak payda düşük eğitimli kesim ile ekonomik eşitsizlikten memnuniyetsizlik söz konusudur.
Kişiselcilik demokratik gerileme çerçevesinde önemli bir parametre olma özelliğini muhafaza etmektedir. Kişiler üzerine kurulan siyasi partilerde, biat eden ve sorgusuz sualsiz itaat eden bireyler olması gereklidir. Bu kişisel güçlü liderler otokratikleşme yolunda büyük adımlar atabilirler. Etraflarına almış oldukları kişilerde liyakat ve üstün eğitim olmamasına özen gösterirler. Bu nedenle, liderin kişiliği ve yetkileri sorgulanamaz bir hale gelmektedir. Türkiye örneğinde, AKP’nin her dönem genel başkanlığına tek aday olarak girip seçilen Erdoğan, bu kişiselcilik hususunda, başat rol üstlenmektedir. Ülke onun kötü yönetiminde önemli bir krize sürüklenmiş ve demokratik gerilemenin önü açılmıştır.
Büyük güç siyaseti demokratik gerileme kapsamında üzerinde durulması gerekli olan parametrelerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük güç siyasetinin demokratik gerilemeye katkısı oldukça dikkat çekicidir. Unutmamak gerekir ki, otokratik büyük güçlerin, toplum bünyesinde ani yükselişi aynı zamanda, kişisel çıkar ve toplumsal itici güç olan, hayranlıkla yönlendirilen otokrasi dalgalarının dünya genelinde belli dönemlerde yayılmasına neden olmuştur. Bilindiği üzere, faşizmin kurucusu Mussolini, Nazizm’in kurucusu Adolf Hitler, komünizmin kurucusu Lenin gibi liderler elinde otokratik yönetimler dönemsel olarak parlamışlardır. Büyük güç siyasetinde üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, demokratik hegemonların ani yükselişinin demokratikleşme dalgalarına yol açmış olmasına rağmen zaman içerisinde geriye dönüşler gündeme gelmiştir.
Demokrasilerde, en önemli hususlardan birisini toplumun otoriter değerlere olan yatkınlığı çok önemli bir parametre olarak güncelliğini muhafaza etmektedir. Unutmamak gerekir ki, kültürel muhafazakârlığın, otoriter yönetime en yatkın bir toplum inşa ettiği bilinmektedir. Osmanlı imparatorluğu döneminden itibaren İslam dini içindeki Arap gelenek ve görenekleri ile adetlerinin de Türk toplumu tarafından din olarak algılanması, otoriter yönetime en açık ideolojik grubu teşkil ettiği görülmektedir. Bugün 23 yıldır kesintisiz olarak iktidarda kalabilen AKP tamamen muhafazakâr kitlenin oylarına dayanmıştır. Ancak İslam devleti kurma hayalleri ile yanıp tutuşan bu muhafazakâr kesimin genelde özentilerine ve beklentilerinin kişisel olarak batı demokrasilerinde yaşamak olduğunu yakından biliyorum. Bu hususta batıya iltica etmiş olan bazı istihbarat subayları ile yaptığım ikili temaslarda, onların ne kadar batıda yaşama özlemi taşıdığını burada anlatmak çok zordur. Bunun yanı sıra, batı ülkelerindeki nüfusun %30 gibi bir kısmının ise, homojenliği, itaati ve güçlü liderleri tercih ettikleri ise birçok akademik çalışmada ortaya konmuştur. Unutmamak gerekir ki, muhafazakarlık liberal demokraside “ statüko “ olarak değerlendirmektedir.
Güncel olarak bakıldığında dünyadaki demokrasilerin karşı karşıya çok ciddi zorluklar olduğu görülmektedir. Bu zorlukların başında, hükümetin medyayı, sivil toplumu, hukukun üstünlüğünü ve seçimleri manipüle etmesi gelmektedir. Bir diğer önemli zorluk ise, toplumun güvensiz düşman kamplara bölünmesi gelmektedir ki, bu uygulama, Türkiye’de, 1950 yılından itibaren siyasi liderlerin bazıları tarafından özenle, planlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Eski başbakanlardan Adnan Menderes, toplumu çok ciddi kamplara bölen “ vatan cephesi “ uygulamasını başlatarak önemli bir gelişme elde etmiş, ancak zaman içinde toplum bunun zararlarımı ağır bir faturayla ödemiştir. Her akşam devlet radyosunun 19.00 daki ajans olarak tanımlanan bülteninde, vatandaşların isim ve soyadları ilan edilerek, hangi il veya ilçede, vatan cephesine katıldıkları, teker teker belirtiliyordu ki, bu durum kendi bünyesinde devamlı talebi de yaratarak, katılım her gün daha da fazla olmaktaydı. Bana göre tamamen vatan haini olan ve yolsuzluklara ilk başlayanlardan birisi olan Adnan Menderes’in itibarının iade edilmesinin arkasından gelen, aynı siyasi düşünce ve ideolojilerin sahibi olanların önünü açtığı anlaşılmaktadır. İşte en önemli zorluklardan birisi toplumun düşman kamplara bölünmesidir ki, eğitimsiz ve dindar, muhafazakâr kesimlerde bu uygulamanın başarılı olduğu süreç içinde, izlenmektedir.
Siyasi liderler tarafından nefret söyleminin giderek artan biçimde daha fazla kullanılması da söz konusudur. Nefret söylemi içeriğinde, ırk, cinsiyet, yaş, ulus, din ögelerinin yer alması mümkündür. Bunun yanı sıra, dil, politik görüş, sosyal sınıf, meslek gibi ayırt edilebilen unsurların da girebileceği dikkate alınmalıdır. AKP iktidara gelirken kültürel muhafazakârlığı olan kitleye, yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar kavramlarını aşacağını, halka garanti ederek gelmişti. Ancak 23 yıllık iktidarları döneminde, yapmış oldukları yolsuzluklar 100 yıllık cumhuriyet tarihinde görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. Erdoğan’ın iktidara gelmeden önce yapmış olduğu tüm konuşmalarda yasaklara karşı olduğunu, fiilen mevcut olmayan askeri vesayetin gölgesini kaldıracağını sıklıkla tekrar etmesine rağmen iktidara geldikten sonra kabul edilemez yasakları koyması bırakın askeri vesayeti kendi “tek adam rejimini“ kurmasını bile ileri demokrasi olarak açıklayabilecek ahlaki seviyede olduğunu göstermiştir. İnsanın, dünyanın gelmiş olduğu seviyede bu tek adam rejimini kendi kendine bile izah edebilmesi mümkün değildir.
Yoksulluk konusuna gelince, ortadan kaldıracağını vaat eden Sayın Erdoğan, üniversite diplomasının aslını, bu güne kadar ortaya koymamasına rağmen, ben ekonomistim diye gündeme gelip bilimsellikten uzak olarak yapmış olduğu uygulamalar sonucunda ülke ekonomisinin tamamen çökerterek, insanların % 90 gibi bir kısmının açlık sınırı altında yaşamaya mahkûm etmiştir. Tamamen taktiksel bir gelişme olarak yapıldığı aşikâr olan bu durumun yaratıcısının tek sorumlusu sadece Erdoğan değil AKP ile MHP milletvekillerinin tümüdür. Biat etmiş bu menfaat toplumunun iktidardan düşmeleri ile ülkenin önünün açılacağı, geniş bir entelektüel birikimi olan kesim tarafından değerlendirilmektedir. Tabi yeni gelecek iktidar ve onların yöneticilerinin ahlak sahibi, halk dostu, hizmet etme duygusu olması kaydı ile. Tüm bu gelişmeler olurken Erdoğan’ın denetiminde ve yönlendirmesinde yapılan halka yönelik dezenformasyonların da etken olduğu bilinmektedir.
Devam edecek…