Küresel ekonominin varılan noktada gelişmiş ülkeler gerek iklim değişikliği ile mücadelede(her ne kadar bu konu tartışılıyor ise de) yeni yaklaşımlar çerçevesinde gerekse Çin başta olmak üzere Doğu Asya bölgesinin ticaret ve üretimde rekabet baskısı karşısında bulunduğu açıktır.
Çin’in kişi başına düşen emisyon miktarı ABD’ninkinin yaklaşık yarısı kadar. Ancak 1,4 milyarlık devasa nüfusu ve ekonomik büyümesi, Çin’i toplam emisyonlarda diğer tüm ülkelerden çok daha ileriye taşıdı. Çin, 2006’da dünyanın en çok karbondioksit salınımı yapan ülkesi oldu. Şu anda da dünyanın toplam sera gazı emisyonlarının dörtte birinden fazlası Çin kaynaklı.
Nitekim Gelişmiş Ülkeler rekabet baskısı ile imalat sanayii üretim ve dönüşümünü merkeze alan bir politikaya yöneliyor. Bu yüzden gelişmiş ekonomiler için önümüzdeki dönemde üretim ve verimlilik dinamiklerinin ve teknolojik dönüşümün ‘yeşil ve dijital’ başlığı ile yine imalat sanayi üzerinden şekillenmesi planlanıyor.
Açık seçik ifade edilmesi gerekirse küresel ekonomik büyümedeki zayıf görünümün ticari ilişkilere son derece net olarak yansıdığı görülüyor. 2023 küresel mal ve hizmet ticaretinin ancak %1 düzeyinde bir büyüme göstereceği tahmin ediliyor. Diğer taraftan yine Gelişmiş Ülkeler için stratejik sektörler ve kritik süreçlerin ülke içine çekildiği, tedarik zincirlerinin coğrafi olarak konsantre olduğu ve yatırım, teknoloji, ticaret politikalarının da bu yönde şekillendiği bir gelecek dönemi yansıtıyor.
Özellikle Çin ve ABD baskısı altında sanayi politikası belirlemeye çalışan AB ülkeleri için ‘hazırdan yeme’ yerine ‘küresel ekonomide güç sahibi’ olma yarışında hızlı ve etkin adımlar atmaya zorladı ise de bu kez Ukrayna krizinin süregelen etkilerinin AB içindeki dengeleri belirsizleştirdiği açıktır.
Araştırma ve politika dökümanlarında yer alan ‘yeni teknolojiler için ithalata bağımlı olmama’, ‘evde sanayi dönüşümü gerçekleştirme’, ‘stratejik bağımsızlık’, ‘aktif sanayi politikaları gereksinimi’ gibi söylemler ise son 40 yılda küresel ekonomiyi şekillendiren liberalleşme, karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı serbest ticaret, mülkiyet hakları söylemlerinden oldukça farklı durmakta.
Covid-19 pandemisinde aşıya erişimde, aynı süreçte maliye politikaları olanaklarındaki derin uçurumda, küresel iklim feleketleri karşısında dayanışmacı politikaların(iklim fonu) hayata geçirilemeyişinde net bir şekilde ortaya çıkan derin ayrımların ve bağımlılıkların devam edebileceği bir döneme de girildiği söylenebilir. Arkası ABD ve AB ülkelerinden Ukrayna’ya açılan ve süregelen silah ve mühimmat kampanyalarında olduğu gibi.
Büyüme süreçleri dış kaynak girişlerine rabıtalı, ihracatı ithalata dayalı, sanayide düşük verimlilik, emek-yoğun ihracat yapısıyla tanımlanan dengelerde yine de gelişmiş pazarların ağırlıkta olduğu ülkelere ağırlıklı ihracatçı yapısı ile Türkiye için Gelişmiş ülkelerin hayata geçirmeye başladığı, yukarıda söz ettiğimiz politikaların gelişmekte olan ekonomiler için hem politika alanını daraltıcı, hem de yeniden bağımlılık ilişkileri yaratabilecek bir ortam yarattığı ise dikkate alınmalıdır.