Cumartesi, Temmuz 27, 2024

SON… Yazılmıştır artık tüm gözler bizim üzerimizde…

Sünnet ameliyatı tamamlanmış, dinlenmek için gözlem odasına çekilmiştik. Kırkbeş dakikanın sonunda hemşire hanım: “Aslında 5-6 saat sizi müşahede altında tutmak gerekiyor fakat çok yıprandınız sizleri taburcu edelim” dedi. “Haydi küçük adam ver elini de çıkaralım, burası seni çok rahatsız etti” der demez oğlum bir anda sustu ve elini uzattı. Bu neydi şimdi ,biz biraz önce ne yaşadık? dercesine birbirimize bakakalmıştık. Çarçabuk eşyalarımızı aldığımız gibi evin yolunu tuttuk.

Eve vardığımızda doğruca oturma odasına koştu, gidip uyurken hiç yanından ayırmadığı battaniyesini de alıp küçük koltuğa yattı. Odasında yatmayı sevmiyordu. Her anne gibi özenle seçmiştim eşyalarını, duvarlarını kağıt ile kaplamıştım kendi ellerim ile. Renkli kişiliğim oğlumun odasına da yansımıştı. Oğlan odası mavi olur derler ya; aksine ben bu çizginin dışına çıkmak istemiş, odayı rengarenk yapmıştım.

Daha çok sarı ağırlıklıydı. Belki de renkleri, duvarlardaki karakterleri …beğenmemişti Onu yoran şeyleri bir nebze de azaltabilseydim keşke, bunun yolu onun zihnini okumaktan geçiyordu.

Neler geçirdiğinin farkındaydı oğlum, hafif bir tebessüm ile eşim ile birbirimize bakıp gülümsedik. Yaşayarak öğreniyordu aynı benim gibi! Yaşadığımız travmatik olayları her defasında avantaja çeviriyor, basamakları artık daha hızlı çıkıyorduk. Bir başka açıdan belki de o kocaman inadım sebepti tüm bunlara.

Sünnet kıyafeti almamıştık, doğrusunu da söylemek gerekirse almak istememiştik. Giymek istemeyecek yine hayal kırıklığı olacaktı. Düğün dernek olayına hiç girmeyeyim zaten.. Sadece yakın bir arkadaşım bize oğlunun sünnet şapkasını vermişti en azından tek bir fotoğraf ile anı ölümsüzleştirmiştik.

Oğlum yorgundu. Halen hayatı çözememişken yeni yükleri omzuna yüklemek adil miydi? Onun böyle olması benim seçimim değildi ki! Diğer insanlar gibi nefes de alıyordu ama büyük bir fark ile yaşama hakkı verilmişti. Nefes aldığımız sürece masum melek oğlum için elimizden ne geliyorsa yapacaktık. Biz hayatı diğer insanlar gibi yaşayamıyor hayatı yaşamak için çabalıyorduk. Günün her saati haftanın her günü, yaşadığımız hayat dersinin birer küçük notlarıydı. Bize nelerin iyi geldiği, nelerin iyi gelmediği; kimlerin iyi geldiği, kimlerin iyi gelmediği önemliydi.

Yaşayarak öğreniyordum ya, fakat üzüldükçe de daha da hırslanıyordum. Hele iyi gelmeyenleri sormayın gitsin, bazen unutmak istiyorum, bazen de geriye dönüp hesap sormayı.. İlk yıllarda eğitim alanında sana fikir veren destek olmaya, yardım etmeye çalışan insanlara tüm kalbinizle sarılıyorsunuz. Döküyorsunuz içinizi anlatıp hafiflemek istiyorsunuz, peki o halde karşınızdakiler ne yapıyor? mış gibi yapıyor.. Anlamış gibi, kendini senin yerine koyuyormuş gibi, üzülür gibi.. Size kimse yardımcı olmuyor, aksine sizi üzüyor yoruyorlar..

Hani gerçeği bilirsiniz ama o orada durur ya! kaderinizin ucundan tutar küçücük bir parçasını değiştirebilirsiniz belki.. Birçok şeyden vazgeçersiniz, kendinizden bile..

SON yazılmıştır da, ne kadar geç gelirse son o kadar iyidir dersiniz..

Peki karşınızdakiler ne yaparlar tokat gibi SON’u.. Yüzünüze vururlar.

Yaşlandıkça bakımı zor olmayacak mı? Bu da sizin sınavınız! Dua edin de sizden önce ölsün, geride kalırsa vay haline vay…

Ya pardon ama ben anneyim, benim de kalbim var ve iki kişilik kocaman bir kalp taşıyorum. Ben bir anneye böyle cümleler kuramam bana niye soruluyor

İsyanım büyük Allah’a değil, kula..

Oğlum birkaç saat sonra eski hareketli haline geri dönmüştü. Akşam olmuştu fakat ben uyumasını beklerken, yatağında oyun oynamaya hatta zıplamaya başlamıştı. Bu iyi bir şey değildi. Sadece birkaç saat önce operasyon geçirmişti, acıyı hissetmiyordu. Hastaneden çıkarken alınacaklar listesindeki sünnet iç çamaşırını da almıştık. Pansuman yaptım elime aldım ve sen büyüdün hızlı iyileşmen için bu iç çamaşırı giymen gerekiyormuş oğlum dedim. Ayağını uzattı, giymeyi kabul etti ne kadar da mutlu olmuştum. Duyguları, zihni olumlu yönde ilerliyordu. Annelik ne garip bir şeydi, komik görüntülü bir sünnet çamaşırını oğlunun giydiğine sevinmekti annelik..

En sevdiği çizgi filmi bilgisayarından açmak onunla bilmem kaç kez izlemekti. Artık replikler bile zihnimde çarpışıyordu. Heyecanlı bölümlerde oğlum ellerini sıktığında heyecanını anlayabiliyordum. Gözüm bir anda aparata takıldı, kan olmuştu saat bir hayli geçti . Tek başımaydım, çaresizdim ve korkuyordum ama diğer yandan güçlüydüm ve oldukça cesur..

Oğlum uyumuş olsaydı işim daha kolay olurdu, fakat kıpır kıpırdı ağlamaya başladım. Taburcu olurken son kontrol yapılmamıştı ve reçetem bile yoktu. Nasıl atlamıştık. Çaresizliğimi anlamasın diye şarkı söylemeye başladım. Kanı görmemeliydi, daha önceleri kan gördüğünde kabul edemediği için dikkatini farklı yöne çekmeyi başarmıştım. Farklı bir bölgede küçük ama derin bir yırtık vardı. Hemen nöbetçi eczaneyi aradım reçetem olmadığını evdeki şartlar ile ne yapabileceğimi sordum. Eczacı yarayı kurutmalısınız dedi. Uyuyacak ve hiç kıpırdamaması gerekecekti.

Geçmiş zaman işte nasılda gelmişti aklıma kolları yada ayakları alçıya alırlar ve kıpırdamasın diye asarlar ya, ben de öyle bir aparat yaptım. Sabaha kadar dengesi bozulmasın diye de gözümü bile kırpmadan bekledim. Yara kurumuştu hatta kanamasaydı tamamen yapışır çok daha büyük sıkıntı olurdu dediler. Teşekkürler dedim yine çok teşekkür ederim.. Ve oğlum bir daha yaşamayalım der gibi hiç kıpırdamadan 3 gün sakince yattı.

Peki o halde çizgi filmimize yanında en sevdiğin patlamış mısır ile kaldığımız yerden devam edelim, ne dersin oğlum?..

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Deniz Atasoy

Diğer Yazarlar