Geçen asır ilk yarısında dünyayı tedirgin eden iki büyük savaş bilhassa eski kıtada nesillere zaman ve mekan açısından tatsız anılar bıraktı. İkinci yarısı ise hayatta olan nesiller kültürel etkileme ile nispeten asude bir hayatın akışına tanıklık etti. Soğuk Savaş dönemi boyunca ayrı dünyaların toplumları olarak her bölgenin kendi yağı ile kavrulması kabilinden küresel çapta bir izolasyonun varlığı görünürde bir bloklar arası rekabetin ideolojik gösterileri ile gittiği yere kadar devam edebildi.
Bu esnada topluluklar-birlikler-ittifaklar türünden yapıların paralel vaziyet alması ilerisi için monte ediliyordu.
Milenyum önü arkası çözülmeler, yetersizlikler adını ne koyarsanız koyun devletin-piyasanın başarısızlığı, kriz dinamikleri, iklim salvoları, salgın senaryosu, vekâlet savaşları ile hareketlenme sürekli bir açılım döngüsü yaşatmaya evrildi.
Siyasi, ekonomik, sosyal münasebetlerde, kayda değer önemliliklerden ihmal edilebilirliğe uzanan veya tersi biçimde ilkesiz esnemelerin etkin olduğu belirsizlik serdeden spontane ve hodri meydan politikalar revaçta oldu.
Görünenler böyle olmakla beraber bugün ortada olup bitenleri sebep-sonuç temelinde yaklaşık son bir asrın serencamına sığdırmak elbette akıl karı değildir. Siz bakmayın diplomatik ve siyasi demeçlerde, ‘jeo stratejik’, ‘jeo ekonomik’ belki Panama ve üç beş yer ile ilgili sıfatlandırmalara. Grönland’ın gündemde bulunması dahi, tarihi bir sürecin içerisinde özellikle (Rusya, Kanada, Çin, Hindistan, Avustralya, Brezilya, Kazakistan, Arjantin) gibi büyük arazilerin tabiri caizse bugünden yarına küresel mutasavver ekonomik tahkimatları hususunda işaretler verir.
Bugünlerde konuşulan, Türkiye’de dahili gündemde adı çokça geçen ‘kayyum’ (belli bir işin icrası için resmi makamlarca yetkili olarak görevlendirilmiş kişi) deyiminin, dünyanın hatırı sayılır gücü olan Avrupa Birliği için teşbihte hata olmaz kabilinden kullanabileceğimiz Ursula Von Der Leyen başkanlığında Özbekistan’ın Semerkant kentinde düzenlenen(3-4 Nisan) Avrupa Birliği-Orta Asya zirvesiydi. İki gün süren zirvenin sonunda AB’nin Türkistan Devletleri ile “yeni bir stratejik ortaklık kurduğu, ilişkileri stratejik ortaklık seviyesine çıkarmayı ve enerji geçişi ile karbonsuzlaşmayı hızlandırmayı kararlaştırdıkları” açıklandı.
Türkistan coğrafyası, dünyadaki manganez cevherinin %38.6, kromun %30.07, kurşunun%20, çinkonun%12.6, titanyumun%8.7 içeren büyük potansiyele sahip. Buna sınırsız doğal gaz ve petrol rezervlerini de ekleyin. Leyen,” Bu hammaddeler geleceğin küresel ekonomisinin can damarıdır. Ancak aynı zamanda küresel oyuncular için bir çeşit bal küpüdür. Bazıları sadece sömürmek ve çıkarmakla ilgileniyor, ancak Avrupa’nın teklifi farklı, biz aynı zamanda yerel sanayilerinizi de geliştirme de de ortağınız olmak istiyoruz. Katma değer yerel olmalı, bizim sicilimiz her şeyi anlatıyor”.
Bu sözleri ile stratejik madenleri çıkarma konusunda Türk Devletleri ile anlaşmalar yapmış olan Rusya ve Çin’i hedef aldığı çok açık.
Ukrayna ile Tayvan meseleleri Rusya ile Çin’i meşgul etmekte, devam edeceğe de benziyor. Eğer Avrupa Birliği, savunma ve güvenlik konularında sırtını ABD’ne geçmişte olduğu gibi yaslanmaya devam edemeyerek, kendi içinde birliğini pekiştirip kendi yolunu çizer, küresel politikalarını tanzim edebilir ise ne ala. Bu arada Avrupa Birliği’ne 60 senedir kıdemli ötesi aday olan Türkiye Cumhuriyeti için, elbette artık alışılagelmiş olduğu gibi ‘icazet alan’ değil, ‘icazeti aranan’ olduğu üzere, Türk Devletlerine telkin ve baskılar için bizzat Macron’un Kazakistan’a giderek AB vaadleri paralelinde KKTC’ni Türk Devletleri Teşkilatına üye yaptırmama girişimi hiç de sürpriz olmamıştır.