Cumartesi, Kasım 23, 2024

Diskriminasyon ve Türk Silahlı Kuvvetleri

Bir ülkede en tehlikeli salgın, eğitim seviyesinin geriletilerek biat eden bağımlı kitleler yaratma isteğidir.


Sevgili okurlarım,

Günümüzde, iktidar partisinin, en fazla rağbet ettiği husus algı operasyonları çerçevesinde, eğitimsiz kesimi yönlendirme isteğidir. Bu konuda, özellikle başarılı oldukları da seçimlerin neticeleri itibariyle görülmüştür.

Ülkemizi, derinden sarsan, siyasi, adli ve silahlı isyan olaylarını yaratan, FETÖ silahlı terör örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırarak “diskriminasyon tekniği“ kapsamında gerçekleştirdiği operasyonlara, siyasi olarak iktidar partisinin destek verdiği birçok somut olayla kamuoyu nezdinde, açıklanabilmektedir.

Bu durum ülkenin yaşadığı siyasi ve adli kaosun bir başka boyutu olan devlet krizini teşkil etmektedir. Çünkü ülkenin “millî ordusuna“ karalama, yıpratma, suç isnat etme, etkisizleştirme ve tasfiye etme operasyonlarının aşamalar halinde, uygulanıp başarı sağlanması, siyasi destek olmadan, bu kadar gelişmesinin mümkün olamayacağı bilinmektedir.

FETÖ silahlı terör örgütü, hazırladığı sahte, isimsiz ve tamamen uydurma ihbar mektupları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin ana omurgasını maalesef yıpratabilmiş, bu duruma da ülkenin siyasi yöneticileri seyirci kalmıştır.

Diskriminasyon tekniği, basit bir psikolojik savaş uygulamasıdır ki geriye doğru izleme ve teyit alma ile psikolojik alan savunması yapılarak kesinlikle önlenebilirdi.

Bu husus ülke içinde görev yapan, istihbarat birimleri tarafından bilinen metotlardan birisidir. Tabi bu psikolojik savaş savunma tekniğinin, uygulanması için ülkenin bağımsız ve milli kurumlarının çalışması ve siyasi erk tarafından rasyonel ortak akıl üretilerek karar alınması öncelikli yaklaşımdır.

Ancak biat kültüründe, ortak aklın yerini tek bir kişinin kararları aldığı için bu psikolojik savaş savunma mekanizmasının çalıştırılması mümkün olmamış ve o tek adamın “kusura bakmayın aldatıldık allah affetsin“ diyerek, neticelerin sorumluluğunu her zamanki gibi, almayıp, bir bilinmeyene bırakmıştır.

İşte netice itibariyle bu kadar basit bir diskriminasyon tekniği başarı sağlamıştır. Esas sorun buradadır, çünkü sayın Erdoğan ve güvenlik bürokrasisinde sorgusuz, sualsiz, biat etmiş yöneticiler, hiçbir istihbarat analizine, geriye izleme, kontrol ve teyit almaya ihtiyaç duymadan, tüm imzasız, isimsiz, ihbar mektuplarına itibar etme gafletini, basiretsizliğini ve beceriksizliğini göstermişlerdir. Ancak bir taraftan da şeytanın avukatlığını yaparak, acaba bu durum, onların da işlerine gelip gizli ajandalarına uygun mudur diye düşünüyorum ki takdiri yine sizlere bırakıyorum.

Halk içinde, entelektüel birikimi olan kesim, FETÖ silahlı terör örgütünün devlet içinde yapılanmasını sağlayan siyasi bağlantıları her fırsatta sorgulamıştır. Oysa bu siyasi bağlantılar çok açık ortadadır ve hiçbir zaman siyaseten hesap verip, bedel ödememiştir.

Gelinen bu noktada, siyasi sonuçlar alınmadan sadece ikinci, üçüncü sınıf örgüt mensupları yakalanmış, ancak örgütün elebaşı olan Fethullah Gülen ve diğer üst düzey yöneticiler yurt dışına kaçabilmiştir. Acaba nasıl? İşte gerçek sorun buradadır. Bu kişilerin yurt dışına kaçabilmeleri, kimler tarafından sağlanmıştır ki bunun cevabı mahkemelerde ve güvenlik birimlerinde hiç verilmemiştir.

Diskriminasyon tekniği kapsamındaki, imzasız, isimsiz, ihbar mektupları, örgütün “BİM“ yani bilgi işlem mesulü tarafından yapılmıştır. Kendisi, Başakşehirdeki bir devlet okulunda öğretmen ve kod adı “Saim“ olup aynı zamanda, bilgisayar eğitimi de almış birisidir. Diskriminasyon tekniği çerçevesinde, karalama, kötüleme, suçlama, suç isnat etme eylemlerini içeren imzasız, isimsiz ihbar mektuplarını, evindeki bilgisayarlarda hazırlayıp posta ile göndermiştir.

Saim kod adlı kişi, özellikle jandarma teşkilatında örgüte yakın olmayan isimleri “menfi“ olarak tanımlayıp, onlar hakkında hazırladığı birçok ihbar mektuplarını jandarma genel komutanlığına iletmiştir. Buradaki işlemlerde, kullanılan posta pulları desteler halinde, bir başka örgüt elemanı, ki kod adı Hamza tarafından onun evine bırakılırdı.

Bu gönderilerin bazen “daily motion“ ile yapılmasına karşın, aynı zamanda “bimer“ üzerinden de iletilenler olmuştur. İşte bu aşamadaki eylemlerin istihbarat birimleri tarafından bilinmemesi mümkün değildir. Hatta etkin istihbarat birimleri çok kısa bir süreçte olayların perde arkasını aydınlatacak deneyim ve bilgi birikimine sahiptir.

Ancak buradaki en önemli husus siyasi otoritenin yetkin ve liyakatli kişilerden oluşmasıdır. Unutmamak gerekir ki Asala operasyonu Sayın Kenan Evren’in kararlı tutumu ve siyasi sorumluluk alabilmesi sayesinde tam başarıya ulaşarak terör ve örtülü istihbarat faaliyeti yabancı servislerin tüm koruma ve destekleme çabalarına rağmen, kesinlikle faaliyet sonlandırılmıştır.

Acaba bu FETÖ terör örgütü olayında, neden siyasi otorite bir türlü harekete geçmemiştir? Özellikle jandarma istihbaratının elinde birçok izleme takip dokümanı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Örgütün planlı olarak gerçekleştirdiği, tüm diskriminasyon eylemleri örgütün bölge temsilcisinin bilgisi dahilinde yapılmıştır. Jandarma teşkilatı içindeki, FETÖ terör örgütüne mensup ve sicil verme yetkisine sahip olan rütbeli personel, menfi olarak tabir edilen personelin, sicilini bozma ve bunların nasıl yapılacağı konusunda, sicil dönemlerinde, listeler hazırlanmıştır.

Bunun yanı sıra, “GATA“ bünyesine sızmış doktorlar da askeri personelin alması zorunlu sağlık raporlarını da bozarak menfi olarak tanımlanan personelleri tasfiye etmişlerdir.

Bu tasfiye edilen, vatansever, Atatürkçü personellere, siyasi otorite sahip çıkmış mıdır? Onların özlük hakları iade edilmiş ve maddi, manevi tazminat ödenmiş midir? Hayır. Acaba sizler hâla bu silahlı terör örgütünün siyasi bağlantılarını merak ediyor musunuz? 1998 yılının Ağustos ayında Ankara imamı, Mehmet Ali Büyükçelebi, Fethullah Gülen’in talimatı dâhilinde, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ülke imamı Kamil Kaya, Hüseyin. D ve Haluk. S. isimli örgüt mensuplarını bir araya getirerek, onlara 10 gün süre ile Altunizade Fem Dershanesinde özel stratejik istihbarat eğitimi verdirmiştir.

Bu eğitim kapsamında, Deniz Kuvvetleri hiyerarşik yapısı, terfi sistemi ile aile ve lojman hayatı gibi bilgiler ön planda ele alındıktan sonra, örgüt mensuplarının bu işleyişte nasıl davranacağı, alınacak tedbir yöntemlerini ve subaylarla görüşmelerde sıcak yanaşma metodu kapsamında nelere dikkat edilmesi gerekli hususlar anlatılmıştır. Çünkü bu kişilere, deniz kuvvetleri komutanlığı Ankara yapılanmasını kurma görevi verilmişti.

Bu arada bu kişilerin örgütten uzaklaştırıldığı yani atıldığı izleniminin verilmesi de sağlanmıştır. Öncelikle özel eğitim almış bu 3 kişiye Deniz Kurmay Yarbay Mustafa Zeki Uğurlu ve MEBS başkanlığında görevli Deniz Kurmay Üsteğmen Ali Suat Aktürk’ü izleyerek sıcak yanaşma yapılması görevi yüklenmiştir.

Haluk S. Mustafa Zeki Uğurlu ile ilk görüşmeyi bir esnaf evinde yapmıştır fakat bunun böyle devam edemeyeceği bilindiği için, bu örgüt tarafından görevlendirilmiş kişiler almış oldukları bu önemli görevi gerçekleştirebilmek için Ankara, Dikmen’de bir ev kiralamışlardır. Bu evin yapı sorumlusu ise M.K.C isimli örgüt elemanı olup evin tamamen döşenmesinden sonra bilgisayarlar ve diğer elektronik cihazlar da konmuştur.

Dikmen’deki bu ev, isimsiz, imzasız ihbarlar ve dokümantasyon için kullanılmıştır. Bu eve, izlenen ve aynı zamanda görüşülen subaylar hiçbir zaman getirilmiyordu.

Deniz Kuvvetlerindeki bu subayları izleme konusunda görevlendirilen Haluk S. isimli kişi Mustafa Zeki Uğurlu’nun evli olması nedeniyle planlanan sıcak yanaşmanın, aileler arasında olması gerektiği İmam Kamil Kaya tarafından değerlendirilerek, onun da hemen evlenmesi gerektiği söylenerek kendisine alevi bir eş bulunup kısa zamanda örgüt tarafından önce imam nikâhı sonra da resmi nikah ile evlendirilir.

Böylece eşler olarak ailelerin teması başlamıştır ki bundan da azami oranda istihbar elde edilmesi söz konusudur. Mustafa Zeki Uğurlu, askeri bilgileri Haluk S. ye taşımakta, eşi ise lojmanlarda olanları, onun eşine bildirmektedir.

Bu gelen bilgiler Haluk S. ve Hüseyin D. tarafından toplanıp raporlandıktan sonra İstanbul’a gidilerek Kamil Kaya isimli imama, oradan da Dayı kod adını kullanan ve kâinat imamı olan Fethullah Gülen’e düzenli haftalık raporlar verilmektedir. Bütün bu safhaların istihbarat birimleri tarafından bilinmemesi düşünülemez. Ancak siyasi otoritenin neden faaliyete geçmediğini sizlerin takdirine bırakıyorum.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar