Cumartesi, Mayıs 3, 2025

Suriye İç Savaşı ve Türkiye -III


Askeri strateji gereği bir şehri alıp kontrolü tamamen sağlayabilmek için “ bire beş “ kuralı vardır. Bunun askeri akademilerde senaryo bazında ele alınıp işlendiği bilinmektedir. Başka bir anlatımla, beş misli bir kuvvetle Şam’a muhaliflerin saldırı yapması ile tam alan kontrolünün sağlanması söz konusudur. İç savaşın başlamasından önce Suriye’nin toplam 300.000 mevcutlu bir ordusu vardır. Bu ordunun üçte birinin iç savaş nedeniyle öldüğü dikkate alınırsa geriye 200.000 kişilik donanımlı bir askeri güç kalması lazımdır. Şam şehrinin son durumu ele alınırsa, Şam’daki muhafız birliği ile diğer zırhlı tugaylar hesaplandığında, yaklaşık 20.000 kişilik bir güç olduğu görülmektedir ki, bu durumda ancak 100.000 kişilik düzenli bir ordunun saldırmasıyla kontrolün tam olarak sağlanması söz konusudur. Oysa aralarında emir komuta bütünlüğü, koordinasyon, seri karar verebilecek ve manevra kabiliyetine haiz kurmay karargâhı bile olmayan derme çatma düzensiz birliklerin bu kadar kısa sürede sadece ülkedeki “ M 5 kodlu karayolundan “ hareket ederek, rejimi 12 gün içinde devirmelerinin nasıl mümkün olduğunun değerlendirmesini sizlere bırakıyorum.

Suriye iç savaşında sığınmacıların konumu ve davranışı
Irak’taki senaryonun tıpatıp aynı şekilde MOSSAD ve CIA imzalı bir versiyonunun gündemde olduğunu unutmamak gereklidir. İşte büyük Ortadoğu projesi ( BOP ) ayaklarının tamamlanması için gerekli olan üç adımın da peş peşe atıldığına şahit oluyoruz. Televizyonlardan seyredildiği üzere, ülkemize “ sığınmacı olarak “ kaçak gelmiş, korkak, cesaretsiz, vatan ve millet sevgisi hiçbir zaman aşılanmamış, cehalet içinde, Baas diktatörü Esat’ın yönetiminde, karanlıklara adım atan kişilerin sevinç naraları atmasının hiçbir anlamı olmadığını acaba nasıl anlayacaklardır diye merak ediyorum.

Hepsinin ağzında televizyonlarda sık sık izlendiği üzere, “allahu ekber, allahu ekber “ nidaları yeri göğü çınlatıyor. Allah’ın büyüklüğünü şimdi mi anladılar acaba. Yine bütün Arap ülkelerinde yaşadığım şu sözü hatırladım “ bukra inşallah “ yani “ yarın inşallah “ çünkü onların mantalitesinde, bir işi aynı gün başlayıp bitirmek yoktur. Türkiye’ye gelen sığınmacıların eli silah tutmuyor muydu? Neden ülkelerini ailelerini, eşlerini savunmaktan kaçtılar? Ukrayna örneğinde ise İsveç’te, Almanya’da, Norveç’te yasayan genç kızların, erkeklerin okullarını bırakarak savaşmak için ülkelerine gittiklerini yakından bilen ve gözlemleyen birisiyim. Bunun yanı sıra, 1974 savaşından önce Kıbrıs adasında Türk istihbaratı tarafından tesis edilen, Türk mukavemet teşkilatı (TMT) bünyesinde mücahitler ile koyun koyuna savaşmak için, okullarını o dönemde bırakıp, adaya gelen kişileri yakından tanırım.

Bunlar içinde bugün, çapa tıp fakültesinden emekli ve 2022 yılında vefat eden, doğum kadın hastalıkları profesörü Vecihi.Y. isimli kişinin savaşmak konusundaki başarılarını belirtmek benim için onurdur. Bir diğer taraftan makine mühendisi olarak, Hilton oteli genel müdür yardımcılığına gelmiş olan dostumun da Magosa Sancaktarlığına bağlı olarak savaştığını ve ön saflarda yer aldığını ise, söylemeden geçemeyeceğim. Bu kişiler okullarını terk ederek mücahit olarak TMT saflarına katılmışlar ve zaferden sonra okullarına devam etmişlerdir. Daha birçok sivilden gelen, gazi ve şehit kahramanlar vardır hepsine sonsuz saygılarımı sunmak isterim. İşte vatanseverlik budur diye bu sığınmacı güruha haykırmak gereklidir. Suriyelilerde olmayan duygular bunlardır ve sadece Allah, din, iman, gibi kutsal kavramlarla yönlendirilmeleri söz konusudur.

Suriye iç savaşının sona ermesi
Suriye içinde 54 yıldır baskıcı iktidarını sürdüren, diktatör Beşar Esat’ın devrilmesi, emperyalist ülkelerin başını çeken ABD ile İsrail’in tarikatlar bünyesinde çalışmaları daha ziyade onları kullanmaları kapsamında gerçekleşmiştir. Konunun gelişimi aynen Irak için hazırlanmış “ kesnizani tarikatı “ merkezli operasyonlar sonucunda planlayıcılar adına, bir başarı öyküsü olarak dünya gündemine yerleşmiştir.

AKP iktidarı ve onun lideri, Suriye vekâlet savaşını sanki Türkiye’nin kazanmış ve ondan karlı çıkmış gibi algı operasyonları yaparak topluma empoze etmek istemektedir. Bunun yanı sıra, Sayın Erdoğan ise, bir halk eylemi ve başarısı olarak takdim etmenin peşindedir. Tamamen erken seçim hazırlığı olarak bu vekâlet savaşına emperyalistler adına yardımcı olmamış gibi, bir zafer algısı yaratmak için olayın üzerinde iktidar olarak topluca tepinmeye bile başlamışlardır. Oysa gerçek 23 yıldır her zaman onların anlattıkları gibi değildir. Suriye vekâlet savaşı, tamamen CIA ve MOSSAD tarafından planlanmış radikal İslam örgütleri ile tarikatlar kullanılmış olup, netice itibariyle yürüyen büyük Ortadoğu projesinin (BOP) bir bölümü olarak onlar adına başarı ile sonuçlanmıştır. Bu vekâlet savaşından ise karlı çıkan sadece ABD ile İsrail’dir. Bu süreçte, İsrail Filistin topraklarını işgal ettiği gibi son olarak ta Suriye’nin ” Golan tepeleri ile Hermon dağını “ da işgal ederek kendi topraklarına ilhak etmiştir. Hemen herkes medya şaşırtması ile Golan tepelerini, basit, ufak yükseltiler olarak algılamaktadır.

Konuştuğum bazı generallerin ve istihbarat personelinin bile bu yöreler hakkında yeter coğrafi bilgiye sahip olmadıklarını gördüm. Bahsi geçen Golan tepeleri 1.800 kilometrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Oldukça geniş ve tarımsal olarak verimli bir toprak parçasıdır ki şimdi burası bütünüyle İsrail’in eline geçmiştir. Bunun yanı sıra AKP iktidarı hala yerinde sayıp İsrail için kınayıcı, aşağılayıcı, sözler söyleyip aleyhinde eylemler yapıp dururken gerçekte en karlı çıkan Emevi camiinde namaz kılıp bunu medyaya servis eden AKP ekibi değil, Netanyahu olmuştur. AKP ve onun lideri ise vekâlet savaşı devamında, onların ateşine odun taşımıştır. Ticaret yaparak İsrail’e lojistik destek sağlanmasının yanı sıra yalandan onlara karşı gibi görünmek de ihmal edilmemiştir.

Siz sayın AKP yöneticileri acaba hangi başarıdan ve zaferden bahsetmek istersiniz. Bu vekâlet savaşında, Filistin, İran, Rusya tamamen kaybetmiş, kazanan taraf ise ABD ile İsrail olmuştur. Türkiye’ye ise, hiçbir zaman yapmaması gereken bir kişinin MİT başkanının Emevi camisinde kıldığı namaz kalmıştır. Kaç rekât olduğunu bilmediğim bu namazın sevabı kendisine kalsın ancak mesuliyetin de iktidarda olduğu malumdur. Hatırlatmak isterim ki, Emeviler, Buhara’da Türkleri kılıçtan geçirdiler. Ubeydullah bin Ziyad yüzlerce Türk soylusunu esir aldı ve köle olarak çalıştırdı. Bunun üzerine Türkler isyan ettiler ve kendilerini esir alanları öldürdükten sonra topluca intihar ettiler. Emeviler, rant, çıkar, maddi menfaate dayalı bir uygulama yaptılar, onların amacı dini tebliğ etmek değil kılıç kullanarak zorla kabul ettirmekti. Oysa tüm yeryüzünün mescit olduğunu bir türlü anlayacak zekâ yapısına sahip değillerdi. Hazreti Hüseyin’in kafasını kesip Emevi camiinde halka sergilemişlerdir. Ayrıca Emevi Camisi denilen yapı, milattan önce Jüpiter adına yapılmış bir “ pagan “ tapınağı olduğunu da not etmek isterim. Konu nerede secde ettiğin değil, kime secde ettiğindir. Türkler şeriat bataklığına saplandıktan sonra iki güzel niteliğini kaybetmiştir. Bunlardan birisi “akılcılık“ diğer ise “kadına saygı“ olmaktadır. Gündemdeki en önemli sorun, Arap milliyetçiliğinden fazla Arap ve Deaş hayranı olan Türklerdir. Ülkede din soslu siyaset ve siyasal İslam sevdası bırakılmadığı sürece bu topraklarda gelişmekten söz edilmesi mümkün değildir.


Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar