Ortalama yaşam süresi içerisinde dönüm noktası olarak kabul edilen olaylar etkiledikleri oranlarda vesileler dairesinde sonraki nesile aktarılırlar. Doğal afetler, savaşlar, salgınlar, kıtlıklar, her türlü buhranlar vb. Hiç şüphesiz 20.asır boyunca nesilleri etkilemiş pek çok hadisat içerisinde öne çıkan iki büyük dünya savaşı ile soğuk savaş başta gelir.
Bu ikisinin hayli etken olmalarının bir nedeni de doğrudan veya dolaylı neticelerinin bölgesel konumundan çok daha geniş ve yaygın hatta kıtalar, uluslararası nitelikler gösterircesine küresel çevreye olan kati tesirleridir. İki büyük savaşı ve soğuk savaş yıllarının en az birisini görmüş nesillere dair efsanevi anıların mevcudiyetleri katiyen abartı sayılmamalıdır.
Bizim kuşakların henüz çocukluk yılları, talebeliklerinde tanış oldukları soğuk savaş yıllarının sonlarına doğru iki kutuplu dünyanın süper güçleri ABD ile SSCB’ne aynı zamanda yaptığımız ziyarette(1986), iki tarafın anahatlarıyla kendine has kültür ve altyapıları saklı kalmak üzere görünüşte müvazi bir denge oluşturmasına rağmen gözlemci sıfatıyla kısa bir sürede gördüğümüz kadarıyla, iki ülke bireylerinin o günlere mevcut yaşam şartları açısından tamamen farklı çizgileri taşımasıydı.
Şaşırtıcı olan uzay’a ilk insanın çıkışı(Gagarin 1961), sağlık hizmetleri, sanat, spor, kültür başta olmak üzere galebe çalan fakat kapalı, katı bir devlet kapitalizmi düzeninin, Bretton Woods’dan sonraki değişimlerin gölgesinde kalacak olmasıydı.
Soğuk Savaş döneminin iddialı projelerinden olan ve dünya yörüngesindeki yerlerinden düşmanın balistik füzelerini hatta askeri uydularını yok edecek silahlara dayalı savunma sistemleri 1980’li yılların içinde ‘Yıldız Savaşları Projesi’ iki taraf için de rekabet etme takatının tükenmesine rağmen raflardan inmesi öncelikle Demirperde hanesine yazılan yetersizliği işaret ediyor gibiydi.
Oysa bir süredir Batı ekonomilerinde ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki kutuplaşmış bir dünyada, Dünya Savaşından bu yana ekonomilerin karşılıklı bağımlılığı ortaya çıkmıştı. Neo-liberalizm, devletin herhangi bir müdahalesini tasvip etmezken, piyasa düzenlemelerinin, özgürlüklerin devletin menfaati için dikkate alınmadığı bir dönemdir. Bireysel hak ve özgürlüklerin kutsallığı, insanın saygınlığından bahsetmek oldukça cezbedicidir.
Reagan ve Thatcher’in ABD ve İngiltere’de kitlelerin desteği ile demokratik seçimler sonrasında iktidara gelip neoliberal politikaları sert biçimde uygulamaları bilhassa Avrupa için bireysel özgürlük ve mülkiyet hakları ile bireyciliği güçlendirmiş ve toplumsal dayanışmayı çözerek neoliberal uygulamaların temelini atmıştır. Akabinde her türlü dayanışma biçiminin sarsılması ile sendikalar da güçlerini kaybetmiştir. Kamu yatırımlarının özelleştirilmesi, vergilerin azaltılması, girişimciliğin pekiştirilmesi, yabancı sermayeyi cezbetme ile refah devleti tamamen çökmüştür.
Bir bakıma özgürlük söylemi ve insanın saygınlığına vurgu Demirperde gerisindeki bireyler için daha acil bir ihtiyaç kriteri oluşturuyordu ise de Batı’da ‘refah devleti’ nin ekonomik olarak ivedilikle çözülmesi sağlandıktan sonradır ki Doğu Blok’u ülkeleri başta olmak üzere bir çok baskıcı sistemin çökmesi böylece kaçınılmaz olmuştur. Bu akış içerisinde devreye giren Neoliberal uygulama alanları bilhassa ABD merkezde olarak çevreye doğru neocon’ların önü açılarak milenyum ve sonrasına hedeflenen yola devamı sağlanmıştır.