Cuma, Şubat 21, 2025

Hep öyle idi, öyle de olacak

Denir ki hep böyle idi. Öyle olduğu anlaşılıyor. Tarih sayfalarında göz gezdiren herkes insan denen canlı türünün en büyük marifetinin birbirini yemek olduğunu, göreceli barış ve kardeşlik, ahbaplık döneminden sonra kavganın yeniden başladığını, üstelik kavgaların vahşete kadar uzanabildiğini görür. Gelin birlikte dünyada olup bitenlere hızlı bir bakış atalım.

İkinci Dünya savaşı bütün dengeleri alt üst ettikten sonra “Herşeyin yerine oturması” diye adlandırabileceğimiz ama tamamen aldatıcı olan bir döneme girdik değil mi? Savaş bitmişti, milyonlarca can karşılıklı yok edilmişti, şehirler yakılmış ve yıkılmıştı, yeni siyasî ve askerî birliktelikler oluşmuştu. Artık zaman en kısa sürede toparlanmak, geçmişteki kavgaları unutup tekrar dostane ilişkilere dönmek, bir daha o eski günleri yaşamamak için mücadele zamanıydı. Şimdi de o günlerde oluşturmaya çalışılan mis kokulu tertemiz dünyayı yaratabildik mi bakalım.

İki dev grup doğdu: Rusya’nın gaddar pençesinde ve ABD’nin güler yüzlü hilekâr pençesinin acımasız denetimi altında. Her birine katılan katılana. Çünkü yeni dünyada nispeten sağlam bir yer edinmek için sırtı sağlam bir duvara yaslanmak gerekiyordu. Savaş sonundaki durumlarından kurtulamayan ülkeler bir yere sığınmak zorunda bırakılmışlardı. Macaristan, Bulgaristan, Çekoslovakya, Polonya, vs. güle oynaya mı katıldılar Sovyet bloğuna? Ya diğer tarafın kanatları altına girmeyi seçenler? Biz NATO’ya eğlenmek için mi girdik?

Şimdi de hemen sonrasına bakalım. Koreliler, tabii ki “Koruyucu Ağabeyleri” nin sevimli ricalarıyla ikiye bölündüler. Vietnam toprakları hallaç pamuğu gibi atıldı. Hâlâ ot bile yetişmeyen toprakları var ve o da ikiye bölündü. Yugoslavya’ya gelince; iki değil altı çocuğu oldu. Daha sayacak çok ayrılma, birleşme, ezme ve ezilme, kendi içinde birbirini yiyip bitirme var. Yepyeni gelişmeleri de unutmayalım: Fransa’nın, kendini lider devlet sanan bu ülkenin başkanı geçtiğimiz hafta Fas’ı ziyaret etti ve muazzam yatırımlarla orasını ihya edeceğini ilân etti. Buna Cezayir çok kızdı. Neden bu ayırımı yaptınız? Bu Fransa sizin topraklarınızı sömürmedi mi? Sömürürken binlerce insanınızı öldürmedi mi? Şimdi neden biri cici diğeri kaka çocuk oldu? Siz Batılı “uygar” uluslar; Afrika’yı neredeyse ot bitmez hâle sokacak biçimde ezip geçerken şimdi neden Çin’in o kıtaya burnunu sokmasından endişeleniyorsunuz? Cezayir’i ayağınızın ucuyla şöyle bir itince Çin amiyane tabiriyle Cezayir’e “Kardeşim ben buradayım, bir oturup konuşalım mı?” demeyecek miydi, zaten fırsat kollamıyor mu idi?

Benim vatanımı parçalayamadınız ama hevesiniz hiç kaçmadı. Her pisliği denemekten geri kalmadığınız gibi bir de “Dost Ülkeler” etiketini boynunuzdan hiç çıkarmıyorsunuz. “Peki siz ne yapıyorsunuz buna karşı?” diye sorsalar ne diyeceğiz? Geçmişimizdeki davranışlarımıza bakınca “Biz birbirimizi yemekle meşgulüz, sen karışma biz hallederiz” değişmez huyumuzu uyguluyoruz. Kendi içimizdeki duruma bakalım. “Bitmeyen Kavga” senfonisi yeni görünümlü de olsa eski bilinen notalarla çalınıyor. Aile büyüklerim arasında her sözü ders niteliğinde olan biri şöyle demişti: “Bizim milletimizin iyileştirilemez bir hastalığı vardır. Uçurumun kenarına gelene kadar tehlikeyi görmeyiz. Uçurumu fark ettiğimizde hemen toparlanır geri kaçarız. Sonra itiş kakış yeniden başlar. Bir bakarız ki uçurumun kenarına gelmişiz. Hemen toparlanırız, gerilere kaçarız ama bu tarihimiz boyunca defalarca tekrarlandığı hâlde bir gün düşebileceğimizi idrak edemiyoruz. Dua edelim de düştüğümüz zemin kalkabileceğiz kadar yumuşak olsun.”

Zaman göstermiştir ki yek diğerini yerin dibine sokanlar birdenbire sözde dost oluveriyorlar. Ne kadar süreyle? Değişir. Ertesi yıl sonra, on yıl sonra… Buna siyaset deniyormuş, yani benim hiç mi hiç anlayamadığım ama her devirde geçerliliğini koruyabilen bir garip ilim. Ey insanlar! Madem bu yaşam biçiminiz dünya gezegeninde var olduğunuzdan beri hiç değişmiyor, yok olmayı da hak ediyorsunuz demektir. Zaten farkındaysanız bilinçsizce her gün biraz daha kirlettiğiniz doğa da ciddî biçimde intikamını almaya başladı. İşte size Doğanın en taze ve şiddetli tokadı: İspanya’nın Valensiya kenti ve bölgesine bir yılda yağan yağmur sekiz saatte yağmış. Yıkılan yıkılana, ölen ölene. Ah be insanoğlu, sen de bunu hak ettin ama!

Fazıl Bülent Kocamemi

Diğer Yazarlar