Emperyalizme karşı tedbir almayıp, tarikatlardan kurtulmayan toplumlar, içten yozlaşarak parçalanmaya mahkûmdurlar
Bir önceki yazıdan devam…
Tüm bunların yanı sıra karşı – devrim hareketi Rusya’da ise daha başka cereyan etmiştir. Ekim devriminden sonra, Bolşevikleri yenmeye çalışan Beyaz Ordu ve destekçileri ile 1918 – 1919 Alman Devrimini ezen Alman politikacılar, polisler, askerler ve Freikorps da karşı – devrimciydi. Bolşevik hükümeti, köylü isyancılardan oluşan “Yeşil ordular“ için karşı – devrimci bir imaj oluşturmaya çalıştığı bilinmektedir. Bolşevik yönetimine karşı en büyük köylü isyanı 1920 – 1921 yılında Tambov’da meydana gelmiştir. Unutmamak gerekir ki, tarihin yaprakları arasında benzer birçok karşı – devrim hareketi vardır ki hepsinin kökeninde muhakkak surette “radikal gerici“ dinsel ögeler olduğu görülmektedir. Türkiye’nin kurucusu, ebedi lider Mustafa Kemal Atatürk tarafından, Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılından itibaren devamlı “karşı devrim“ örgütlenmesi içinde kendi yerlerini muhafaza edebilmek için tarikat ve cemaatler yer almıştır. Unutulmaması gerekir ki, karşı – devrim hareketinde en önemli sorun, ülkenin siyasi ve sosyal gündemindeki yerini 101 yıldır koruyan “tarikat ve cemaat“ oluşumlarının, siyaset içine sızmış olanlarının, ülkeye verecekleri tahribatı, zararları tüm kamuoyunun görmesi başlı başına önemlidir. Tarikatlar hiçbir zaman az ile yetinmezler daima en çoğu isterler ve bunu almak için de ellerinden gelen her şeyi kullanmakta tereddüt etmezler. Siyaset ile bir oy ticareti içinde olan bu holdingleşmiş “Endüstriyel tarikatların“ geçmişteki “tasavvufi tarikatlar“ ile hiçbir ilgisi ve bağlantısı yoktur. Bu konuda söylenmiş “tasavvufun özü gitti sözü kaldı mana gitti şekil kaldı“ özdeyişini hatırlamakta yarar vardır.
Orta sınıf insan ve önemi
Bu hastalıklı ve içten çürümüş, hurafelere bağlı kalıp, geçmişte yaşayan tarikatlar, halkımızın, Cumhuriyet kurulduğundan itibaren, maalesef ruhsal ve inanç dünyalarını zehirlemekte, bunun yanı sıra, söz konusu bu yapılar, gerek finansman gerekse, insan gücü açısından, tamamen eğitimsiz, cahil kesimlerden beslenmektedir. Tarikatlar öncelikle “sömürü argümanlarını“ kullanarak kendi zenginliklerini, daha doğrusu şeyhlerinin inanılmaz servetlerini yaratmak için, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında büyük bir sömürü düzeni kurmuşlardır. Bu sömürü düzeninin “aile saltanatıyla“ bütünleşmesi ise, kaçınılmaz olarak kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Türkiye’mizde, eskiden bir nebze olsun, varlığı hissedilen, güçlü ve saygın bir “orta sınıf insan“ günümüzde maalesef yoktur. Bilindiği, yaşandığı üzere, 23 yıldır ülkeye el koymuş AKP iktidarı ile “tek adam yönetimi“ tanımlamış olduğum bu sınıfı, bilerek planlı bir şekilde, ortadan kaldırmıştır. Bu uygulamanın ekonomiyi çökertmek amacıyla kasten yapıldığını ve tamamen ABD güdümünde olduğunu değerlendiriyorum. Bir diğer taraftan ise, ülkedeki tarımın AKP ile tamamen çökertilmesinin de emperyalist devletlerin dayatması sonucunda olduğunu bilmek gereklidir. Türkiye’deki demografik yapının da kasten değiştirilmesi üzerinde durulması gerekli bir konu olduğu unutulmamalıdır. Bu tip benzeri istihbarat çalışmalarının, bir ülkeyi parçalamak için atılmış önemli adımlardan olduğu, birçok teoride gündeme getirilmektedir. Unutmamak gerekir ki, Türk halkının en büyük özelliği karnı doyduğunda fazla istekli olmamaktadır başka bir anlatımla “Allah’a şükretmek“ dinsel olgusu bireysel bazda öne çıkmaktadır. Ancak kurtuluş savaşında yiyecek bulunmamasına rağmen, vatan müdafaasında tüm milletin katkısıyla ne kadar başarılı olunduğu ortaya konmuştur.
AKP, burada belirtmiş olduğum “orta sınıf insan“ yerine, tamamen bilinçli bir şekilde kalabalık ve istihdama hiç katılmayan “kent yoksulu“ bir sınıf yaratmıştır. Teorik ve pratik olarak bu “orta sınıf insan“ kendini yönetecek olan iktidarlardan, öncelikli istemleri, “özgürlük ve hukuk devleti“ olmaktadır. Ancak, AKP ve MHP iktidarı tarafından, özellikle yaratılmış olan “istihdam dışı kent yoksulu“ sınıfın ilk taleplerinin, hukuk devleti, değil kendilerine yapılacak maddi yardımlar ile verilebilecek, iş imkânları çerçevesiyle, sınırlı olmaktadır. Yaptığım tüm belirlemelere göre, “orta sınıf insan“ kesiminin yaygın olduğu gelişmiş batı ülkelerinde, hukuk devleti ve demokrasi yaşamakta, ekonomi ise, ilerleyip sonuç çizgisinde, kalkınma gerçekleşmektedir. Başka bir anlatımla, gelişmiş batı ülkelerinde “orta sınıf insan “ çok güçlü olmaktadır ki, bunun ekonomiye yansıması ise “halkın refah düzeyini“ arttırmayı beraberinde getirmektedir.
Tarikat denen hastalıklı yapılar, kendilerinin belli bir siyasi güce kavuştuklarını düşündüklerinde ise, ülkenin tamamına geri kalmış, mantık dışı, sömürüyü esas alan, modern hayattan uzak, yaşam standartlarını dayatmak için, çok büyük çaba sarf etmektedirler. Bu yapıların daha ziyade, gecekonduda oturan, kayıt dışı ekonomide çalışan, kullandığı elektrik, su gibi gerekli ihtiyaçlarını, bedava temin etmenin peşinde olan, geniş halk kesimlerinden, hem iktidar hem de tarikatlar beslenmektedirler. İktidar bu kesimden oy devşirmekte zorlanmamakta, tarikatlar ise, kamu hazinesini, denetimsiz olarak eline geçirmiş iktidardan, azami ölçüde kendilerine rant ve sermaye birikimi kapsamında finansman sağlamaktadırlar. Bütün bu tarikat eylemleri, iktidarların siyasi tercihleri içeriğinde gerçekleşebilmektedir. Hukuk devletinin hâkim olduğu ülkelerde, benzerinin görülme olanağı yoktur. Bu durumun daha ziyade “ İslam coğrafyasında “ yer bulmasının ise, dinsel ögelerin yorumlanmasından kaynaklandığı birçok defa gündeme getirilmektedir. Bu kapsamda İslam coğrafyasında, yöneticilerin seçimle değil “aile saltanatı“ ile göreve gelmesi ve halkı demir yumrukla idare etmesi ile sömürü düzeninin hâkim olduğunu tüm gezdiğim bölgelerde izlediğimi bu vesile ile belirtmek isterim.
İnanç piramidinde tarikat
Eğer bir ”inanç piramidini“ oluşturacak olursak, bu piramidin “tepesinde din, onun altında mezhep ve mezhebin de altında tarikat“ gelmesi söz konusudur. Ancak günümüzdeki uygulamalara bakıldığında, bu piramidin tamamen tersine olduğu ve piramidin “tepesinde tarikat, onun altında mezhep ve en tabanda ise başkalaşmış bir din“ halini aldığı görülmektedir ki, bu gelişme, sosyolojik olarak “tersine bir trendi“ gündeme getirmektedir. İşte tam burada, İstiklal Marşı şairi Sayın Mehmet Akif Ersoy’un Said-i Nursi ye hitaben yazdığı beyit aklıma geldi : “Nebiye atıf ile binlerce herze uydurdun. Yıktın bu dini mübini yeni bir din kurdun.“ Burada ünlü şairin, yapmış olduğu safsatalarla İslam’ı yıkıp onun yerine yeni bir din yaratmak istemesini eleştirmektedir. Bu durumu bütün tarikatlar içinde olan kişilerin anlaması gerektiğine inanıyorum. Said-i Nursi’yi en iyi anlayan iki kişi vardır; birincisi Abdülhamit han ki, onu tımarhaneye yani akıl hastanesine koydurmuştur. İkincisi ise Mustafa Kemal Atatürk olup onu ülkeden kovmuştur. Sosyolojik tanımlamalara göre, tarikat, üye bulmak zorunda olan yapılardır, oysa din ise, insanın, içinde doğduğu durumlar olarak değerlendirilmelidir. Devleti yönetmeye talip olanların unutmamaları gereken bir konu vardır ki, tarikat zaten “mini bir devlettir“ ve büyüdükçe devletleştiği kesinlikle dikkate alınmalıdır. Bu konu ülkemizde, zaten 8 yıl önce, FETÖ silahlı terör örgütünün yapılanması ve ayaklanarak devleti ele geçirme arzusu içeriğinde görülmüştür. Ancak yine bu yaşanmış olan deneyim iktidardaki AKP ve MHP yetkililerine bir şeyler öğretememiş ki, hâla “menzil tarikatı“ “İsmail ağa tarikatı“ “Süleymancılar cemaati“ “ Erenköy cemaati “ gibi, başka organik yapılanmaların, devlet içinde kadrolaşmasına imkân tanımaktadırlar. Bu durum netice itibariyle Adalet ve Kalkınma partisinin bir “tarikatlar koalisyonu“ görüntüsü verdiğini dikkate almak gereklidir.
Tarikat konusunda ele alınması gerekli öncelikli konulardan birisini “tasavvuf düşüncesi“ teşkil etmektedir. İslam tarihine bakılıp etüt edildiğinde, katı şeriat kurallarının yorumlamalarıyla hareket eden, belli bir kesime karşı, daha hoşgörülü ve sevgiyi esas alan, alçak gönüllü yaşam şartlarını öneren bir hareketin ise, “tasavvuf inancı“ olduğu anlaşılmaktadır. Fonksiyonel yapısı açısından bakıldığında, tasavvuf, dünya işleri ile ilgilenmez ve katı şeriat kurallarını biraz olsun yumuşatmak için ortaya çıkmıştır. Ancak günümüzde, kendilerini “sofi“ olarak tanımlama çabasında olan “tarikat müritlerinin“, tasavvuf düşüncesi içinde kullanılan bu “sofi” deyimi içeriği ile hiçbir alakaları olmadığı gerçeği vardır. Tarikatın bünyesinde büyük bir ünvan ile ulaşılamaz derece saygın bir yere sahip olan “tarikat şeyhi“ kendi gücünü ve haklılığını İslamiyet peygamberine dayandırmakta ve böylece yaratıcı ile kişi arasında ”kilit“ haline gelmektedir. Bu konu bazı tarikatlarda şeyhlerin kendilerini peygamberden bile üstün tutup Allah ile doğrudan konuşan kişiler olduğuna müritleri inandırdıklarını görmek ise, zihinlerin nasıl zehirlendiğine örnek teşkil etmektedir. Bu olguyu “menzil ve İsmail Ağa tarikatı“ bünyesinde örnekleri ile çok net olarak izlemek mümkündür.
Tarikat gerçeği ve amaçları
Öncelikle genel olarak, “tarikat“ denilen bu kuruluşların, organik yapılarına baktıktan sonra, sosyal yaşantımızda, devamlı kanayan bir yara olarak, devleti yöneten bürokratik kadrolara çeşitli amaçlarla bilinçli bir şekilde, sızdırılmış olan “tarikatlar“ hakkında bazı tespitlerde bulunarak, değerlendirmeyi sizlere bırakacağım. Günümüzde, uzun yıllara dayanan, yapmış olduğum inceleme ve özel temaslarım kapsamında, ülkemizde yine uzak olmayan, yakın bir gelecekte, büyük “tarikat sorunu“ çıkacağını, şimdiden entelektüel birikimli beyinler ile iktidara muhalefet eden tüm siyasi parti ve sivil toplum kuruluşların kadrolara, not etmek isterim. Bu gündeme gelecek olan tarikat sorununun, yeni “maddi ve manevi yıkımları“ da beraberinde getireceği bir gerçektir. Otoriter İslamcılık altındaki Türk politikası, dinsel ögeler kullanılarak yaratılan yüksek enflasyon çerçevesinde yurt içinde ve dışında, içler acısı bir başarısızlık sergilemekte olduğu, aynı zamanda, bunun içeriğinde yabancıların üzerinde özellikle durduğu “tarikatların“ bu kadar devlet bürokrasisinde etken olması ise, ülke içinde, aynı şekilde huzursuzluk yarattığı gözlerden ve zihinlerden uzak değildir.
Devamı bir sonraki yazıda…