Emperyalizme karşı tedbir almayıp, tarikatlardan kurtulmayan toplumlar, içten yozlaşarak parçalanmaya mahkûmdurlar
Bir önceki yazıdan devam
AKP ve kumpas davaları
AKP iktidarının devamında 6 yıl sonra, 2008 yılına gelindiğinde Türkiye’de FETÖ destekli olduğu kamuoyu tarafından bilinen ve izlenen “kumpas davaları“ başlatılmıştır. İktidar partisi AKP ve onun lideri Erdoğan’ın da onayladığı bu davaların özellikle Amerikan istihbarat kuruluşu CIA tarafından yaptırıldığını ve amacının ise, Türk ordusunu tasfiye etmek olduğunu, öngörülememiş ve FETÖ’NÜN yetiştirip, yargı içine sızdırdığı adamlarının dümen suyuna girmiştir. Bu davaların yapılmasının hedeflerinden birisinin ise, TBMM oylamasında geçmeyen 1 Mart tezkeresinin intikamı olduğunu unutmamak gereklidir.
Ben bu konuyu konuşmuş olduğum emekli H. S. isimli Amerikalı albaydan birkaç defa dinlemiştim. Aslen özel operasyonlarda pilot olan bu albay o dönemde kendi uçağı ile para transferleri ile uğraşmaktaydı. Onun ifadesiyle “Türkiye 1 Martta meclisten Amerikan askerlerinin ülkeden geçişlerine izin vermemekle hata yaptı. Biliyor musun ne kadar asker gemilerde beklerken hastalandı ve bazıları hayatlarını kaybetti. Amerika bunun altında kalmazdı“ sözlerini duymak birçok olayın daha iyi anlaşılmasına imkân tanıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde Atatürk’e bağlı komutan ve subayların çoğunlukta oluğu toplum tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Her zaman “her Türk asker doğar“ atasözünün derinlemesine manası olduğu öncelikli bir ifadedir. Bu nedenle karşı – devrim hareketinin Atatürk’e ve onu sevenlere karşı AKP ve MHP iktidarı tarafından yapıldığı eylemler bazında ortaya çıkmaktadır.
Fethullah Gülen cemaati, tarikatın yurtlarında, okullarında özellikle devleti ele geçirmek için yetiştirilmiş olan polisler tarafından tamamen sahte ve uydurma deliller kapsamında hazırlanmış gizli tanıklar vasıtasıyla birçok siyasi dava, tarikata bağlı savcı ve hâkimler ile gündeme getirilerek kamuoyunun sorgulamamasından yararlanılmıştır. Israrla tarikat hâkim ve savcıları eliyle sürdürülen bu siyasi davalar, aynı zamanda iktidar partisi AKP’nin de “onayını almış“ olduğu birçok açıklama bazında izlenmektedir. AKP sözcüleri ve özellikle atanmış adalet bakanları, her zaman “bağımsız Türk adaleti sorumlulardan muhakkak hesap soracaktır. Türkiye bağırsaklarını temizliyor“ ifadeleri hala kulaklarımızdadır.
Ancak gelinen noktada ülkenin bağırsaklarını maalesef hala temizleyemediği görülmektedir. Bu tarikat hâkim ve savcıları tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerini, yıpratmak, zayıflatmak, etkisizleştirmek, emir komuta zincirini bozmak, amacıyla, Atatürk’e bağlı olan komutanların ve subayların, büyük bir kısmı, Türk ordusundan tasfiye edilmiştir. Bunun bir diğer amacının ise, 70.000 Amerikan askerinin güneydoğuda konuşlanmasını öngören 1 Mart tezkeresinin TBMM oylamasından geçmemiş olmasının intikamıdır. Unutmamak gerekir ki, AKP lideri Sayın Erdoğan’ın o dönemde “kabul oyunu“ mecliste göstererek attığı kamuoyu tarafından çok tartışılmıştı. 1 Mart tezkeresi TBMM oylamasından geçmiş olsaydı 70.000 Amerikan askerinin o bölgeye getirilmesinin gizli amacının BOP projesinde öngörüldüğü gibi, ülkenin doğu ve güneydoğusunda bir Kürt devletinin kurdurulması için, NATO üyesi olmamıza rağmen, baskı ve tehdit unsuru olacağı açıktır. O dönemde AKP içinde bulunan bazı basiretli milletvekillerinin desteği ile bu tezkere meclisten geçmemiştir.
Ben bu konuyu, Wall Street de faaliyet gösteren, eski bir beyaz saray görevlisinden geniş bir anlatımla, isimleri de kapsayan detaylarıyla dinlemiştim. Onun anlatımıyla “nasıl olur da Türkiye Amerika’nın sözünü dinlemedi, bütün askerler gemilere yüklenmiş ve hemen gitmeye hazırdı hatta birçok gemi hemen yakınlardaymış. Benim bildiğim kadarıyla 70 veya 90 gün kadar gemilerde bekletildiler. Oysa Türk yöneticilerin söz verdiklerini biliyorum; bu bekleme sürecinde askerler içinde ölenler oldu, rahatsızlananlar olmuştur. Neden böyle bir sonuca gidildi anlamıyorum ancak Amerika bunun altında kalmadı diye düşünüyorum “ böyle bir tanımlamanın sizler tarafından değerlendirilmesi daha uygun olacaktır kanısındayım.
Suriye iç savaşı AKP ve sığınmacı sorunu
2011 yılına gelindiğinde, Irak üzerindeki askeri operasyonun, kendileri açısından tamamlanmış olduğunu değerlendiren ABD, onun bölgedeki politikalarını tasvip etmeyen Suriye ve Libya’nın tasfiyesini gündeme getirmiştir. Bu tasfiye sürecinin çok daha önce Arap baharı çerçevesinde planlanmış olduğunu Fransa’da konuşmuş olduğum emekli Fransız gizli servisi (DST) mensubu Michelle P. gibi kişilerden öğrenmiştim. Sömürgeler ile ilgilen birimde çalışmış olan bazı Türk asıllı kişiler, konunun başarıyla gerçekleştirildiğini anlatarak bunun dünya barışı anlamında önemini belirtiyorlardı. Tüm bu hazırlıklardan sonra nihayet, 15 Mart 2011 tarihinde Suriye iç savaşı, kasten ABD tarafından, öngörüldüğü üzere, başlatılmıştır. Bu iç savaşın, iki yıllık süreçte, hazırlanmış belli bir plan içeriğinde olduğunu, orada görev yapmış ve elde ettiği paralar ile zengin olmuş bir emekli Amerikalı Albay vasıtasıyla öğrenmiştim. Bana çok daha fazla detay anlatmış olmasına rağmen burada, gizliliği sağlamak açısından gündeme getirmiyorum.
Suriye iç savaşında, 4 tane paydaş, yani taraf vardır. Birinci taraf, destekçileri, Irak, Kuzey Kore, Çin, Belarus, Venezuela ve Angola olan éSuriye hükümeti“ olmaktadır. Bu oluşumda, Suriye silahlı kuvvetleri, Cumhuriyet muhafızları, ulusal savunma kuvvetleri ile Baas Tugayları yer almaktadır. İkinci taraf ise, “Suriye geçici hükümeti“ olup, bünyesinde ise, Suriye Milli Ordusu, Güney cephesi (2014 itibaren), Fetih Halep (2015 itibaren) ile İslami cephe (2013 – 2015) yer alıp, ABD, Türkiye, Katar tarafından desteklenmektedir. İşte bu gruba Türkiye’nin yaptığı yardımlar çerçevesinde ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) maaşları dolar bazında, Türkiye tarafından sağlanıp günümüzde bile ödendiği, askeri olarak eğitimler verildiği, askeri malzemeler ile takviye edildiği, silahlandırıldığı, iddialar arasında yer almakta olup, bu durum AKP iktidarı tarafından, hiçbir zaman yalanlanmamıştır.
Suriye iç savaşının üçüncü tarafının “Irak ve Şam İslam devleti“ olduğu ve 2012 yılından itibaren gündeme geldiği bilinmektedir. Bu grup içinde Halit Bin Velid ordusunun yer aldığı, istihbarat birimleri tarafından bilinmektedir. Bu aşamada, bazı iddialar çerçevesinde IŞİD olarak isimlendirilen illegal terörist organizasyona Türkiye’nin de bazı yardımlarda bulunduğu iddiaları gözden uzak değildir.
Şimdi gelelim en önemli dördüncü tarafa, bu ülkemiz için en zararlı olabilecek bir konu olarak, her zaman kamuoyu gündemini işgal edecektir. Bu Suriye iç savaşının dördüncü paydaşı olarak “Kuzey Ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi“ şeklinde ortaya çıkmış olup bünyesinde, Suriye demokratik güçleri, YPG, YPJ, PKK, Süryani askeri meclisi, Suriye demokratik güçleri askeri konseyleri, yer almaktadır. Destekçilerine bakıldığında ise, hep tanıdıklarımız sahneyi doldurmuşlardır ki bunlar, ABD, Birleşik Krallık, kuzey Irak özerk yönetimi, Rusya, Fransa, Kanada, Almanya, Hollanda, Belçika, Danimarka gibi ülkelerdir. Suriye’deki bu parçalanma neticesinde ABD, PKK ile beraber hemen komşumuz olarak haritadaki yerini almış bulunmaktadır. Suriye’deki iç savaş nedeniyle ABD ile işbirliği yapan Türkiye bir anda dünyanın en fazla mülteci veya sığınmacı barındıran ülkesi haline gelerek demografisinin değişmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Ülkeye bu sığınmacılar, sınırlarımız tamamen sayın Erdoğan’ın talimatıyla açıldığı için, gruplar halinde sırt çantalarında merkezi sinir sistemini doğrudan etkileyen “metamfetamin“ ile geldiler. Bu hususta Afgan sığınmacıların, sırt çantalarının tamamen bu sentetik madde ile dolu olduğu ve hiçbir aranma yapılmadan sınırı geçtikleri unutulmamalıdır. Bu durumun da iktidardaki AKP yöneticilerinin, bilgisi ve onayı ile gerçekleşmesinin mümkün olacağı iddiaları toplumda devamlı güncel olarak, tartışılmaktadır.
Ülkedeki uyuşturucu kullanımının 8 ve 10 yaş sınırına kadar indiği ise, Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat birimlerinin kamuoyu ile paylaştıkları bilgiler arasında yer almaktadır. Siyasi partilerin iddialarına bakıldığında, kimine göre 10 milyon, kimine göre ise 13 milyon sığınmacının olduğu kamuoyunda tartışılmaktadır. AKP iktidarının, büyük bir kamuoyu tarafından, tamamen yanlış ve milli çıkarları düşünmeyen politikaları nedeniyle, 16 Aralık 2013 tarihinde Avrupa Birliği (AB) ile bir de sığınmacıların kapasitesi yetmezmiş gibi “Geri Kabul Anlaşması“ yapılmıştır. Suriye’nin parçalanmasında Türkiye’nin ABD ile işbirliği yapıp BOP projesinin devamını sağlayarak, İsrail’in de önünü açtığı görülmektedir. Türkiye, AKP iktidarında tamamen ABD güdümünde hareket ederek, milli menfaat ve çıkarlarımızı tamamen göz ardı ettiği kamuoyunda iddia edilmektedir. Her zaman “yerli ve milli“ kelimelerini sık kullanan Sayın Erdoğan acaba neden Suriye’nin parçalanmasının, ülkeye doğurabileceği sorunları öngörememiştir? Bu konuda MİT ve askeri istihbaratlar, derinlemesine bilgi alamayıp, yeterli olmamış mıdır? Liyakatsiz kadrolar, önlenemez kibir, yüksek ego nedeniyle Türkiye’nin 500 yıllık dışişleri deneyimi ve “devlet aklı“ ihmal edilmiştir.
Türkiye ABD ile beraber hareket etmeyip, eğer Suriye ile bir anlaşma yapıp onun toprak bütünlüğünü sağlamasına katkı verseydi, bugün sığınmacı sorunu olmaz ve 450 milyar doların üzerinde ekonomik yük halkın sırtına yüklenmezdi. Salim Müslim önderliğinde, Kürt kökenli Peşmergeleri, Türkiye topraklarından geçirip Suriye’nin kuzeyine transfer etmemiş, onların maaşlarını ödememiş olsaydı, bugün orada 100.000 kişilik eğitimli donatılmış bir yapı hiçbir zaman gündeme gelmezdi. Bunun yanı sıra, PKK’nın Suriye’ye geçip devlet kurma rüyası gerçekleşemezdi. Bir diğer taraftan İsrail’in önü hiçbir zaman bu kadar net olarak açılmış olmazdı. Günümüzde, ülkede asgari 10 milyondan fazla sığınmacının bulunduğu yetmezmiş gibi iktidar partisi AKP lideri Erdoğan, yeni sığınmacılar için ek bir kapı aralamış bulunmaktadır. Bu konuda bir de teşvik uygulaması gündeme getirerek, 1 Eylül 2024 tarihinde Irak merkezi hükümeti ile bir anlaşma imzalayıp, 15 yaş altı ve 50 yaş üstü kişilerin vizesiz Türkiye’ye girişi kabul edilmiştir. Bu nasıl bir mantıktır anlamakta zorlanıyorum. Bu şartlardan faydalanabilecek Irakta 23,5 milyon kişi vardır ki bunlar, eğitimsiz, parasız bireylerdir. Bu topluluğun sadece %15 oranındaki kesimi Türkiye’ye gelecek olursa bunun da 3.525.000 kişi olacağı görülmektedir.
Bu durumda, Türkiye’de toplam 25 milyon sığınmacının bulunabileceği hiç uzak ihtimal değildir. Gelinen bu sığınmacı istilasının, değerlendirmesini siz sayın okurlarıma bırakıyorum.!! Bu kadar sığınmacının mali yükünün ne olacağını hesaplamak ise o kadar kolay olmayacaktır. Ülkede cumhuriyet tarihinde en uzun cumhurbaşkanlığı yapan Sayın Erdoğan’ın emeklilik zamanının ne zaman geleceğini herhalde Allah tayin edecektir. İktidarın bu uygulamasının, ABD güdümünde, onun yönlendirmesiyle gerçekleştiği bilinmelidir. Bu fiili durumun, ülkemize, yepyeni mali yükleri getirebileceği ve mevcut “ekonomik çöküntünün“ daha da derinleşeceğini Türk halkı değerlendirmelidir.
Devamı bir sonraki yazıda…