Türk Vergi Sistemi’nin uygulama ve yasa kaynaklı sorunlar yaşadığını belirten Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, acilen Vergi Reformu’nun yapılması gerektiğini söyledi.
Doğrudan vergilere odaklanmış, adil, bütünlükçü bir bakış açısıyla, her alanda yaşanan dijitalleşmeyi de dikkate alarak vergi sisteminin bir an önce reforme edilmesi gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Yavaşlar, “Amaç, vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı, hukuka güvenin korunduğu, etkin bir vergi sistemi olmalı” diyor. Prof. Dr. Yavaşlar ile Vergi Sistemi özelinde yapılması gerekenler ve sıcak bir gündem olan asgari ücret sonrasında yaşanması beklenen olası gelişmeleri konuştuk.
Türk Vergi Sistemi’ndeki en önemli sorunlar nedir?
Türk Vergi Sistemi’ndeki en önemli sorunları uygulama kaynaklı sorunlar ve yasa kaynaklı sorunlar şeklinde ikiye ayırarak sorunuzu cevaplamak gerekirse; uygulamadaki en önemli sorun, vergi denetimiyle ilgilidir.
Vergi denetimi hem sayısal olarak hem de kullanılan denetim aracı türü ve denetim kalitesi bakımından olması gerekenin gerisindedir. Öncelikle, “yoklama” gibi kayıt dışılığı önlemeye yönelik çok önemli bir araç etkin şekilde kullanılmamaktadır.
Türkiye’de ekonominin en az yüzde 40’ı kayıt dışında, yani vergilendirme sisteminin dışındadır. Yoklamanın gerekli sıklıkta yapılmaması, vergi idaresinin mükellefi iyi takip edememesine, onun gerçek durumuyla ilgili elinde yeterli bilgi ve delil olmamasına yol açmaktadır.
Nitekim, “vergi incelemesi ”ne alınan mükelleflerin çoğu, sadece defter, kayıt ve belgeler ile üçüncü kişilerden edinilen bilgiler çerçevesinde denetlenmekte, işlemleri “iktisadi ve ticari icaplara aykırı olduğu ya da normal ve mutat olmadığı” gerekçesiyle reddedilmekte ve neticede -yeterli bilgi ve delile dayalı olmayan- takdire dayalı tarh ve cezalarla karşılaşmaktadırlar.
Üstelik, somut olayda dayanılan iktisadi ve ticari icaplar ile normal ve mutat durumun ne olduğu ve gerekçesini idare açıklamamaktadır. Bu arada, Türkiye’de “vergi incelemesi” oranının çok düşük olduğunu, her yüz mükelleften ortalama 1,6’sının incelendiğini de ayrıca belirtmek gerekir.
Yasa kaynaklı sorunların başında ise, vergi yükü dağılımındaki adaletsizlik gelmektedir. Türkiye’de verginin yaklaşık üçte ikisi, katma değer vergisi (KDV) gibi dolaylı vergilerden elde edilmektedir.
Dolaylı vergilerin tahsil süreleri kısadır ancak, mal ve hizmetin fiyatına dahil edilerek neticede nihai tüketicilerden alınırlar ve bu esnada onların mali gücünü dikkate almazlar. Bu adaletsizlik, gelir vergisinin en az yüzde 90’ının stopaj yoluyla toplanmasıyla daha da artmaktadır, ki stopaja tabi en büyük kesim ücretlilerdir.
Beyannameye tabiyseniz vergiyi sonradan verirken, stopajda daha gelir elinize geçmeden verirseniz. Bir başka sorun, vergi yaptırım sistemine ilişkindir: vergi suç ve kabahatleri ile cezaları, adaletsiz, tutarsız ve caydırıcılıktan uzaktır. Vergi türleri özelinde ise uygulamada en fazla sorun KDV’de yaşanmaktadır. Nitekim, 2021 yılı adli sicil istatistiklerine göre Türkiye’de geçtiğimiz yıl açılan 130 binin üzerindeki vergi davalarında birinci sırada KDV ile ilgili davalar bulunmaktadır.
Türk Vergi Sistemi’ndeki sorunlara yönelik çözüm önerileriniz nelerdir?
Vergi reformu… Vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı, hukuka güvenin korunduğu, etkin bir vergi sistemi yaratılmalı. Bunu yaparken, vergi gelirlerinin büyük kısmının doğrudan vergilerden elde edilmesini sağlayacak bütünlükçü bir bakış açısıyla hareket edilmeli.
Sürekli af çıkan bir sistemin yarattığı sıkıntılar nelerdir? Bunun çözümü ne olmalıdır?
En başta gelen sıkıntılar, vergi ahlakı erozyonu ve beyana dayalı vergilerin tahsil edilememesidir. Bugün Türkiye’de vergiyi artık sadece vergi kaçıramayanlar ile dürüst mükellefler ödemektedir. Vergi kaçırmak, ödememek normalleşmiş, toplumda vergiye karşı hassasiyet kaybolmuştur. Çözüm, af yasalarına derhal son verilmesi ve kamuoyundaki sürekli af beklentisinin kalıcı şekilde ortadan kaldırılmasıdır.
Net asgari ücret 8.506 TL olarak belirlendi. Bu konuda özellikle çalışanlara yansıyacak vergi yükü açısından değerlendirdiğimizde nasıl bir düzenleme yapılmalı? Uzman gözünden değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Haftada 40 saat üzerinden aylık 8.506 TL, saatte 2,6 USD demektir. Yüksek enflasyon, pahalı kira ve diğer yaşam giderleri düşünüldüğünde, asgari ücretliler başta olmak üzere çalışanlar üzerindeki vergi yükünün muhakkak azaltılması gerekir.
Öncelikle, asgari ücret üzerinde ağır bir dolaylı vergi yükü var. Temel gıda ürünlerindeki KDV oranının %1’e indirilmesi önemlidir, ancak tek başına yeterli değildir. Zorunlu yaşam gideri konusu diğer mal ve hizmetler üzerindeki KDV de %1’e indirilmelidir. Burada en başta düşünülmesi gerekenler, bebekler, çocuklar, gençler ve yaşlılar ile engellilerin kullanması zorunlu mal ve hizmetlerdir. Ayrıca, belli bir miktara kadar internet, elektrik, su ve doğalgaz üzerindeki dolaylı vergilerin de, ki burada KDV, özel iletişim vergisi, çevre temizlik vergisi gibi vergilerden bahsediyorum, kaldırılmaları ya da en azından azaltılmaları zorunludur.
Gelir Vergisi(GV) yüküne gelince, net asgari ücret gelir vergisi dışında bırakıldığından, sanki gelir vergisiyle ilgili bir sorun kalmamış gibi düşünülüyor. Ancak, birden fazla nedenden dolayı gerçekler böyle değil.
İlk olarak, net asgari ücretin kapsamı oldukça dardır, çünkü brüt asgari ücretten işçi SGK primi ve işsizlik sigorta primi çıktıktan sonra kalan kısma karşılık gelmektedir. Dolayısıyla, asgari ücretlinin fazla mesai yapma, GV’den istisna edilmemiş bazı sosyal yardım ödemelerine hak kazanma ya da mesai sonrasında ikinci bir işte çalışmak zorunda olma gibi nedenlerle asgari ücretin üzerinde elde ettiği her kuruş ücret GV’ye tabidir. Keza, asgari ücretliye örneğin GKV’daki istisna tutarı üzerinde yemek bedeli, ulaşım bedeli, mesken tahsisi gibi işveren tarafından sağlanan olağan menfaatler de GV dışında tutulmamışlardır. Üstelik bu tür durumlarda, asgari ücreti aşan tutardaki ücret geliri üzerinden alınacak GV hesaplanırken, net asgari ücret tutarı da matraha dahil edilmektedir. Bu şekilde hesaplanan GV’den, net asgari ücrete isabet eden kısım üzerinden hesaplanan GV miktarı indirilerek bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Ancak, GV’de artan oranlı tarifenin olması ve net asgari ücretin daha geç ve en fazla %20’lik orana tabi olması, dengeyi engellemektedir.
Bir örnek vermek gerekirse; hesaplama kolaylığı olması bakımından 2022’nin başından itibaren yıl boyunca net asgari ücretin 5.500 TL, bir kişinin aylık safi ücretinin (/matrahının) ise yukarıda anılan durumlardan (fazla mesai, ek ücret, istisnayı aşan yemek gideri gibi) bir veya birden fazlası nedeniyle 10.000 TL olduğunu kabul edelim. Yürürlükteki kurallar gereğince, bu kişinin gelir vergisi (10.000 – 5.500 =) 4.500 TL üzerinden değil aksine 10.000 TL üzerinden hesaplanır. Damga vergisi gözardı edildiğinde, 2022 rakamları üzerinden bunun anlamı şudur: ilk beş ay süresinde vergi dışı asgari ücrete isabet eden aylık vergi tutarı (5.500 x 15/100 =) 825 TL olduğundan, safi ücret geliri 10.000 TL olan kişi, ilk üç ay boyunca her ay 10.000 x 15/100 = 1.500 – 825 = 675 TL vergi öder. Çünkü; safi ücret geliri 10.000 TL olan kişi vergi oranının yüksek olduğu üst basamaklara geçişi daha çabuk olur, üst basamaklara geçtikçe de daha fazla vergi öder. Şöyle ki; bu kişi yılın dördüncü ayında ikinci basamağa geçerek %20, sekizinci ayından itibaren ise ’’lik oran üzerinden GV öder.
Buna karşılık hesaplama 10.000 TL’den istisna kapsamındaki asgari ücret miktarı olan 5.500 TL çıkarılarak (10.000 – 5.500 = 4.500 TL üzerinden) yapılsaydı, yılın sekizinci ayında %20’lik gelir vergisi oranına tabi olacak ve ’’lik orandan hiç vergi ödemeyecekti. Yıllık bazda bir karşılaştırma yapıldığında ise, mevcut sistemin yol açtığı sonuç şudur: işçi SGK primi ve işsizlik sigorta primi çıktıktan sonra aylık 5.500 TL elde eden asgari ücretli (yıllık 5.500 x 12 = 66.000 TL üzerinden) GV ödemeyecek, buna karşılık ek ödemelerle safi ücreti (/matrahı) 10.000 TL’ye ulaşan asgari ücretli (yıllık 10.000 x 12 = 120.000 TL üzerinden) 14.299,8 TL GV ödeyecektir. Oysa onun geliri vergilendirilirken istisna kapsamındaki tutar olan 5.500 TL hiç dikkate alınmasaydı 9.199,8 TL, yani %15,5 daha az gelir vergisi ödeyecekti. Bu adaletsizdir.
Diğer yandan, artan oranlı tarifedeki gelir vergisi dilimlerinin, bir an önce gerçek enflasyon oranında yükseltilmesi şarttır. Devletin açıkladığı 2023 yılı yeniden değerleme oranı %122,9 olduğuna göre, dilimlerin en az bu oranda arttırılması gerekir. Aksi halde, ücretliler üzerindeki GV yükü gizli şekilde artırılmış olur.
Aslında, düşük ücretlilerin çektikleri ekonomik sıkıntılar düşünüldüğünde, halen artan oranlı tarifenin üçüncü basamağından itibaren yüksek ücret geliri sahiplerine tanınan daha az vergi ödeme imkanının düşük ücretlilere tanınmamış olmasını izah etmek zordur. Artan oranlı tarifenin %15’lik orana tabi ilk basamağındaki matrah aralığı ile %20’lik orana tabi ikinci basamağındaki matrah aralığı ücretliler için daha yüksek tutulursa, biraz önce örneklediğim adaletsizlik de bir nebze hafifler. Çünkü, düşük ücretli kesim sadece ilk basamaktaki ya da ilk iki basamaktaki vergi oranlarından vergilendirilmiş olur. Mevcut ekonomik koşullar nedeniyle, geçici de olsa, böyle bir düzenleme yapılmalıdır.
Son olarak, giderler ayağında da iyileştirmeler yapmak gerekir. Ölçülü olmak kaydıyla, nasıl bir tacir iş nedeniyle yaptığı yol ve yemek giderlerini indirebiliyorsa, bir ücretlinin de işi nedeniyle yaptığı bu tür giderleri indirebilmeleri, bunlar işveren tarafından sağlanıyorsa da gelir olarak kabul edilmemeleri gerekir. Ayrıca, asgari ücretliler, fazla mesai gibi net asgari ücreti aşan her kuruş için vergi vermelerine rağmen, gelir vergisi beyannamesi veremedikleri sürece, bakmakla yükümlü oldukları aile üyeleri için yaptıkları zorunlu yaşam giderlerini indirememektedirler. Mevcut sistemde, çalışanın bekar ya da evli (çalışmayan eş), çocuklu ya da çocuksuz olmasının bir önemi kalmamıştır. Bunlar Anayasa’ya aykırıdır.
Araştırmalar, çalışanların gerçek mali gücünü dikkate almayıp, onları kendi aralarında dahi eşitsizce vergilendiren bir sistemin, kayıt dışılığı özendirdiğini göstermektedir.
2023 yılı Türkiye vergi gündemi nasıl olacak, bizleri neler bekliyor?
Anayasa gereğince Türkiye’de en geç 18 Haziran 2023’de TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmak zorundadır. Seçmen kitlesinde memnuniyetsizlik yaratmamak için, genel seçimlere kadar mükellefi rahatlatıcı düzenlemeler görülmesi olasıdır. Bu nedenle, bir önceki sorunuzda af yasalarına son verilmeli dedim ama, gelişmenin o yönde olmasını beklemiyorum. 2023 yılının Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü olması vesile edilerek, genel seçimler öncesinde vergi suçlarını da içine alan kapsamlı bir vergi affı getirilmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Seçim sonrasına gelince, siyasi partiler seçim beyannamelerini ilan etmediklerinden, vergi sistemiyle ilgili sorunları ne ölçüde ve nasıl gördüklerini ve ne planladıklarını tam olarak bilmiyoruz. Her durumda, seçim, kamu harcaması demektir. Mevcut kamu borçları ve bütçe açıkları da dikkate alındığında, seçim sonrasında kamu gelirlerine artışa ihtiyaç olacaktır. Seçimler turizm gelirlerinin ve dolayısıyla vergi gelirlerinin artmaya başlayacağı bir döneme denk gelse dahi, bunun yeterli olmayacağı ve dolaylı vergilerde artışlar yapılacağı düşüncesindeyim. Yeni hükümet vergi sistemindeki önemli sorunları çözme yönünde bir irade ortaya koyarsa, 2023’ün ikinci yarısında önemli değişiklerle karşılaşılacaktır. Zaten, gelir vergisi, kurumlar vergisi, emlak vergisi gibi vergilendirme dönemi bir takvim yılı olan vergilerde yasal değişikliklerin en geç 2023 sonuna kadar çıkartılması gerekir ki, bunlar 2024’de uygulanabilsinler.
Asgari ücretteki bu yüzde 55’lik artış enflasyonu da arttıracaktır. Bu konu hakkındaki görüşünüz nedir?
Ücret artışı ile enflasyon arasındaki ilişki konusunda farklı görüşler mevcut. Ücret-fiyat sarmalını kabul eden ekonomistler, bir yandan işverenin ücret artışını, ki bu onun için bir maliyet artışıdır, sattığı mal veya hizmete yansıtacağına, diğer yandan, ücret artışının mal ve hizmete talebi arttıracağına işaret ediyorlar.
Ancak, maliyet artışının enflasyonun pek çok nedeninden sadece biri olduğu ve işgücü verimliliğinde artış yoluyla maliyetin azaltılabileceğini ileri süren ekonomistler de var. Bunlara göre, ücret artışı verimlilik artışından azsa, işverenin fiyatlarda artış yapmasına gerektiren bir durum yok demektir. Bir diğer seçenek ise, işverenin daha az kara razı olarak bu maliyet artışını fiyatlara yansıtmamasıdır.
Nitekim, örneğin ABD’de Raise the Wage Act gereğince 2027 yılına kadar beş aşamada 15 USD’ye yükseltilecek asgari ücretin enflasyon üzerindeki toplam etkisinin %0,5’den daha az olacağı belirtiliyor. Bu, enflasyonda yılda ortalama %0,1’den daha az bir artış demek.
Almanya’da da 2022 başında NiGEM Modeli ile yapılan bir araştırmaya göre ise, 1 Ekim 2022’den itibaren asgari ücretin saat başına 10,45 €’dan 12 €’ya çıkarılmasının 2023 ilkbaharındaki enflasyon üzerinde etkisi %0,25 olacak. Ancak, yine Almanya’da Eylül 2022’de açıklanan bir ankete göre, firmaların %58,3’ü bu ücret artışını fiyatlara yansıtacaklarını beyan etmişlerdir. Bekleyip sonucun nasıl olacağını göreceğiz.
Her durumda, sürekli düşük ücretlinin fedakarlığına dayalı olmayan, ama hem işçiyi hem de işvereni memnun edecek bir denge mekanizması kurulmalıdır: Çalışanın insanca yaşamasını sağlayacak bir asgari ücret, ancak daha fazla verim, buna karşılık işverenin karından fedakârlık yapması ve maliyet artışını hemen fiyata yansıtmaması, hükümetin ise enflasyonun temel nedenleri iyi tespit ederek ortadan kaldırması, öngörülebilirlik sağlaması.
Cumhurbaşkanı, 2022’de olduğu gibi 2023’de de gerekirse asgari ücrette ikinci bir düzeltme yapabileceklerini söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Çalışanları rahatlatıcı, ama sonraya etkili. Enflasyonun bir an önce tek haneli rakamlara indirilmesi gerekir. Enflasyon yüksek olduğu sürece, o düzeltme de kısa sürede anlamını kaybedecektir.