Tarih tekerrürden ibarettir. Önemli olan gerçeğin halk kesimleri tarafından doğru algılanmasıdır
Bir önceki yazıdan devam…
Askeri deyimler kapsamında, “düşük yoğunluktaki ateş“ olarak değerlendirilen çatışmalar muhtelif şekiller alarak, günümüze kadar devam etmektedir. Tamı tamına 40 yıl süren bu çatışmalar içinde, yaklaşık 100.000 civarındaki kişinin öldüğü ve ülkeye 450 milyar doların üzerinde bir maliyet getirdiği hesaplanmaktadır. Ben, bu konu ile ilgili olarak yaptığım seyahatlerde, gerek Fransa’da, gerekse Almanya’da bulunan Kürt gruplar ile yaptığım temaslarda, bu kesimler arasında çok farklı ideolojik çözüm kavramlarının ve düşüncelerin hâkim olduğunu gördüm. Özellikle Fransa’da bulunan Kürt enstitüsü ve bazı Kürt kanaat önderleri ile görüştüğümde çok ilgi çekici düşüncelerin öne çıktığını belirledim.
Bu düşüncelerin yoğunlaştığı kavramlara bakılacak olursa;
– Kürtler için özgürlük. Ancak bu özgürlüğün neler olacağını doğru dürüst tanımlayanlarını görmedim.
– Geniş politik ve kültürel haklar çerçevesinde, Kürt dilinde eğitim yapılarak ülkede ikinci dil olarak Kürtçenin kullanılması yaklaşımı.
– Bağımsız büyük Kürdistan devleti kurmak. Ancak bunun diğer ülkelerden, Suriye’den, Irak’tan, Türkiye’den toprak alarak kurulacak bir devletten bahsedilmektedir.
– Otonom bir devlet kurmak. Türkiye’den ayrılmadan, mali destek alarak bölgede otonom bir yapı kurulması yaklaşımı ki, bu durumda toprak talebi gündeme gelmemektedir.
– Türkiye Cumhuriyeti içinde kalarak, yerelde yönetimi elde etmek yaklaşımı.
gibi unsurların, farklı gruplarda hâkim olduğu izlenmektedir.
O yıllarda PKK içinde bazı yapısal değişiklikler olduğu dikkate alınmalıdır. 2002 Nisan ayında PKK, “KADEK“ adını aldığı izlenmektedir. Bundan bir yıl sonra ise, 2003 Ekim ayında yine isim değiştirilerek “KONGRA – GEL“ olması ise, ancak 2 yıl devam etmiş ve 2005 yılına gelindiğinde, yine PKK adı ile terör sahnesindeki yerini muhafaza etmiştir.
Bu süreçlerde siyaset içinde bazı gelişmelerin olduğu bilinmektedir. Türkiye’de yapılan 2002 yılındaki genel seçimler neticesinde AKP % 34.28 oy oranı ile birinci parti olarak 363 milletvekili ile iktidara gelmişti. Böylece kendisinin yeterli güçte görerek çok cesur adımlar atmaya başlaması kaçınılmazdı. 2004 yılında yapılan mahalli idareler seçimlerinde ise, AKP 1.750 ilçe belediyesini, CHP ise, 467 ilçe kazanmıştır. İktidardaki parti AKP hem genel hem de yerel seçimlerde böyle beklemediği bir başarı elde ettiğini gördükten sonra, daha önce TURGUT ÖZAL’ın 1990 yılında başlattığı PKK ile görüşmeleri yapmak için 2006 yılından itibaren terör örgütü ile bazı ön temaslar gerçekleştirmeye başladığı iddia edilmektedir. TURGUT ÖZAL’ın en yakın çevresinden elde ettiğim bilgiler içeriğinde, kendisi, PKK ile müzakereyi kabul etmiş ancak bunu siyaset ile PKK kabul etmemişti.
2007 genel seçim neticelerinin yine AKP lehine %46.66 oy oranı ile neticelenmesi ve 341 milletvekilini, %20.85 oy alan CHP karşısında elde etmiş olması, kapsamında iktidar partisinin siyasi gücünün artmış olduğu anlaşılmaktadır. İşte bu gücüne dayanarak, ilk olarak çözüm sürecine doğru gidilmesi söz konusudur.
AKP – PKK Oslo görüşmeleri süreci
Öncelikle kamuoyundan tamamen gizli olarak, AKP tarafından, 2006 yılından itibaren, PKK terör örgütü ile bazı ön temaslar yapılmış belli adımların atıldığı anlaşılmaktadır. Nihayet, kapalı kapılar arkasında Norveç’in Oslo kentinde hem de İngiliz dış askeri istihbaratı MI 6 gözetiminde 2008 Eylül ayında bahsi geçen görüşmeler, müzakere şeklinde başlamıştır. Bu temaslar kamuoyundan çok gizli tutulup MİT koordinasyonunda Sayın Erdoğan’ın talimatıyla yapılmış olup, üçüncüsü toplantı ise, 2009 yılının Mart ayında gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 11 Mart 2009 tarihinde, ”İleride çok iyi günler olacak”, aradan kısa bir süre geçtikten sonra, 24 Mart 2009 tarihinde ise, Bağdat’a giderken uçakta, Kuzey Irak için Kürdistan deyimini kullanıp 9 Mayıs tarihi geldiğinde “Kürt sorunu Türkiye Cumhuriyetinin birinci sorunudur mutlaka halledilmelidir“ demiştir.
Bilindiği üzere, 29 Mart tarihinde ülkede mahalli idareler seçimleri yapılmış ve AKP bir önceki yerel seçimlerde almış olduğu ilçe sayısını, % 18 civarında kaybederek 1.442 ilçede başarı sağlamış, buna karşılık CHP ise 503 ilçe kazanmıştır. Bu yıl içindeki gelişmeler oldukça dikkat çekicidir. 2 Ağustos 2009 tarihinde, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, kamuoyuna, hükûmetin Kürt açılımı kapsamında düzenlenen toplantıların üçüncüsü gazeteci ve yazarların katılımıyla “Polis Akademisi’nde “ yapılacağını açıklamıştır. Bu açıklamadan üç gün sonra ise, 5 Ağustos 2009 tarihinde o dönemin Başbakanı, Recep Tayyip Erdoğan, Kürt açılımı ile ilgili DTP lideri Ahmet Türk’le bir toplantı yapmıştır. Kürt meselesine sahip çıkanlardan birisinin de dönemin cumhurbaşkanı olduğu unutulmamaktadır.
11 Ağustos 2009 tarihinde, Abdullah Gül Bitlis kentini ziyareti sırasında Güroymak için Kürtçe “Norşin“ ifadesini özellikle kullanmıştır. 19 Ekim 2009 tarihinde, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesi Habur Sınır Kapısı’ndan girip teslim olmuş, “Habur sınır kapısında“ çadır mahkemesinin kurulması ise devlet itibarı ile bağdaşmamaktadır. Gelen gerilla kıyafetindeki militanları karşılamak üzere Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde yaklaşık 50 bin kişi PKK tarafından ülkenin her yerinden sağladıkları otobüsler ile taşınarak toplanmıştır. 15 Kasım 2009 tarihi geldiğinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Millî birlik ve kardeşlik projemiz bir hedeftir. Demokratik açılım süreciyle bu hedefe ulaşacağız” ifadesi ile PKK terör örgütüne tanıdığı geniş toleransı ortaya koymuştur. Nihayet bütün ilişkilere bir set çeken olay, 11 Aralık 2009 tarihinde gündeme gelmiş ve Anayasa Mahkemesi, oybirliğiyle DTP’nin kapatılmasına karar vermiştir. Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi karara bağlanmıştır.
Bu seri görüşmelerin yapılmasıyla, Türk hükümeti ilk defa PKK terör örgütünü “muhatap olarak“ kabul etmiştir ki, yapılabilecek “stratejik hataların“ başında gelmektedir. Bu muhatap kabul etme olgusunun ise, emperyalist güçlere daha da cesaret vereceğinin siyasi olarak öngörülüp, dikkate alınması gerekliydi. PKK terör örgütü ile yapılan görüşmelere, MİT müsteşarı HAKAN FİDAN ve müsteşar yardımcısı AFET GÜNEŞ ile iki MİT mensubunun katıldığı iddia edilmektedir. Türk heyetinin 5 veya 6 kişilik gruplar ile katıldığı PKK tarafından açıklanmıştır. 22 ağustos tarihine gelindiğinde, ABDULLAH ÖCALAN’ın yöneticilere “bir yol haritası“ sunduğu ancak buna cevap verilmediği bilinmektedir. PKK tarafında yapılan görüşme ve toplantılara; S. Ozdar, Remzi Kartal, Sabri Ok, Zübeyir Aydar ( KCK yürütme konseyi üyesi )katılmışlardır. O dönemde İmralı’dan heyetler gelip ABDULLAH ÖCALAN’IN mektuplarını aracılar vasıtasıyla getiriyorlar ve buna müsaade ediliyordu.
PKK terör örgütü, 31 Mayıs 2010 tarihinde “4. Mücadele dönemi devrimci halk savaşının başladığını“ kamuoyuna resmen ilan etmiştir.
10 Ocak 2010 tarihinde, Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada “Demokratik açılım açısından önemli bir çözüm fırsatının heba edildiğini; ancak henüz geç olmadığını “ belirterek devrede olduğunu açıklama gereği duymuştur. Bu açıklamadan ancak 6 gün sonra ise, 16 Ocak 2010 tarihinde, Beşir Atalay çözüm süreci doğrultusunda hazırlanan ve 4 ayrı mekanizmadan oluşan “İnsan Hakları Paketi“ ismi altındaki uygulamayı güncelleştirmiştir.
Bu kapsamda, cezaevlerinde Kürtçe gibi farklı ve dil lehçelerde görüşme yapılmasına müsaade edildi. Televizyon kanallarında, kurulacak özel kanalların, farklı dil ve lehçelerde 24 saat yayın yapmasına izin verildi. Bir diğer taraftan da farklı dil ve lehçelerde enstitü, araştırma merkezi kurulması yönünde yükseköğretim kurulu ( YÖK ) karar alarak, ” Yaşayan Diller Enstitüsü“ tesis edilmiş oldu. Bunun yanı sıra valiliklere birer genelge gönderilerek, güncel olarak yapılan yol kontrollerinin azaltılması ve yaylaya gitme yasaklarının asgari seviyeye indirilmesi gündeme getirildi.
8 Şubat 2010 tarihi geldiğinde, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik çözüm süreciyle ilgili olarak “Ya biz bu meseleyi çözeriz, ya bu mesele bizi çözer“ ifadesini kullanarak ortaya çıktı. Ancak bu güne kadar hiçbir tarafın çözülmediği görülmektedir. Fakat ifade sahibinin birçok açıdan AKP kliğinden koptuğu, birçok açıklamaları nezdinde anlaşılmaktadır. Nihayet 18 Şubat 2010 tarihinde ana muhalefet partisi CHP, uykusundan uyanarak, Beşir Atalay hakkındaki gensoru önergesini TBMM’ye takdim etmiştir. Hazırlanan bu önergede, “Hukuk devletlerinde bakanlar, terör örgütünü muhatap alan gizli görüşmeler yapamazlar“ ifadesinin yer alması ise, ülkede ileride ne gibi hukuksuz olayların gelişebileceğinin işaretini de vermişti. Günümüze gelindiğinde ise, hukukun tamamen ayaklar altına alınarak AKP tarafından, birçok yaşayan olaylar nezdinde yok sayıldığı görülmektedir. 27 Mart 2010 tarihinde, MHP lideri Devlet Bahçeli “Açılım tuzağına düşmeyin“ demesi halen hafızalarımızda iken, bugün ise ülkeyi tamamen ayağa kaldırarak “İmralı’daki gelsin TBMM içinde konuşma yaparak, PKK örgütüne silah bıraktırarak dağılmasını haykırsın“ diyebilmiştir.
18 Haziran 2010 Tarihinde, Öcalan’ın çağrısıyla Kandil ve Mahmur kamplarından gelen 34 kişiden 13 terörist hakkında tutuklama kararı çıktıktan sonra, BDP Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız tutuklamalarla birlikte “açılımın bittiğini“ söylemiştir.
12 Eylül 2010 tarihi özellikle 1980 yılındaki askeri müdahale ile aynı tarihe getirilmiştir ki, Türkiye anayasa değişikliği referandumuna %57,88 ile Evet oyu maalesef verilmiştir. 23 Ekim 2010 tarihinde ise, BDP Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş, “PKK’nın ateşkesi 31 Ekim’de sona erecek. Önümüzde kısa bir süre kaldı. Bu sürenin barışa yönelik değerlendirilmesi gerekir. Aksi halde 1 Kasım’dan itibaren büyük şiddet olayları yaşanabilir. Hükümet bu süreci barışa yönelik değerlendirmelidir” diyerek bir hatırlatma yapmıştır. Bu görüşmeler 2011 yaz aylarına kadar devam etmiştir. Bu ilişkiler devam ederken Abdullah Öcalan tarafından 3 tane protokol hazırlanmış olup, “Anayasal çözüm“ ile “Barış ve hakikatleri araştırma komisyonunun“ mecliste kurulması söz konusudur.
4 yıl süren bu görüşmeler tamamen neticesiz kalmıştır. 12 Haziran 2011 tarihinde seçimlerden önce, OSLO‘DA bir görüşme daha yapılması taraflarca planlanmıştı, ancak AKP kendisini güçlü gördüğü için bu durum gerçekleşmedi. Nihayet 12 Haziran 2011 seçimlerinde AKP % 49.83 gibi ciddi bir oy almış muhalefet partisi CHP İSE % 25.98 oy potansiyelinde kalmıştır. 27 Şubat 2011 tarihinde, Aysel Tuğluk, Abdullah Öcalan’a, aydınlarla daha rahat görüşebilmesi için ev hapsi istediği görülmektedir. 13 Mayıs 2011 tarihinde ise, Abdullah Öcalan “15 Haziran’dan sonra süreç ya büyük bir anlaşmaya, ya da büyük bir savaşa evrilecektir. Eğer büyük bir savaş çıkarsa hükûmet 3 ay bile dayanamaz“ ifadesi ile Türk halkını ve gücünü tanımadığını ortaya koymaktadır.
Devamı bir sonraki yazıda…