Pazar, Kasım 10, 2024

TÜRKİYE’NİN MİLLİ EĞİTİM GELECEĞİ VE AKP İKTİDARI (II)

Önderlik; zeka, güvenirlilik, insancıllık, cesaret ve kararlılık işidir

Sevgili okurlarım,

Eğitim ile ilgili yazıma devam ediyorum.

Eğitimin yeterli olmadığı yerde, milli siyasetin gerçekleştirilerek, hayata geçirilmesi çok zordur. Oysa milli siyaset varlığımızı korumak ve millet ile ülkenin gerçek refah ile mutluluğuna çalışmaktır. Ulus devletlerin varlığını sürdürmesi ve koruması, yurttaşlar arasındaki “ortak değerlerin“ var oluşu kapsamında, içselleştirilmesi ile doğru orantılıdır. Bu değerlerin kazandırılıp güçlendirileceği yer ise okuldur. Ülkemizde Akp iktidarının 21 yıldır süren döneminde, eğitimde böyle bir programın uygulandığını söylemek gerçeğe tamamen aykırıdır. İmam Hatip Okullarındaki öğretime dayalı bir eğitim sisteminin toplumdaki ortak değerleri yaratması söz konusu olamaz ve bu düşünce ile program hazırlamak ise, sadece ülkeye ihanetten başka bir şey değildir. Çünkü imam hatip eğitimi tamamen din adamı yetiştirmek üzere planlanmıştır. Buradan mezun olanların, hukuk, ekonomi, mühendislik, tıp gibi diğer disiplinlere devam etmesi çok yanlıştır. Ancak AKP’nin iktidarında imam hatip kökenlilerin devletin bürokrasisine atanmaları, günümüzdeki bağımsız adaletin, ortadan kalkmasına, rüşvet ve yolsuzlukların toplum tarafından dayanılmaz düzeye gelmesinde, ekonominin bir kriz haline dönüşmesinde, çok önemli bir paya sahip olduğu unutulmamalıdır.

Eğitimin çağdaş olması lazımdır. Bu hususta aklın ve bilimin rehber olması gerektiği hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır. Anayasamızın 42. Maddesine bakıldığında “Eğitim ve öğretim Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır“ ifadesi yer almaktadır. Eğitim ve öğretimin toplumsal eksikleri giderici özellikte olması gereklidir. Bir milletin felaket içinde bulunması, bir devletin yok olma tehlikesinin gündeme gelmesi ancak, toplumsal ve ahlaki hastalık nedeniyle olur. Bu nedenle, kurtuluş için, toplumsal eksiklikleri kavrayarak hastalığı kökünden tedavi etmek lazımdır. Bu tedavinin, ancak bilim yoluyla olması için de eğitim ve öğretimin temel olduğu bilinmelidir. Son yıllarda Osmanlı toplumu ahlaken çökmüş ve yıkılmış durumdaydı. Esnaflar ve tüccarlar, aşırı yüksek fiyatlar ile mal satışı yaparken, memur kesimi de gayri resmi olarak ticaret yapmakta ve illegal yollara başvurarak çalışmalar yapmakta, netice itibariyle, yolsuzluk, rüşvetin ve yozlaşmanın, zirve yaptığı görülmektedir. 

Tüm bunlar ahlak krizinden kaynaklanmaktadır. Ahlak yetersizliği, toplumsal dengeyi bozduğu için, buna çözüm getirilemez ise ülke ekonomisi de düzelemez. Bu kapsamda, milli ve toplumsal çıkarların kişisel rant ve menfaatlerine, üstün geleceği güçlü bir ahlak anlayışı olmaksızın bu sorunların çözülmesi imkânsızdır. Bir ulus veya uluslar topluluğu bünyesindeki ahlaki çöküşün, nelere mal olduğuna, en güzel bir diğer örnek ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği “SSCB“ olmaktadır. Sosyalizm, bir devlet rejimi olarak, ilk kez 1917 Ekimindeki Bolşevik ayaklanma ile kurulmuştur. Ben, şahsen bu ülkeleri, yıllarca, yapmış olduğum ortak ticari ve teknik projeler kapsamında, çok iyi tanıdığımı bu vesile ile belirtmek isterim. On iki yılı aşkın sürede, üst seviyelerdeki bürokrat yöneticilerle doğrudan temasım olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Sosyalist rejimde, her şeyin sahibi devlet olması söz konusudur. Devleti yönetenler ise bürokrat kökenli parti yöneticileriydi. Geriye kalan tüm halk kitleleri tamamen ihmal ve istismar edilmektedir. Komünist partisine, çok küçük yaştan itibaren ”konsomol“ denilen kuruluştan başlayarak katılmış olanlar için, diğer insanlardan biraz farklı yaşam tarzı hakkı tanımaktaydı. Ancak toplumda yerleşmiş olan inancın temelinde ise, her varlığın ve üretim araçlarının, sahibi olan devleti, kandırmak ve devletten çalmak, son derece normal bir davranış olarak algılanmaktaydı. 

Sosyalist rejim, önceliğini bürokratlara vermiştir. Kurucu kadrolar, tamamen kapalı bir rejim yarattılar ve onun içinde ise, hayali olan, uluslararası değiştirme değeri olmayan, Rubleyi ortaya attılar. Rublenin Amerikan doları karşısındaki değeri, her zaman, devlet tarafından belirlenmekteydi. Bankalarda, 1 Amerikan doları, 0.95 Ruble seviyesinde olurdu. Ben, bankalarda bu devlet kuru uygulanırken, 1 Amerikan dolarını karaborsadaki kişilerden 200 bazen 300 bazen de 500 ruble ile bozduruyordum ki bazı özel dönemlerde bu oran 700 Ruble düzeyine de çıkabiliyordu. Devletten çalma olayını, hemen her kademede olan bürokratlar yapmaktaydılar. Rüşvet ve yolsuzluk, Sovyet rejiminde bir nevi legal yapı anlayışına gelmişti. Gelişen bu durum sovyet rejimin belirleyici bir özelliği olmuş durumdaydı. 

Uzun yıllar büyük bir Amerikan petrol ve çelik şirketinin yetkilisi olarak Sovyetler Birliğinden kütük demir ve ham petrol alımları yaptım. Bu ticareti yaparken, ilgili devlet şirketlerinin yöneticilerine, her zaman büyük miktarlarda rüşvetler ödediğimi biliyorum. Örnek vermek gerekirse, ihraç fiyatı o dönemde tonu 290 USD olan kütük demiri, ben, yöneticilerin bunu bir askeri şirket üzerinden geçirerek, alım fiyatını ton başına 120 USD seviyesine indirdiğimi belirtmek isterim ki toplam alış verişimiz milyon tonun üzerinde olmuştur. Ham petrol alımlarında da diğer Sovyet Cumhuriyetlerinden alım yaparken belli bir borsa fiyatı esas olması nedeniyle, fiyat ile bir oynama yapmamalarına karşılık, yöneticiler, önemli miktarda rüşveti peşin ve nakit olarak alıp, fazla miktarda ham petrol yüklemesi yapıyorlardı. Başka bir ifadeyle, 60.000 Tonluk tankere 70.000 Ton bazen 75.000 Ton yükleme yapıyorlar, ancak, 60.000 Ton fiyatı alıyorlardı. 

1985 Yılında Michail Gorbaçev SSCB’nin lideri olmuştur. Glasnost ve perestroyka projeleri ile merkezi kontrolü tamamen azaltmıştır. Nihayet 1990 yılında, Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan komünist rejimi terk etmişlerdir. 1991 yılında ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri birliği dağılmıştır. Tüm bu örnekler dikkate alınarak, okulun ahlaki çöküşün önlenebileceği en önemli yer olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerindeki ahlaki çöküş tarihsel bir derstir, ancak bunun yeni Osmanlıcılar olarak tanımlayabileceğimiz AKP iktidarı tarafından algılanması, ülke geleceği bakımından çok önemlidir. Fakat mevcut AKP iktidarı ve onun baston partisinin, eylemleri çerçevesinde bu olgunun anlaşıldığını söylemek imkânsızdır. 

Yazıma bir sonraki köşemde devam edeceğim…

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar