Mevcut haritada büyük ekseriyetini ulus devletlerin teşkil ettiği, sembolleri olan bayraklar ile temsil edilen ülkeler uluslararası geçerliliği olan anlaşmalar ile mahfuz egemenlik haklarını sınırları dahilinde kullanabiliyorlar. Firma olarak bir kısmının tarihi yeni diğerlerinin geçmişi hayli eskilere dayansa da, tümünün sınırları içerisinde yaşayan yerleşik toplumlarının benzer yanları, nesillerce süren yurttaşlık ortak tarifine girmeleridir.
Dünya genelinde yaklaşık bir asır öncesi itibarı ile tercihe şayan idare tarzı olan cumhuriyet rejimi; öncesinde geniş sınırlara erişmiş monarşi ve meşrûtiyet idarelerinden sonra daha ufak idari birimler şeklinde süratle yaygınlaşmışsa da devletlerin anayasal ve idari yapılarının farklı yorum ve uygulamaları ile demokratik olabilme çaba ve kabiliyetleri daima tartışılagelmiştir.
Özellikle Demirperde yıkıldığından sonraki 36 senedir BM üyesi 180 civarı ülkenin mutlak monarşi idaresi altında olanları herhalde hariç, kabul gören bir demokrasi sınavı açısından demokratikleşme endeksinde geçerli not alamamaları abartılı değildir. İdari sistem açısından çok sayıda ülke şeklen parlamenter müesseselere sahip ise de özde çoğulculuk perdelenmiş olabilir. Diğer önemli husus; üniter ve federal yapılarda, parlamenter ve kamaralı haliyle siyasi kadrolar, bürokrasinin ve umumi tablonun ilgili sınırların içerisindeki seçmenin güncel düşünce ve tercihleri ile görünürde barışıklığıdır.
Demokrasi tercihinde mevcut kalıplar, hal ve durum, siyaset ve seçim mekanizması, işleyişi ve buna karşılık seçmenin genel de itibari, özelde iradi tercihlerini ortaya hür koyabilirliği gibi faktörlerin mevcudiyeti şüphesiz fayda sağlarlar. Dünyanın neresinde olursa olsun memleketin hal ve durumu denince önde gelen en önemli unsurun vatandaşların ekonomik şartlardan nasıl etkileniyor olduğunda hiç şüphe yoktur.
Bu etkileniş birey ve toplulukları tarihi konjonktür içerisinde güvenlikten yola çıkarak bir dizi faktörün yanısıra ekonomi tarafıyla devam etmiştir. Fakat maalesef birey bu etkilenişi ile tarih boyunca kendisini hakim unsurlara karşı edilgen kılabilmiştir. İdeolojik açıdan 20.asrın sosyal devleti keza Sovyetler’in son bulmasının nedeni sosyalist idari zihniyetin emperyal yayılımı ile idaresi dahilinde önlenemeyen iktisadi dirençsizliğin bileşkesinde daha fazla sürdürülemezliği idi. Sovyetler’in yıkılmasının bir başka nedeni de bireyin üretime karşı kendisini pasifize etmesidir.
Nitekim sonrası bu kez ‘tek kutuplu’ nitelendirilen dönemde gelişmişliğin, demokratikleşmenin hamisi zihniyetin küresel çapta ekonomik krizler türbülansına tutulmasıdır. Aynı risk Kapitalist kampın tüketime karşı kendini pasifize etme riski taşıyan bireyciliğe dönüşebileceği ihtimali için de varittir.
Bir toplumu oluşturan iktisadi karar birimlerinin sağladıkları fayda ve tatmin düzeyi seçimi de kazandırıyorsa ve müdahale yoksa o sistem yürür. İdari coğrafya için zor bir çabadır. Küreselleşmenin yaygınlaşması, uluslararası iktisadi dolaşım ve entegrasyonun artması gelişmeleri paralel etkilerken neticelerinin ülkelerin ekonomik durumlarına, karar ve tercihlerine direk veya dolaylı tesir etmemesi mümkün değildir. Bu durumun riskleri koruma şemsiyesi altına ne kadar alıyor olduğu belirsizdir.