Çarşamba, Eylül 17, 2025

Dolmakalem, Kravat, Kumaş Mendil, Boyalı Ayakkabı Ya Da Nesil Farkı

Bu ne biçim başlık dediğinizi hissediyorum. Dolmakalem, kravat ve kumaş mendil birer cisimden olmaktan öteye, bir dönemin, bir düşünce ve yaşam biçiminin simgeleriydi. Bu üç eşya ve diğer bazıları, basit birer günlük kullanım eşyası olmalarının dışında başka anlamlar taşırdı. Kravat takmak zorunluluğu belli kesim insanlarında hâlen devam ediyor ama ya diğerleri?

Çevrenizdeki insanlara dikkat edin. Kaç kişi dolmakalem kullanıyor? Rahmetli babam yıllar önce bir aile büyüğüne tükenmez kalemle yazdığım mektubu görünce kaşlarını çatmıştı. “Oğlum, dedi, yaşlı bir büyüğümüze yazıyorsun. Görgüsüz dedirtme kendine. Dolmakalemle ve siyah mürekkeple yazmalıydın”. Dolmakalemin böylesine gözle görünmez ama hissedilir bir saygı unsuru olduğunu bugün söylesem amiyane tabiriyle bana develer güler. Ama öyleydi. Muhatabına dolmakalemle yazmak saygı ifadesiydi. Bu örneği, günümüz insanları mektup yazdıklarına saygısızlık ediyor anlamında almayın lütfen. O zamanlar böyle bir görüş vardı. Fötr şapkasız sokağa çıkmak ve bir tanıdığını o şapkayı hafifçe kaldırarak selâmlamak gibi bir şey.

O dönemde başka kurallar da vardı. Gençliğimde, iş müracaatlarına başladığım devirde, bugün kısaca SİVİ (CV. Curriculum Vitae. Acaba kaç kişi bunu bilerek illâ da İngilizce söylüyor?) denilen özgeçmiş yazılar da dolmakalemle ve el yazısıyla yazılırsa makbuldü. Zaman, bir an önce işi çözüp bitirme zamanı. Dolmakalem al, mürekkep al, doldur, ucunu bir kağıtla sil… Kim uğraşır? Sahi, bir zamanlar kurutma kağıtları da kullanırdık. Pembe, beyaz. 

Benim el yazım güzeldir. Belki sanata yatkınlığımdan, belki ortaokul sıralarında kaligrafi (Güzel yazı, hat) dersi almamızdır nedeni. Buna güvenerek, etkili olmak için ciddî yazılarımda dolmakalem kullandım. Günümüz insanlarının birçoğu buna alışık değil. O kadar değil ki, şaşkınlığa ve meraka neden olduğuna bizzat şahit oldum. Bunu size yaşadığım bir olayı naklederek anlatacağım. Adını vermeyeceğim çok büyük bir kuruluşa iş için başvurmuştum.

Özgeçmişimi eskilerin saygı kurallarına göre dolmakalemle, siyah mürekkeple, çizgisiz kâğıda, solda ve sağda 3 cm. boşluk bırakarak itina ile yazmıştım.  Yaklaşık bir hafta sonra görüşmek üzere çağırıldım. Yetkili beni hafifçe ayağa kalkar gibi davranarak ve güler yüzle karşıladı. Bir süre kendimi tanıttım, soruları yanıtladım, ikram edilen çayı içtim. Can alıcı noktaya geldiğimizde bana söyledikleri bugün bile kulağımda çınlamakta: “Sizi buraya kadar yorduk. Ne yazık ki özellikleriniz bizim düşündüğümüz göreve tam uygun değil. Ancak bugüne kadar böyle yazılmış bir iş müracaatı görmedim. Yazınıza, ifadenize ve mizanpaja hayran olduk. Pazarlama müdürümüz sizinle tanışmak istedi. Ayrılmadan önce kendisiyle görüşelim mi?” Kızgınlık ve şaşkınlıktan tepem attı. Hızla yerimden kalktım ve “Bunun için mi beni çağırdınız? Başka dalga geçecek konu bulamadınız mı?” diyerek odayı ve binayı hızla terk ettim. Ne de olsa delikanlılık asabiyeti. 

Şimdi düşünüyorum; Gerçekten dalga mı geçmişlerdi? Hayır. Genç olmama rağmen bir dinozor keşfettiklerini mi düşündüler? Olabilir. Belki de unutulan bazı değerlerin bazı insanlarda hâlâ yaşıyor olmasına şaşırdılar ve doğrulamak istediler. Bu yazımı bir yeni nesil genci okursa, başta yazdığım gibi gülecek ve “Adama bak, 1800’leri yaşıyor, deli midir nedir?” diyecektir. Haklı! Devir dolmakalem devri değil. Devir en hızlı biçimde iş bitirme, köşe dönme devri. Kahvaltının yerini ayakta aceleyle tüketilen bir bardak uyduruk kahve ve poğaçanın aldığı devirde dolmakalemin esamisi okunmaz. Ama o zaman ne oluyor biliyor musunuz? Dolmakalemle birlikte onun temsil ettiği sayısız değeri de yitirmiş oluyoruz. 

Giyimimiz “ne bulursan” ya da “ben böyle seviyorum” tarzı. Sokakta birbirimize omuz atarak yürüyoruz. “Günaydın” demek, yorucu, boş bir vakit kaybı olarak kabul edilmekte. Otobüslerden, trenlerden inemez olduk çünkü, binmek isteyenler sizden önce atılıyor. Beyefendi, hanımefendi hitaplarının yerini abi, abla, amca, baba, yenge aldı. Yaşlıya yer vermek tarih oldu. (Gene de haksızlık yapmayayım çünkü mecburen baston kullanmaya başladığımdan bu yana bilhassa genç kızlar ve delikanlılar yer vermeye başladılar). Yer vermek ne kelime, bunu yapmamak için otobüsün pencerelerinden dışarıyı seyrediyor, gözlerimizi cep telefonlarımızdan ayırmıyoruz ve saire ve saire… “Bunlar da yazılır mı canım, sen de amma demode olmuşsun” diyeceklere saygılarımı gönderiyorum. Çünkü onlar haklı galiba. Yaşım ilerlediği için ben de artık rahatıma düştüm, fazla düşünmüyorum ve bana hak verenler de vardır diyerek teselli bulmaya çalışıyorum.

Fazıl Bülent Kocamemi

Diğer Yazarlar