Pazar, Kasım 24, 2024

Tarikat Gerçeği

Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılından itibaren devamlı karşı devrim örgütlenmesi ve eylem hazırlığı içinde olan ve en önemli sorun olarak ülkenin gündemdeki yerini koruyan tarikat olgusuna değinerek bazı açıklamalarda bulunacağım. Kelime anlamına bakıldığında, tarik yol, tarikat ise onun çoğulu olup yollar anlamındadır. Fakat toplumda zaten çoğul olan tarikat kelimesi tarikatlar olarak maalesef kullanılmaktadır.

Karşı devrim çizgisinde oy devşirmek kaygısında olan siyasi iktidarların beslemesi ile hareket eden tarikat en büyük eylemini 15 temmuz 2016 tarihinde FETÖ silahlı terör örgütü adı altında 40 yıllık yer altı faaliyetlerinden sonra bir silahlı isyan olarak eyleme dökmüştür. FETÖ konusunda da çok detaylı makalelerim olacağını şimdiden ifade etmek isterim. Ben bu makalemde, ülke genelinde faaliyetine yasal olmamasına rağmen devam eden tarikatın tüm detaylarını bilmeme rağmen öncelikle bu olguyu sosyolojik olarak ele alıp sizlere sunmak istedim. Eğer bir inanç piramidini oluşturacak olursak bu piramidin tepesinde din, onun altında mezhep ve mezhebin de altında tarikatın gelmesi söz konusudur. Ancak günümüzdeki uygulamalara bakıldığında bu piramidin tamamen tersine olduğu ve piramidin tepesinde tarikat, onun altında mezhep ve en tabanda ise başka bir din halini aldığı görülmektedir ki bu da sosyolojik olarak tersine bir trendi ifade etmektedir.

Sosyolojik tanımlamalara göre, tarikat, üye bulmak zorunda olan kurumlardır oysa din ise insanın, içinde doğduğu durumlar olarak değerlendirilmektedir. Her şeyden önce, şunu çok iyi bilip not etmelidir ki, tarikat zaten mini bir devlettir ve büyüdükçe devletleşir. Tarikat denilince öncelikle tasavvuf kavramına da değinmek gerektiğini düşünüyorum. İslam tarihi ele alınıp incelendiğinde katı şeriat kurallarının yorumlamalarıyla hareket eden gruba karşı daha hoşgörülü ve sevgiyi esas alan mütevazi yaşam şartlarını öneren bir hareket olduğu dikkate alınmalıdır. Fonksiyonel yapısı açısından bakıldığında, tasavvuf dünya işleri ile ilgilenmez ve katı şeriat kurallarını biraz olsun yumuşatmak için ortaya çıkmıştır. Unutmamak gerekir ki islam dini açısından sufi islam hareketi katı şeriatçı islam hareketine karşı gündeme gelmiştir. Tasavvuf, katı şeriat kuralları ve hükümlerine karşı pasif bir direnişi simgelemektedir.

Tasavvuf hareketinin kaynağına inildiğinde bunun Hz. Ali’ye kadar dayandırmak mümkündür. Tasavvufun İran’dan dünyaya yayılması bir tesadüf değildir. Gazali, tasavvufu doktrin haline getirmiştir. Tasavvuf hareketi kurumsallaşarak tarikat halini almıştır. Önceden tarihteki kimliklerine bakıldığında, nakşibendilik, rufailik gibi tarikatın da mutasavvıf oldukları görülmektedir. Ancak daha sonraları tamamen katı şeriat kurallarına sıkı sıkıya bağlı, dünya nimetleri ve dünya işleri ile ilgilenen bir yapı haline gelmişlerdir ki böylece müteşerri olarak adlandırılmaktadır. Bu nedenle bu menfaat, çıkar ve rant amaçlı örgütlenmelere sadece cemaat demenin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünüyorum.

Günümüzde Türkiye’de tarikat adı altında faaliyet gösteren örgütlenmeler tamamen müteşerri olup sadece menfaat, çıkar ve rant amaçlı gruplar halinde gelmiş olup iktidarların beslemesi ile büyük maddi varlıklara sahip olmuşlardır. Bunlar dernek ve vakıf adı altında faaliyet gösterdiklerinden onlardan herhangi bir vergi de alınmamaktadır. Mutasavvıf tarikat olarak sadece bektaşiliği işaret etmek mümkündür ki onun da potansiyelinin çok az olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Tarikat dünyanın her yerinde vardır. Tarikat yozlaşmış bir sistem değil aynı zamanda yozlaştırıcı bir sistemdir. Siyasetçi böyle yozlaşmış biri olmasa bile tarikat onu belli bir forma sokmaktadır.

Günümüzde bireyselleşmeyi başarmış olan toplumlara sahip olan demokratik bir devletin en önemli kriterinin bireyselleşme olduğu herkesin bilmesi gereken bir gerçek kapsamında unutulmamalıdır. Halkın sürü halinde manipüle edilmesinin anahtarı tarikattır. Başka bir anlatımla, sürü olarak hareket etmeyip, kendi başına sorgulayıp karar verebilen unsurların bireysel davranış sergilediği bilinmektedir. Devlet yapısında eğer bir bireyselleşme gerçekleşmemiş olduğunda demagogların yönlendirmeleri ile tiranlığa kadar varabilecek bir sonuç beklenmelidir. Bu nedenle, daha başında toplumu bireyselleştirmeden uzaklaştıran yöneticilerin, gizli amaçlarının otokrasi kurmak olduğu, toplum elitleri tarafından önceden görülerek, bunun önlenmesi için gerekli siyasi ve yasal adımların atılması gereklidir. Bu tip yöneticilerin, bireyselleşmeyi önlemesi ise öncelikle eğitime vurdukları gerici darbeler çerçevesinde kendisini göstermektedir.

Tüm bunların adım adım otokrasi yolunun taşlarının döşenmesi anlamında olduğu önceden halk tarafından görülmesi kehanet değildir. Bu tip yöneticiler, böylece oy deposu olarak gördükleri bu tarikat kesimlerini kullanarak iktidarlarını devam ettirmek isterler. Güncel olarak ele alındığında, seçim bazındaki uygulamalarda, aslında iyi olarak görülebilen çoğunluğun kararı, birden bire bir ulusu yok edebilecek seviyeye ulaşabileceği gerçeği de vardır. Tarihsel dönemlere geri dönülüp bakıldığında, islam dinini devletleşme sürecinde çeşitli ekoller ve bu ekollerden de tarikat doğmuştur. İşte bu dönemde, tasavvuf tarikatın doğuşuna en uygun araç olarak değerlendirilmiştir. Bu oluşumlarda, yoruma açık bırakılmasının ise, tarikatın yolunu açtığı bir gerçektir.

Tarikat gerçeği Türkiye’de bin yıldır mevcuttur ancak biz onu görmezden geldik. Çünkü tarikat bir kesime göre Cumhuriyet için tehlike, bir diğer görüşe göre ise, barış için çalışan insanlar olarak değerlendirilmektedir. Bunun yanı sıra bazı görüşlere göre ise, derslerin Kur’an öğretmenleri de şeyhlerdir. Bazı tarikat bin yıllık islam geleneklerini de taşımaktadır. Şeyhlik sistemi hak yol aramak, inzivaya çekilmek gibi hususların yoruma açık bırakılması ise olayın bir diğer boyutunu teşkil etmektedir. Tarikat bünyesinde, tarikat şeyhi kendi gücünü ve haklılığını İslamiyet Peygamberine dayandırmakta ve böylece yaratıcı ile kişi arasında kilit haline gelmektedir. Tarikat bünyesinde grubun destekçileri, seçilmiş elitler olduğuna ve daha büyük güç olduklarına insanlığı kurtarmaya geldiklerine inanırlar işte bunun getirdiği bir özgüven söz konusudur. Tarikat müritleri Allah’ı değil de şeyhlerini kızdırmaktan çok korkarlar. Aynı durumu Türk siyasetinde iktidar partisi milletvekillerinde de görmek mümkündür. Oylamalarda hep birden oy kullanmaları mantıklı konuların hiçbirine katılmamaları bunun en güzel işaretidir.


Tayfun Gözüm

Diğer Yazarlar